Küresel krizle birlikte dünya ekonomi gündemindeki yerini pekiştiren G-20, bugünlerde yeniden gündemde. Bir süredir teknik çalışmaları ve hazırlıkları yapılan G-20 Liderler Zirvesi, yarın Seul’de başlıyor. Böylece krizin başlaması ile periyodik olarak toplanmaya başlayan dünya ekonomisinin önde gelen ekonomilerinin liderleri Washington, Londra, Pittsburgh ve Toronto’dan sonra beşinci kez bir araya geliyorlar.
G-20, dokuz gelişmiş (AB de temsil ediliyor), on bir yükselen ülkeyi bir araya getiren bir oluşum. Üye ülkeler dünya milli gelir toplamının %85’ini oluşturuyor, ihracatının %80’ini yapıyor. Bu nedenle, benzeri uluslar arası girişimlerle kıyaslandığında G-20, daha etkili bir tartışma ve politika belirleme ortamı yaratıyor. 1999’da oluşturulan ve resmi adı ‘Yirmiler Grubu’ olan bu yapının bir üyesi de Türkiye.
Şu ana dek yapılan dört zirve içinde en kritik kararların alındığı organizasyon 2 Nisan 2009’da Londra’da yapıldı. Hedge fonlara mali denetim yolunun açılması, IMF’nin kullandıracağı fonların 750 milyar dolara çıkarılması, Dünya Bankası’na 100 milyar dolar ek kaynak sağlanması, IMF ile birlikte çalışacak bir Mali İstikrar Fonu kurulması, kredi derecelendirme kuruluşlarına daha sıkı denetim getirilmesi, bilgi saklayan vergi cennetlerine yeni vergi düzenlemeleri getirilmesi ve dış ticarette korumacılığa karşı önlemler alınmasının kararlaştırıldığı Londra toplantıları, o günlerde birçok kesim tarafından takdir edilmişti.
Obama, zirveyi: “G-20 krizde dönüm noktası olacak” ifadesi ile değerğendirirken, Sarkozy: “Düşünemeyeceğimiz kadar kapsamlı bir anlaşma oldu” demiş; Merkel ise anlaşmayı: “Ortak aklın zaferi” olarak yorumlamıştı.
Dünyanın yeni sorunları var
Aradan bir buçuk yıl geçti. Ekonomi toparlanmaya başladı. Hatta toparlanma hemen herkesin beklentisinin ötesinde bir hıza ulaştı. Fakat süreç her ekonomide farklı boyutlarda ilerledi. Bazıları hızla düzlüğe çıkarken, bir kısmı diplerdeki seyrine devam etti. Bu nedenle artık ülkeler yeni sorunları gündeme taşımaya başladılar. Londra zirvesinde alınan kararların tamamının uygulandığını söylemek zor. Sanırım bununda etkisiyle iki yıl önce büyük umutlarla beklenen G-20 Zirveleri artık eskisi gibi heyecan yaratmıyor.
22 ve 26 Ekim tarihli T24’te, Vedat Özdan’ın G-20 Maliye Bakanları Toplantısı ile ilgili yorumlarını okuduk. O toplantılarda olduğu gibi Liderler Zirvesi gündeminin tepesinde de kur savaşları var.
Dünya Ticaret Örgütü’nün yasakladığı ithalatı kısıtlayıcı önlemleri aşmanın en kestirme yolu olan yerli parayı değersizleştirmek (ABD ve Çin), ya da en azından değerlenmesini engellemeye çalışmak (Brezilya, Japonya, Güney Kore, İsviçre) krizden çıkış sürecinde çok ülkenin canını yakıyor. Bu sürece katılmak da (savaşı kızıştıracağı için), süreci uzaktan izlemek de (hiçbir şey yapmayarak kaybetmeye mahkum olunacağı için) tehlikeli bir seçim.
FED’in geçen hafta açıkladığı 8 ay vadeli ve 600 milyar dolar büyüklüğündeki ikinci parasal genişleme sürecini de bu paralelde yorumlamak gerekiyor. Nitekim geçen hafta alınan bu karar, Almanya, Çin, Brezilya ve Rusya’dan ciddi tepkiler aldı. G-20 Zirvesi tepkilerin en üst düzeyde dile getirileceği bir ortam olacaktır.
Yolun karşı tarafına geçtiğimizde ise ABD’nin Çin’i parasını yapay olarak değersiz bıraktığı yönündeki eleştirilerini görüyoruz. Buna hak vermemek mümkün değil. Zira Çin’in değersiz yuan politikası sadece ABD ekonomisine değil, bütün dünyaya zarar veriyor. Son iki ayda yuanda kademeli bir değerlenme görmüş olsak da; bu, G-20 sonuç deklarasyonunda da muhtemelen göreceğimiz “yeni, istikrarlı ve dengeli bir küresel büyüme” hedefi için asla yeterli olamaz. O nedenle ben, dünya ekonomisinin geleceği için ilk adımın mutlaka Çin’den gelmesi gerektiğini düşünüyorum.
Avrupa Birliği ise yolun ortasında kalmış, kendinden kaynaklanan hatalar nedeniyle gelen geçenin çarptığı bir ekonomiye sahip. Hem Çin, hem de ABD’nin aldığı önlemler Avrupa ekonomisine zarar veriyor. Bir taraftan kendi dinamiklerinden kaynaklanan hantallık ve düşük rekabet gücü, bir taraftan yüksek borç sorunu, diğer taraftan zayıf seyreden tüketim ve yüksek işsizlik oranları, toparlanma sürecindeki en zayıf halkayı kaçınılmaz bir şekilde AB yapıyor. Bizim medyamızda neden yer almadığını bilmiyorum ama bu hafta Portekiz, İrlanda ve İspanya devlet tahvillerinin risk primleri yeni zirvelerine ulaştı. Altı ay önce Yunanistan, 110 milyar Euro büyüklüğündeki AB-IMF yardımını aldığında bile risk primleri bu kadar yüksek değildi. Ama dünya piyasaları, bunları görmek yerine ABD kaynaklı uçan balonları izleyerek mest olmayı tercih ediyor.
Liderler Zirvesi yarın başlıyor. Artık alınacak kararları konuşma vakti.