25 Ocak 2025

Gerekli kelimeleri duyamamaktan, bulamamaktan dolayı yorgunuz

Dostluklardan, kitaplardan, filmlerden, şarkılardan biriktirdiğimiz o kelimeler, bir yerlerde bizim ilgi göstermemizi bekliyor

Aslında bu ülke çok güzel, çok renkli ve hareketli.

Şöyle bir baksan (bunu sık sık uçakların pencerelerinden bakarken düşünüyorum) neredeyse “yeryüzü cenneti”.

Ama hiç cennetteymişiz gibi yaşamıyoruz. Hatta bazen tersine, hayatımızın cehenneme dönüştüğü duygusunun altında eziliyoruz.

Günlerimiz hep dünlerimize benziyor; her gün karanlığı yeniden üreten bir başka sorun, yeni bir felaket, derinleşen kriz…

Bu mu bizim hak ettiğimiz yaşam?

Hani “hayat çok kısa” ya, bu kadar kısa bir koşuda bu kadar erken, bu kadar sık, bu kadar çok yorulmamız normal mi?

Son zamanlarda en fazla hissettiğim bu: yorgunluk.

Haberlerden, iktidarın ve muhalefetin açıklamalarından, siyaset uzmanlarının ve gazetecilerin yorumlarından…

İnsanların enerjisi tükenmiş yüz ifadelerinden ve sözlerinden…

Bakıyorum çevremde gördüğüm kişilerin neredeyse hepsi yorgun.

Yorgunluk dediğin şeyin en önemli bölümü motivasyon eksikliği, yani umut yetersizliği, kısacası umutsuzluk!..

* * *

Murathan Mungan ne diyordu:

İyi miyim, değil miyim bilmiyorum ama ruhumun yorgun olduğu kesin.

Yorgunluk benim genel halim.

Bana, 'Nasılsın?' diye soranlara, en sık verdiğim yanıtın 'Yorgunum', demek olduğunu keşfettiğim günden beri, daha bilinçli olarak 'Yorgunum.'

Şu memlekette yaşayıp da yorgun olmamak mümkün mü?

Beden yorgunluğu dediğinden ne olacak, iki-üç dinlenmeyle geçer, ama ben aslında vatan yorgunuyum!

Ruh yorgunuyum, gönül yorgunuyum, hayat yorgunuyum; öğrenmek, bilmek, anlamak, anlamamış gibi yapmak, düşünmek, hissetmek, tanımak, tanık olmak, katlanmak, anlayış göstermek, görmezden gelmek, üzerinde durmamak, idare etmek, üzülmemiş görünmek, alışmak, alışamamak, sabretmek, katlanmak, beklemek yorgunuyum.”

Ne güzel, ne acı anlatmış değil mi? Vatan yorgunuyuz!”

* * *

Güç, otorite ve iktidar sahipleri hem yeteneksiz ve beceriksiz hem de aşırı hırslı. Ellerindeki hiçbir yetkiyi devretmek istemiyorlar. Tersine sahip oldukları ne varsa ona sımsıkı sarılıp yenilerini ele geçirmeye çalışıyorlar.

Bunun için her gün bir şeyler söylüyorlar.

Kelimeler, gerekli gereksiz vurgular, bağırışlar, kaçamak bakışlar, soğuk damgalı sert kararnameler ve yasalar…

Her gün, her gün bir sürü kelime uçuşuyor havada…

Ruhları olmayan, yaralarımıza bastıramayacağımız tonla cümle…

Ben artık onları duymaya başladığım anda, kulaklarım sanki Everest’in tepesine çıkıyormuşum gibi tıkanıyor, uğulduyor.

Kulaklarımdan gözlerime, oradan tüm vücuduma bir uyuşma hissi yayılıyor.

Ben artık bu sözleri, bu sesleri duymak istemiyorum!

İs-te-mi-yo-rum!

Bazen muhalefet, iktidarın kelimelerinden bazılarını tutup tersine çeviriyor, zekâ oyunları yapıyor, polemik sanatını konuşturuyor.

Ama ortaya çıkan sonuç yine heyecanlandırmıyor.

Kelimeler parlak, akıllı, doğru… Ancak ruhları yaramızı saramıyor.

Umudumuz, motivasyonumuz artmıyor. Yorgunluğumuz geçmiyor.

 * * *

Gerekli kelimeleri duyamamaktan, okuyamamaktan, bulamamaktan dolayı yorgunuz.

Ancak biz, kendimiz de söyleyemiyoruz bu sözleri.

Sadece memleket meselelerinde değil. İşimizde, arkadaşlıklarımızda, özel hayatımızda.

Bazen aramıyoruz bile.

Susmak daha kolay görünüyor. Susmak ve batmak yavaş yavaş, canımız yansa da (veya birilerin canını yaksak da) aldırmadan sessiz bir kaygısızlığın içine gömülmek.

Bu edilgenlik, bu boş vermişlik artık her alanda hayatın normu oluyor.

Oysa bir canlansak ve içimizdeki sönmeyen ateşten sımsıcak duygu yüklü birkaç içten ve ışıklı kelime çıkarabilsek.

Yaramızı ve yaralarımızı sarsak o kelimelerle.

Hayata ve umuda tutunsak tekrar onların yardımıyla.

Evet, bu karanlık ve soğuk ortamda o kelimeler bir yerlere kaçıştı. Ama onlar hâlâ var, yaşıyorlar.

Onlarca yıldır dostluklardan, kitaplardan, filmlerden, şarkılardan çok biriktirdik onları, buna emin olun.

Hayatın anlamını biraz olsun açıklayan, bizi bize anlatan, yalansız ve derinlikli cümleler, bir yerlerde bizim ilgi göstermemizi bekliyor.

Biraz canlanıp onlara doğru uzansak…

Henüz çok geç olmadan.

Özdemir Asaf’ın uyarısını unutmadan:

“Her şeyi zamana bıraktık, zamanımız var mı bilmeden...”

Hakan Aksay kimdir?

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Trump, Putin’i “dostça” tehdit etti

Putin'in aklında 80 yıl önceki Yalta Konferansı'nda olduğu gibi "dünyayı bölüşme" düşüncesi var

Kederde, tasada, sevinçte ve “korkuda” birlik

"Hiçbir şey insan ruhunu ödleklik ve korkudan daha fazla esir alamaz” demiş Hemingway

“Cilalı Trump Devri”: Siz de komşunuzun mağarasını işgal edebilirsiniz

Trump Grönland, Kanada ve Panama Kanalı üzerinde hak iddia ederek dünyanın nereye gideceğinin ilk sinyalini verdi

"
"