Dün Türkiye ekonomi medyası, IMF’de Dominique Strauss-Kahn’dan boşalacak başkanlık koltuğuna Kemal Derviş’in geçebileceği haberine odaklanmıştı. Haber, “sonraki başkanın AB dışından olma ihtimali”nden bahsediyor ve bunun ne kadar da alışıldığın dışında olduğuna vurgu yapıyordu.
Doğru, Strauss-Kahn görevi bırakacak ve muhtemelen sonraki Fransa Cumhurbaşkanı olacak. Ama sonraki başkanın AB dışında olması hiç de beklenmedik bir durum değil. Hatırlarsanız, kriz döneminde pek de moda olan G-20 Zirvelerinden birinde, 2009 yılında, IMF’nin sermayesinin güçlendirilmesi, bundan sonraki başkanlarının G-20 üyelerinden seçilmesi gibi değişiklere yönelik kararlar alınmıştı. Bu sefer mi başlar bilinmez ama artık IMF Başkanı AB’den olacak diye bir kural zaten yok.
Pekiyi, önceki başkanlar AB’den miydi derseniz; evet öyleydi. ABD ve Avrupa Birliği arasındaki bir sözlü anlaşmaya göre IMF Başkanı Avrupa yakasından, Dünya Bankası Başkanı ABD yakasından seçiliyordu. IMF’nin önceki başkanlarından üçü Fransa, ikisi İsveç, birer tanesi ise Almanya, İspanya, Belçika ve Hollanda’dandı. Ne fark ediyordu derseniz, bence hiçbir şey.
Gelelim Kemal Derviş’e…
Valla adamın kaderi güzelmiş mi denir, kariyeri parlakmış mı denir, networkü pek de genişmiş mi denir bilmem ama önce Dünya Bankası’nda başkan yardımcılığı, sonra Türkiye’de bakanlık, ardından, Birleşmiş Milletler Gıda Fonu, son olarak da ABD’de Brooking Enstitüsü’ndeki görevleri diğer adaylarla (merkez bankası başkanları, eski bakanlar ve hala bakan olanlar) kıyaslandığında çok daha parlak bir özgeçmişe sahip olduğunu gösteriyor.
Ama bunlardan ziyade, yeni başkanın uluslararası toplumla diyalog kurmakta başarılı olması büyük bir avantaj olabilir. Örneğin Dünya Bankası Başkanı Zoellick bu konuda şüphesiz sınıfta kalacaklardan biri. Halbuki selefi Wolfensohn (delik çoraplı olarak da bilinir) ona taş çıkartacak kadar aktifti. Gelin görün ki; seçim sırasında bu da pek dikkate alınmayacaktır.
IMF’nin 187 üyesi var. Her üye ülkenin ilgili bakanı (genellikle maliye bakanı) yılda bir kez guvernörler kurulu toplantısı yapıyor. Ancak IMF’yi yöneten bunlar değil, 24 kişilik bir yönetim kurulu. Yönetim kuruluna en büyük beş üye (ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, Japonya) doğrudan atama yapıyor. Rusya, Çin ve S. Arabistan’ın da birer üye hakkı var. Kalan 16 sandalye için seçim yapılıyor. Yapılan seçimde de genellikle oy hakkı yüksek olan ülkenin adayı seçiliyor. Başkanı seçecek heyet de bu yönetim kurulu.
Bugünkü yapıda 24 kişilik kurulun 9’u Avrupa’lı. Tabii bu değişecek ancak, önceki gün The Guardian’ın iddia ettiği gibi Avrupalılar Kemal Derviş’i seçecek olsa bile; hem sayıları az olduğu için, hem de eskisi gibi Başkanı seçme hakları olmadığı için bu bir şey ifade etmiyor. Diğer yandan onların da kendi adayları var. Örneğin Fransa Maliye Bakanı Lagarde da onlardan biri ama biri Fransızlara dur demeli. Şimdiye dek dokuz başkanı olmuş bir örgüte 3 başkan sokmuşken ve son başkan Strauss-Kahn da bir Fransızken yeni bir Fransız adayın şansı olamaz.
İki yıl önce “Artık başkan sadece Avrupa’dan olmasın; gelişmekte olan ülkelerden de başkan seçilebilsin” diyen ve bunu kabul ettiren onca ülke varken, Türkiye’nin sesi bu konuda çok da gür çıkmıyordu. O nedenle şimdi, onca çaba vermişken Hintliler, Güney Afrika’lılar neden kendi adaylarına değil de Kemal Derviş’e destek olsunlar?
Normal şartlar altında bir seçim yapılacakken bu tür sorular ve analizler işe yarayabilir. Ancak yazıya konu olan gibi üst pozisyonlarda bunların hepsinin arka plana düşme ve ülkeler arası müzakereler sonucunda hiç umulmadık birinin bile başkan seçilme ihtimali var. Kaldı ki; Derviş pek çok adaydan daha donanımlı olduğu için şansı sanılandan daha yüksek olabilir.