Son haftalarda farklı kurumlardan dünya ekonomisinin 2010 performansına yönelik tahminler geliyor. Beklentiler gelecek yıl dünya ekonomisinin yüzde 3 ile 4 arasında büyüyeceği yönünde.
Bunlar arasında en fazla itibar edileni IMF’nin tahminleri. IMF’ye göre 2010’da dünya ekonomisi yüzde 3.1 büyüyecek. Gelişmiş ülkeler için büyüme tahmini yüzde 1.3 ile sınırlıyken, yükselen ve gelişmekte olan ekonomilerin yüzde 5.1 büyümesi bekleniyor.
2010’da Çin ‘in yüzde 9, Hindistan’ın yüzde 6.4, Brezilya’nın yüzde 3.5, Rusya’nın ise yüzde 1.5 büyüyeceği tahmin ediliyor.
Görünen o ki; dünya ekonomisinin yüzde 3.1 oranında büyümesi durumunda bunu sağlayacak ülkeler yükselen ve gelişmekte olan ülkeler. Bunların başında da yine Çin geliyor. Çin bu yılki ortalamayı yukarı çektiği gibi, gelecek yılı da kurtaracak.
Bazıları farkında olmayabilir fakat, Çin’in bunu daha ne kadar sürdürebileceği önemli bir sorun. 12 Kasım ve 25 Aralık tarihlerinde bunun nedenlerine değinmiştim. O nedenle bugün Çin’le ilgili başka bir konuya işaret etmek istiyorum.
Birkaç satır yukarıda “kurtaracak” diye mecazi bir ifade gördünüz. Çin’in hızlı büyümesi dünya büyüme hızını matematiksel olarak yukarı çekiyor. Ayrıca, hızlı büyüyen Çin diğer ülkelerden daha fazla ithalat yapıyor. Bu da Çin’e mal satan ülkelerin ihracatını artırıyor. Fakat, hızlı büyüyen Çin aynı zamanda birçok sektör ve ekonomisi bu sektörlere bağlı çok sayıda ülke için bir dezavantaj yaratıyor. Bunun en yakın örneği biziz. 2001 krizinden sonra kesintisiz yirmi sekiz çeyrek büyüyen bir ülke olan Türkiye, buna rağmen işsizliği aşağı indiremedi çünkü, ülkemizde üretilen birçok mal daha ucuza mal edildiği için Çin’den ithal edilmeye başladı. İthalatımızda Asya’ya yönelme trendinin 2004-2008 döneminde daha güçlendiğini veriler kanıtlıyor.
Çin sadece Türkiye’ye değil bütün dünyaya karşı bu tür bir ticaret avantajına sahip. Bu avantajı yaratan en önemli ve tartışılan neden Çin’in izlediği “düşük yuan” politikası. Bu politikanın iki amacı var. İhracatı artırmak ve iç pazarın gelişmesini sağlamak.
Yuanı dolara sabitleme politikası 2005 yılına kadar devam etti. O zamana kadar 1 dolar, 8.27 yuana denkti. Bundan sonraki dönemde ise dar bir bantta hareket eden yarı-sabit kur politikasına geçildi. Yuanın yavaş yavaş değer kazandığı bu dönemde 1 dolar, 6.8 yunana kadar geriledi. Ancak geçen yılın sonlarına doğru yeniden sabitlenen kur ile Çin yine eleştiriler almaya başladı. Sadece 2009 yılında yuanın diğer para birimlerine karşı yüzde 9 değer kazanması gerekirken, sabit kur nedeniyle, bu Çin’in kazanç hanesine yazıldı.
Son aylarda Çin’e yönelik eleştirilerin dozu da bu eleştirileri getiren ülkelerin sayısı da artıyor. Artık sadece ABD ve AB değil, Rusya ve Brezilya’da Çin’in, düşük yuan politikasından vazgeçmesini istiyor. Bunun da etkisiyle Çin Başbakanı Wen Jiabao, iki gün önce bir açıklama yaparak uyguladıkları politikadan vazgeçmeyeceklerini açıkladı.
Çin Başbakanı’na göre sabit kur politikası dünyanın krizden çıkış çabalarını destekliyor. Doğru, yukarıda saydığım iki nedenden ötürü bu politika, dünya ekonomisi açısından kısa vadede olumlu görünebilir. Fakat bu politikanın dünyanın iyiliğine olduğuna aklı başında kimse inanmaz. Çin’in kendine has kırılganlıklarını (25 Aralık tarihli yazı) bir tarafa bırakalım; sadece bu politikası bile uzun vadede yeni bir küresek krizin nedeni olabilir.
O zaman da şu soru akla gelebilir: Çin uyguladığı bu politikadan vazgeçmeli midir? Hiçbir devlet, kurum ya da kişi Çin’i bu konuda eleştirmekten öteye geçip, bundan vazgeçmesini isteyemez. İstese de bu, sonuç alacağı anlamına gelmez. Ayrıca sabit kur politikası sadece Çin tarafında değil, özellikle Orta-Doğu ülkeleri olmak üzere çok sayıda ülke tarafından uygulanıyor.
Sorun sadece bu politikada değil; aynı zamanda Çin’in söylem değişikliklerinde. 11 Kasım’da Çin Merkez Bankası, yuanın içinde dolardan başka para birimlerinin de olduğu yeni sepete bağlanabileceğine yönelik açıklamalarından sonra, iki gün önce Win Jiabao’nun sabit kur rejimini savunmasının pek de tutarlı olduğu söylenemez. Çin’in bu politikası ülkeyi giderek istenmeyen ortak konumuna sürükleyebilir.
“Acaba, Çin de ne yapacağını bilemiyor mu, yoksa bu basit bir oyalama taktiği mi?” diye bir soru da geliyor aklıma.