2010 yılı Ekonomik Özgürlük Endeksi, Heritage Foundation tarafından açıklandı. 183 ülkenin incelendiği endekste başı son yıllarda olduğu gibi Hong Kong çekiyor. Ama gelin, detaylara inmeden önce endeksin ne olduğuna bakalım.
Ekonomik özgürlük, insanların çalışma, üretme, tüketme ve yatırım yapma tercihlerini diledikleri gibi kullanabilmeleri, bu hakkın devlet tarafından korunduğu ve sınırlandırılmadığı durumu ifade ediyor. Dolayısıyla ekonomik özgürlük derecesi yüksek ülkelerde, bireyler bu özgürlükleri yaşadığı gibi, malların, emeğin ve sermayenin serbest dolaşımı sağlanıyor.
Endeks, ekonomik özgürlüğü on alt boyutta inceliyor: iş özgürlüğü, ticaret özgürlüğü, vergi özgürlüğü, kamu harcamaları, parasal özgürlük, yatırım özgürlüğü, mali özgürlük, mülkiyet özgürlüğü, yolsuzluktan uzaklık ve emeğin özgürlüğü. Her bir özgürlüğün de alt belirleyenleri var ama izninizle onlara burada değinmeyeceğim.
Listenin ilk on sırasında, Hong Kong, Singapur, Avustralya, Yeni Zelanda, İrlanda, İsviçre, Kanada, ABD, Danimarka ve Şili geliyor. Bu sıralama, Şili dışında, size şaşırtıcı gelmiyor olabilir.
Hafta başında Şili seçimleri ile ilgili yazımda, Devlet Başkanı Bachelet’nin ülkesine çok şey kazandırdığını söylemiştim. Onlardan biri de, ülkesinin bu sıralamadaki yeri. Zira Şili, ekonomik özgürlük endeksinde en yüksek puanı 2008’de almıştı ve sekizinci olmuştu.
İşte iyi haber: Türkiye bu yılki sıralamada puanını en fazla yükselten üç ülkeden biri. En büyük sıçramayı 2.9 puanla Polonya’nın yaptığı araştırmada, Meksika 2.5 puanla ikinci, Türkiye 2.2 puanla üçüncü. En fazla puan kaybeden ülkeler ise sırasıyla ABD, İngiltere, Çin, Hollanda ve Belçika.
Kamu Harcamaları İşe Yaramıyor mu?
Araştırmanın öne sürdüğü sonuçlardan biri, OECD ülkelerinde 2007-2008 döneminde artan kamu harcamalarının, ekonomilerin büyümesine yardım etmediği yönünde.
Doğru, bir taraftan devletler daha fazla harcama yaptı ama diğer taraftan ekonomileri küçülmeye devam etti. Ama bunun detayına inildiğinde önümüze şöyle bir resim çıkıyor: Yapılan harcamaların bir kısmı mali sektör kurumlarının kurtarılmasına giderken, bir kısmı da yatırım harcamalarına ayrıldı.
Mali sektör için yapılan harcamaların ekonomiyi büyütmemesi normaldir. Ekonomide büyüme yaratacak olan harcamalar yatırım harcamalarıdır. Ancak kamu kaynaklarının büyük kısmı bankaları kurtarmaya harcandığı için bunların büyüme üzerindeki etkisi sınırlı kaldı. Sınırlı kaldı diyorum çünkü ‘hiç etkisi olmadı’ demek bence mümkün değil. O zaman, belki şu soruyu sorabiliriz: “Hiç kamu harcaması yapılmasaydı, ekonomiler yine aynı oranda mı küçülecekti?”
Hayır, daha fazla küçüleceklerdi. Türkiye de öyle.
Biraz da Türkiye’nin endeksteki yerine bakalım…
Türkiye
Türkiye’nin ekonomik özgürlük puanı 63.8 ve dünya sıralamasında altmış yedinci konumda. Gerilerde görünmesine rağmen, geçen yıla göre en fazla gelişme gösteren üçüncü ülke olması ve on kriterin sekizinde dünya ortalamasının üzerinde olması iyi bir işaret. Ancak, Avrupa’da incelenen 43 ülke arasında 31. sırada yer almasına bir eksi koyulabilir.
Türkiye’nin, Portekiz ve Fransa ile neredeyse aynı sırada olması ve Yunanistan, İtalya, Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’in oldukça üzerinde bulunması ülkemizin pozisyonu konusunda daha net bir görünüm veriyor.
Türkiye’nin ortalamanın altında kaldığı iki özgürlük boyutu var: parasal özgürlük ve emek özgürlüğü.
Parasal özgürlük, son üç yıldaki enflasyon ortalamasını ve fiyat kontrollerini yansıtan bir gösterge. Gelecek yılki endekste, düşen enflasyon nedeniyle bu faktördeki puanın daha da yükselmesi mümkün.
Emek özgürlüğü konusunda ise durum biraz karışık. Çünkü bu boyuttan daha yüksek puan alabilmek için esnek istihdam politikalarının yaygınlaşması, kıdem tazminatının aşağı çekilmesi, işten çıkarma öncesi ihbar süresinin kısaltılması, işten çıkarmaların kolaylaştırılması gerekiyor.
Bu alanlarda Türkiye’de değişiklik yapılması ‘mümkün değil’ demek yanlış olmaz sanırım. Fakat, ücretten yapılan kesintilerin yüksek olduğu ve kayıt dışı istihdamın büyük oranda bundan kaynaklandığı bir gerçek.