Ekonominin büyüme dönemlerinde serbest piyasaya müdahalelerden kaçınması beklenen devlet, kriz dönemlerinde ise çalınan ilk kapıdır. Bu krizde de böyle oldu; olması da doğaldır. Kriz dönemlerinin favorisi, Keynesyen politikalardır.
Bugüne kadar 35 ülke tarafından irili ufaklı kurtarma/canlandırma paketleri açıklandı. Bu paketlerin toplam değerinin 4 trilyon dolara yaklaştığı tahmin ediliyor. Bankaları kurtarmaktan, vatandaşlarına nakit para dağıtmaya, zor durumdaki şirketlere ait hisse ve tahvilleri almaktan vergi indirimlerine kadar devletler, ekonomilerinin krizi en hafif hasarla atlatması için çalışıyor. Ancak bugünlerde devletler, kurtarma paketleri ile müdahalelerinin yanında, yeni (aslında çok eski) bir rol üstlenme sürecine doğru ilerliyorlar. Bu rolün adı korumacılık.
Korumacılık, en kısa ifadeyle, sermayenin ülke sınırları içinde tutulması demek. Buna göre, A ülkesindeki sermaye sahipleri, yatırım teşviki, ucuz enerji ve işgücü gibi avantajlarına rağmen, yatırımlarını B ülkesinde değil, kendi ülkesinde yapacak. Karı A ülkesinde kalacak, A ülkesindeki insanlara iş sağlanacak. Ayrıca, tüketiciler de A ülkesinde üretilen malları satın alacak. İthalata kotalar, yüksek tarifeler, sübvansiyonlar yoluyla bazı kısıtlar getirilecek. Dolayısıyla, dış ticaret hacmi daralacak, ekonomiler daha dışa kapalı hale gelecekler. Ülkedeki işletmelerin yabancılara satışına engeller getirilmesi de korumacılık kapsamında.
Korumacılık uygulamalarını yakın zamanda Asya krizinde gördük. Stratejik işletmelerin ya da sektörlerin korunması amacıyla gündeme geldiği de oluyor. Ancak son günlerde ortaya atılan iddialar ve dile getirilen öneriler, bu sefer işin o kadar basit ve geçici olmadığını gösteriyor. ABD’nin yeni canlandırma paketi, yerli malı kullanımını öngörüyor. Yasadaki “Amerikan malı kullanımı” ifadesi uzun tartışmalardan sonra esnetildi. Yine de, canlandırma paketinin önemli bir adımı olan altyapı yatırımlarının, ABD’de üretilen demir ve çelikle gerçekleştirilmesi isteniyor. Avrupa’da durum farklı değil. İspanya, Fransa, Yunanistan ve İngiltere’de bankaları iyileştirmek için enjekte edilen paranın sadece yurtiçinde kredi olarak kullandırılması öngörülüyor. Nicolas Sarkozy’nin, otomotiv sektörünü kurtarmak için harcanacak fonların, üretimin Fransa’da yapılması şartına bağlanmasını savunduğu konuşuluyor. Hindistan çelikte, Rusya otomobilde, Ekvator ette ithalat vergilerini artırdı.
Bu tip uygulamaların bir sonraki adımı ithalatı yasaklayıcı önlemlerdir. Bu aşamaya gelinmesi çok zor fakat, geçmişte girişilen sınırlayıcı uygulamaların bir fayda getirmediğini bilginize sunarım. 1929’daki Büyük Buhran döneminde ABD öncülüğünde başlayan gümrük tarifelerini artırma girişimi, bütün dünyaya yayılmış ve dış ticaret hacmi çökmüştü. Bugünlerde de korumacılığın faydadan çok zarar getireceğine yönelik uyarılar artmaya başladı. Geçtiğimiz pazartesi günü Avrupa Komisyonu ay sonunda bu konuda acil bir zirve toplanacağını açıkladı.
Özellikle son otuz yılın ticari felsefesi, kısıtlama ve engellerinin kademeli olarak ve tamamen ortadan kaldırılması oldu. Dünya Ticaret Örgütü yıllardır bu amaçla çalışıyor. Son otuz yılda dünya ihracatındaki büyüme, ekonomik büyümenin yaklaşık üç katına ulaştı. Fakat kriz dünya ihracatını da vurdu. Sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada dış ticaret hacmi düşüyor. 1982’den beri ilk kez dünya ticaretinin gerilemesi (Dünya Bankası tahmini -%2.1) bekleniyor. Yabancı yatırımlarda ise %80’e varan bir azalma (Bu, Türkiye’nin de yabancı yatırım çekmekte zorlanacağı anlamına geliyor) bekleniyor. Buna bir de korumacılığın eklenmesi, büyümelerini ihracatla sağlayan birçok gelişmekte olan ülke için de bir tehdit olacaktır. Bunlar tehlikeli uygulamalardır. Yıllardır arzulanan ticareti serbestleştirme amacına, Avrupa ortak pazarı ruhuna ve GATT anlaşmasının felsefesine aykırıdır.