Son birkaç gündür ABD dolarındaki değer kaybının ekonomi üzerindeki muhtemel etkilerini paylaşmaya çalışıyorum. Bugün de izninizle bu konuya devam edeceğim.
Dünya Ticaret Örgüt Başkanı Pascal Lamy, dün yaptığı bir açıklama ile serbest ticaretin önündeki en büyük engelin işsizlik olduğunu söyledi. İlk bakışta “Ne ilgisi var?” diyebilirsiniz; ama aslına bakarsanız bu ikisi arasında önemli bir ilişki var.
İşsizlik ve Uluslararası Ticaret
ABD’de işsizlik oranı 1983 Nisan’ın dan beri en yüksek düzeyine ulaştı. Şu anda işsizlik oranının yüzde 10.7 olduğu ABD’deki işsiz sayısı 15,7 milyon kişi. İşsizlik bütün Avrupa ülkelerinde, Japonya’da ve birçok gelişmekte olan ülkede de artıyor. AB’de işsizlik oranı yüzden 10, Japonya’da yüzde 5, Türkiye’de yüzde 13 civarında seyrediyor. Aşağı yukarı herkesin hemfikir olduğu konu, kriz sonrasında işsizliğin en geç çözüm bulunabilecek sorun olduğu.
ABD hükümeti hem işsizliğe çözüm bulmak, hem dış ticaret açığını daraltmak, hem daha ucuza borçlanabilmek için şu ana dek dolardaki değer kaybından şikayetçi değil.
İşsizlik sorunu büyüdükçe, ülkelerde hem yurtiçi hem yurt dışı talepte gerileme yaşanıyor. Çünkü, daha çok işsiz, daha düşük talep anlamına geliyor. Hal böyle iken, bazı ülkeler kendi içlerindeki üretimi ve istihdamı artırabilmek için ithalata kısıtlayıcı tedbirler getirdiler.
Bunların hemen hepsi gelişmekte olan ülkeler sınıfında yer alsa da; ABD hükümetinin ilan ettiği canlandırma paketi kapsamında, ABD malı alınmasına yönelik kampanya başlattığını ve gelen tepkiler üzerine bunu geri çektiğini hatırlatmak isterim. Çin hükümeti de, benzer şekilde ülkede yapılan yatırımlarda hammadde, aramalı ve yatırım mallarının Çin’den alınmasını şart koştuğu biliniyor. Sözün özü şu ki; işsizlik birçok ülkede dış ticaret alanında korumacı önlemler alınmasına neden oldu.
Fakat göz ardı edilen şey şu ki; işsizlik, sadece birkaç ülkeye mahsus bir sorun değil. Yaklaşık yetmiş ülkede işsizlik oranında ciddi sayılabilecek artışlar oldu. Önlem olarak korumacı önlemler alan ülkelerin sayısı da buna yakın. İstihdam hem iç talepteki hem de dış talepteki gerileme nedeniyle düştü; fakat bir de korumacılık faktörü buna eklendiğinde ortaya, ‘işsizliğin en son çözümlenebilecek sorun olduğu’ gibi bir sonuç çıkıyor.
Yeniden ABD’ye dönelim. Dünyanın en büyük ithalatçısı olan bu ülkenin para birimindeki düşüş, ABD’li tüketicilerin yurtdışından aldıkları malların dolar cinsinden fiyatının yükseleceği anlamına geliyor. Bu demektir ki, başta Çin olmak üzere ABD’ye ihracat yapan ülkeler, doların seyri böyle devam ederse, ihracatta bazı zorluklar yaşayabilecekler. Bu da bizi, bu ülkelerin ekonomilerinde ve istihdam piyasalarında iyileşmenin gecikeceği gibi başka bir sonuca götürüyor.
Petrol Fiyatındaki Artış
Dikkat edilmesi gereken bir sorun daha var ve bu sorun büyümeye devam ediyor: artan petrol fiyatı. Geçen yaz, dolar en düşük değerinde ve borsalar zirvelerindeyken, petrolün varil fiyatı 147 dolara kadar yükselmiş; sonra krizin sarsıcı etkisiyle 35 dolara kadar gerilemişti.
Bugünlerde petrol yaklaşık 80 dolardan işlem görüyor. ‘Talep artmıyorken, petrol fiyatı nasıl yükselebilir?’gibi bir soruya verilecek cevaplar arasında ilk iki sırada ‘dolardaki değer kaybı’ ve ‘spekülasyon’ geliyor.
Sebebi ne olursa olsun, artan petrol fiyatı birçok ülke için bir sorun olarak beliriyor. Zira fiyat artışı, maliyetlere; o da ürün fiyatlarına yansıyor. İnsanların geliri artmıyorken (hatta tersine düşüyorken), ürün fiyatlarındaki artış, tüketimin azalması gibi bir sonuca neden olacaktır. Peki dünya devletleri bir taraftan krizin etkilerini hafifletmek, bir taraftan üretim ve tüketimde artış için 15 trilyon dolara yakın finansman sağlarken ve diğer taraftan son aylarda verilen bu yardımların geri çekilmemesi için art arda uyarılar yapılıyorken, petroldeki yükselişin olumsuz etkilerini görmüyorlar mı?