01 Aralık 2014

10 soruda Putin'in Türkiye ziyareti

'AB mi Rusya mı?' sorusu doğru değildir. Çünkü bunlar birbirlerinin alternatifi değildir

1 - Bu ziyaret nereden çıktı? Şimdi düzenlenmesinin nedeni ne?

 

Bu, olağan, planlı bir resmî ziyaret. Türkiye ile Rusya'nın ilişkilerini güçlendirmek amacıyla 2010 yılında kurulan Üst Düzey İşbirliği Konseyi'nin (ÜDİK) beşinci toplantısı yapılacak. Fiilen "yıllık zirve" anlamına gelen bu etkinliğe, iki devletin liderlerinin yanı sıra işbirliğinin en yoğun olduğu konulardan sorumlu bakanlar ve bürokratlar da katılıyor. Gündem, yine, en genel ve kısa anlatımıyla, "ikili ticari ilişkiler, enerji işbirliği, siyasi diyalog ve bölgesel konular".

 

2 - Siyasi çevreler ve medya bu ziyarete neden büyük ilgi gösteriyor?

 

Ziyaretin önemini arttıran faktörlerin başında, uluslararası gelişmeler yer alıyor. "Ukrayna krizi" nedeniyle Batı tarafından izole edilen, yaptırımlarla cezalandırılan Rusya, siyasi ve ekonomik anlamda yalnız kalmamak için Çin ve bazı Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) üyelerinin dışında başka etkili devletlerle de işbirliğini güçlendirmek istiyor; bu bakımdan stratejik bir coğrafyada yer alan ve Batı'yla sorunları olan Türkiye'nin değeri büyük.

Son dönemde ciddi bir "uluslararası yalnızlık" içine giren Türkiye açısından da Rusya ile yakınlaşma perspektifi cazip. Yakın geçmişte AB ile işbirliğinin tıkandığı noktalarda Türkiye'nin "Şanghay İşbirliği Örgütü üyeliği"nin gündeme getirildiği biliniyor. Bu zirveye Ankara ve Moskova'nın el ele verip Batı'ya karşı birlikte mücadele başlatması ihtimaliyle bakanlar az değil.

Türk tarafının isteğiyle, ziyarete, diplomasi dilinde en üst düzey olarak görülen "devlet ziyareti" niteliği kazandırıldığı bilgisini de ekleyelim.

 

3 - Türkiye ve Rusya gerçekten de Batı'ya karşı güçlü bir işbirliği başlatabilir mi?

 

Bence iki devletin liderleri Recep Tayyip Erdoğan ve Vladimir Putin böyle bir işbirliğini, en azından bu hedefle bir "gövde gösterisi" yapmayı istiyorlar. Muhtemelen bugün Ankara'daki temaslarda ve medyaya yapılacak açıklamalarda bu tür vurgular hissedilecek.

Ancak bu, göründüğü kadar basit bir mesele değil. Birincisi, her ikisi de Batı'yla köprüleri atmak istemediğinden dolayı ihtiyatlı olmak zorunda. İkincisi, bir dizi konuda kendi aralarında ciddi görüş ayrılıkları var. En başta da Suriye politikasında.

Erdoğan, Suriye krizinin çözümü için "Esad'ın iktidardan indirilmesi" şartından vazgeçmiyor. Putin ise son yıllarda ABD'nin Suriye politikasını değiştirecek ölçüde etkili bir "Esad savunması" yaptı ve yapıyor.

Ayrıca Moskova, başta Kafkasya olmak üzere kendi topraklarını da tehdit eden "radikal islamcılar" sorunundan rahatsız ve Ankara'nın IŞİD'e desteğini, zirvede kibarca da olsa gündeme getirmeye hazırlanıyor. Ancak Putin'in AA'ya verdiği yazılı mülakatta, bu tür örgütlerin desteklenmesinin sorumlusu olarak "Batılı ülkeler" gösterildi ve "Türkiye'nin sırtındaki yükün bilincindeyiz" anlatımı kullanıldı.

Erdoğan'ın "Esad'sız Suriye" önkoşulundan vazgeçmemesi halinde, bu konuda en fazla "yararlı temaslar" ve "görüşmelerin sürdürülmesi" gibi sembolik açıklamalar yayımlanır ve iyi dilekler dile getirilebilir gibime geliyor.

 

4 - Ukrayna konusundaki yaklaşım farkları, Putin-Erdoğan zirvesine gölge düşürebilir mi?

 

Türkiye, resmî olarak Kırım'ın Rusya'ya dahil edilmesini tanımayan ve Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü savunan Batılı ülkelerin yanında yer alıyor. Ama bu konuda Kremlin'e karşı oldukça "yumuşak muhalefet" sergiliyor. Bunun nedenlerinden biri, Rusya ile ilişkilerinin zedelenmesini istememesi.

Bir başka neden, Ankara ile Batılı başkentler arasındaki sorunların bir türlü azalmamasında, hatta son dönemde artmasında gizli.

Nihayet, Batı'nın Türkiye'ye de baskı yaparak uygulanmasını istediği Rusya karşıtı ticari-ekonomik yaptırımlar konusunda görüş farklılığı var. Türkiye, "Rusya'da Batı'dan boşalan ticari fırsatları doldurarak kazanmak" yolunu seçti.

 

5 - Erdoğan, Kırım Tatarları konusunda Putin'i sıkıştırabilir mi?

 

Elbette Erdoğan'ın dosyasında, Türkiye'nin Kırım Tatarları'na yönelik desteğinin tekrar gündeme getirilmesi var. Ama bunun bir "sıkıştırma" ve "baskı" görünümü alma ihtimali zayıf.

Üstelik, kanımca Kırım konusu "sürpriz gelişmelere açık". Ukrayna hakkında Rusya'ya yönelik sert eleştiriler getirilen Batı'da bile artık yer yer "Kırım'ın Rusya'ya dahil edilmesi" meselesi sessizlikle geçiştirilebiliyor; kimilerine göre "konu kapanmış gibi".

Moskova, son aylarda Kırım'dan izole ettiği Mustafa Cemilev'in yerine Kırım Tatarları'nın başına yeni bir lider getirdi: Remzi İlyasov. Muhtemelen bugün bu yeni yönetimle ilişki kurulması gerektiğine ve Tatarların sosyo-ekonomik şartlarının "Ukrayna dönemine kıyasla" daha iyiye gittiğine Ankara'yı ikna etmeye çalışacak. Ve belki de Türkiye'yi Rusya ile birlikte Kırım Tatarları'nın sorunlarının çözümüne katkıda bulunmaya çağıracak.

Bir ihtimal, Putin, Erdoğan'ın Kırım'daki Simferopol (Akmescit) kentinde cami yaptırması yolunda Kırım Tatarları'nın yaptığı çağrılara "bir şekilde" destek verecek. Cami yapma arzusu ta Küba'ya kadar uzanan Cumhurbaşkanı için cazip bir konu olabilir...

 

6 - Genel olarak Türkiye-Rusya ilişkilerinin "en iyi dönemini yaşadığı" söylenebilir mi?

 

Son yıllarda ne zaman Erdoğan-Putin zirvesi gündemde olsa ya da ne zaman Türk-Rus ilişkileri konuşulsa, bazı yorumcular (kimisi konuya pek hâkim olmadığından, kimisi de belki iyi niyetinden dolayı) iki cümleyi peş peşe sıralıyorlar: "İkili ilişkiler en iyi dönemini yaşıyor" ve "iki ülke 100 milyar dolarlık yıllık ticaret hacmine koşuyor".

Bunlar çok yanlış olmasa da şunu belirtmek istiyorum. Elbette 5 yüzyılı aşkın bol sıcak savaşlı ve uzun "soğuk savaş"lı ortak tarihimizde, bugün ulaştığımız düzey memnuniyet verici. Putin'in 2004 sonunda "Türkiye'yi ziyaret eden ilk Rus devlet başkanı" olarak ülkemize gelmesinden sonra geçen 10 yıl bambaşka bir dönem oldu. Siyasi diyalog güçlendi, ticaret gelişti, kültürel ve insani bağlar yaygınlaştı.

Ancak 2011'de Suriye'de iç savaşın başlamasından sonra Türkiye ve Rusya arasında siyasi iklim hissedilir ölçüde soğudu. Gerçi taraflar, yaklaşım farklılıklarının başta ticaret olmak üzere bir dizi alana yayılmaması için genellikle özenli davrandı. Ama 10 Ekim 2012'de Moskova-Şam uçağının zorla Ankara'ya indirilmesi ve 18 Temmuz 2014'te Erdoğan'ın herhangi bir kanıt göstermeden "Malezya uçağını Rusya düşürdü" demesi gibi, mutlaka "iz bırakan" önemli gerginlikler de yaşandı. Yine de genel gidişatın olumlu, ekonomik işbirliğinin güçlü olduğunu ekleyeyim.

 

7 - İki ülkenin birbirine yaklaşımı, daha çok ticari pragmatizme mi dayanıyor?

 

Bu soruyu kısaca cevap vermek kolay olmasa da, "evet" denilebilir sanırım. Ama konunun birkaç boyutuna kısaca değinelim.

Her şeyden önce ticari-ekonomik ilişkiler, öteki tüm temasları (siyasi, kültürel, turistik, kültürel vs.) zorlayan tarihî bir faktör oldu. 1984 doğalgaz anlaşması ve sonrasında ikili ticaret hareketlendi. 90'lı yıllarda enerji işbirliği güçlendi. "Bavul ticareti"nden turizme kadar pek çok alan hareketlendi.

2000'li yılların başından itibaren Rusya, dış politikasının temeline enerji ihracatını koymasına bağlı olarak Türkiye'ye bir dizi stratejik işbirliği önerisi getirdi. Türkiye çoğunlukla konulara ticari bakarak ve pazarlıkçı yaklaşımlarla cevap verdi (ya da vermedi).

Sonuçta yine de Erdoğan ve Putin'in pragmatik yaklaşımlarının ikili ticarete güç ve istikrar kazandırdığı söylenebilir.

Rusya 2005 yılından beri dış ticaretimizde Almanya'dan sonra ikinci sırada geliyor (2008 hariç; o yıl 38 milyar dolarlık hacimle birinciydi). Türkiye de Rusya açısından yedinci sırada. 2013 yılının ikili ticaret hacmi 33 milyar dolara yakın.

2010'da Erdoğan ve Putin tarafından "birkaç yıl içinde ulaşılması gereken hedef" olarak ilan edilen "100 milyar dolar" ise hâlâ çok uzak. Bence yıldan yıla tekrarlanmaktan dolayı yıpranan bu "ajitatif hedef"i ya gündemden kaldırmak, ya da daha gerçekçi bir plana oturtmak gerekiyor (kimilerine göre "100 milyar hedefi" 2020 yılına kadar uzatılacak).

 

8 - İki ülke arasındaki ticari ve ekonomik ilişkilerin mükemmel olduğu söylenebilir mi?

 

Hayır. Ticaret ne kadar aktif gelişirse gelişsin epeyce sorunlu. Bir kere ortak ticari hacim taraflara dengeli olarak yansımıyor; ağırlık Rusya'nın enerji ihracatı. Ayrıca son yıllarda ikili ticaretin önündeki engellerin kaldırılmasından alışverişin Ruble ve TL ile yapılmasına kadar birçok açıklama yapılmasına ve adım atılmasına karşın, beklenen gelişme görülemiyor, bürokratik engeller aşılamıyor. Batı'nın yaptırım uygularken terk ettiği ticari konumlara yönelik Türkiye atağı da - kimi kısmi başarılar olsa da - bugüne kadar genellikle hayal kırıklığı yarattı.

Öte yandan Gazprom'un Almanya'dan sonraki ikinci müşterisi Türkiye (ki bu yıl büyük müşteriler arasında alım talebini düşürmeyen tek ülke), hem fiyatta ucuzluk hem miktarda artış istiyor. Rusya da Akkuyu Nükleer Santralı'na yönelik vergi indirimi peşinde.

Bu ve benzeri konuların bir kısmıyla ilgili olarak bugünkü Türk-Rus zirvesinden önemli karar ve anlaşmalar çıkabilir.

 

9 - Türkiye ile Rusya'nın ilişkilerinin gelişmesini engelleyen kimler ve nelerdir?

 

80'li yıllardan beri Ankara-Moskova ilişkilerini dikkatle izlemeye ve yorumlamaya çalışan biri olarak bu sorunun bana ilk hatırlattığı şu: Bu iki başkentin birbirine yaklaşmasının önünde hep çok fazla engel vardı, Kafkasya ve Orta Asya'daki rekabetten tutun da karşılıklı Çeçen ve Kürt "kartları"na kadar. Ne zaman bir yakınlaşma olsa üç taraftan şiddetli bir direniş olurdu: Türkiye'nin içinden, Rusya'nın (daha önceden Sovyetler'in) içinden ve "dışardan", en başta da "Okyanus ötesinden".

Bugün iki ülkede de ikili işbirliğinin gelişmesine karşı çıkanların konumları geçmişe kıyasla çok zayıfladı, "saf değiştirenler" çoğaldı. Mesela, yakın zamana kadar Türkiye düşmanı olan milliyetçi Rus lider Vladimir Jirinovski, şu sıralarda Kremlin'e, Rusya'nın çıkış yolu olarak "Türkiye ve İran'la daha da yakınlaşma" tavsiyesi veriyor.

Ama yine de iki ülkenin işbirliğinden rahatsız olanlar var. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden'in Türkiye ziyaretinde yaptığı konuşmaların merkezinde Rusya'ya yönelik eleştirilerin yer alması ilginçti.

Son haftalarda iki kaba provokasyon denemesi gündeme geldi. Önce İngilizce yayın yapan AWDnews.com sitesi, sözde İTAR-TASS Ajansı'nı kaynak göstererek, Valday Forumu'nda Putin'in Erdoğan'dan "demagog diktatör" olarak bahsettiğini öne sürdü. Ardından cont.ws sitesinde bu kez Moscow Times Gazetesi kaynak gösterilerek Putin ile Erdoğan arasında telefonda sert bir tartışma yaşandığı yazıldı. İki "haber" de asılsız çıktı elbette. Yazık ki, "siparişi verenler" ortaya çıkarılmadı.

 

10 - Rusya ile yakınlaşan Türkiye, demokrasiden uzaklaşır mı?

 

Erdoğan'ın giderek daha otoriter bir yönetim kurmasına tepki gösteren çevrelerin bir kısmı, onun "Putin'i örnek aldığını""Türkiye'nin Rusya ve Çin'e yönelerek demokrasiden uzaklaştığını" söylüyor.

Ben Rusya ile ilişkilerin geliştirilmesini istiyorum. Acaba böylelikle demokrasiye karşı mı çıkıyorum?

"Ergenekon süreci" içinde Türkiye'nin Batı'yla ilişkilerini geliştirmesine karşı direnen bazı siyasi isimler ve örgütler, "Rusya'ya ve İran'a yönelelim" gibi açıklamalar yaptılar. Bunların bir kısmının geçmişin azılı Rus/Sovyet düşmanı olması dikkat çekiciydi. Çoğunun ciddi bir Rusya bilgisi-birikimi  yoktu; içtenlikten uzaktılar.

Erdoğan da son yıllarda zaman zaman AB'ye karşı Rusya ve müttefiklerini bir "sopa" ya da tehdit unsuru olarak kullanmayı denedi (ki bu hatalı ve sığ yaklaşımla ne AB karşısında güçlenmeyi başarabildi, ne de Moskova'nın güvenini kazanabildi).

Bu tür yaklaşımlar, akla karayı ayıramayan ve genelde bir uçtan diğerine savrulan siyaset sahnemizde yanlış anlamalara yol açtı ve açıyor.

Türkiye'nin gideceği yol daha çok demokrasi, özgürlük ve insan hakları yolu olmalıdır. Sadece Türkiye değil, Rusya da dahil tüm ülkelerin ihtiyacı budur. Ve kendi iç dinamikleriyle demokratikleşmeyi başaramayan memleketimiz açısından AB ile ilişkilerin geliştirilmesi süreci son derece önemlidir.

"AB ile mi ilişkileri geliştireceğiz, yoksa Rusya'yla mı?" sorusu doğru değildir. Çünkü bunlar birbirlerinin alternatifi değildir.

Rusya, kültürel potansiyelinden devasa ticari imkânlarına kadar bizim için vazgeçilmez bir komşudur. Onunla ilişkileri geliştirerek hem refah düzeyimizi arttırma fırsatlarını değerlendirebiliriz; hem de BRİCS, BDT, ŞİÖ, Karadeniz, Hazar ve başka bölgelerle uluslararası örgütlerin merkezinde yer alan bir ülkeyle işbirliğinin sağladığı avantajlardan yararlanabiliriz.

 

@AksayHakan

Yazarın Diğer Yazıları

Cihatçılar Halep’e saldırdı, Rus basını Erdoğan’a ateş püskürdü

Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti

Savaşın yayılma eğilimi Türkiye için bir tehdittir

Toprak ve insan hayatı: Ben ikincisini daha çok önemserim, siyasiler ise genellikle toprağı seçer

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

"
"