Dün, Marc Feber’in, Çin ekonomisinin krize girebileceği yönündeki ifadelerinin haber yapılmasının ardından, son sekiz aydır aynı olasılığı savunan biri olarak birkaç şey söyleme ihtiyacı hissettim.
Son aylarda, bir yerlerde “Çin” adını duyarsanız hemen yanında şu dört şeyden birini de duyarsınız: ‘hızlı büyüme’, ‘ihracat şampiyonu’, ‘dev rezervler’ ve ‘düşük değerli yuan’. Bence bunlara bir tanesini daha eklemek mümkün; o da ‘risk’.
Buyurun başlayalım…
Çin, 21 Temmuz 2005’te alınan bir kararla daha önce 8,27 olan dolar/yuan kurunu yüzde 2,1 revalüasyonla 8,11’e çekmişti. Bu tarihe kadar sabit kur rejimi izleyen Çin, kendi parasını diğer paralara karşı kontrollü bir dalgalanmaya bıraktı. 2005’e kadar 8,27 düzeyinde seyreden kur bugüne kadar yüzde 24,6 düşerek 6,83’e geriledi. Yani, yuan dolara karşı değer kazandı. Şimdi, bunun daha da düşmesi, yani yuanın değer kazanması için, Çin’e baskı yapılıyor.
Düşük değerli yuan ile Çin’in cari fazlası 2008 yılında 426 milyar dolara kadar yükseldi. 2009 yılında küresel talepteki daralma nedeniyle 284 milyar dolara gerilemiş olmasına rağmen cari fazlanın bu yıl yeniden 350 milyara ulaşması bekleniyor.
Sürekli fazla veren Çin, özellikle son on yılda dünyanın en büyük döviz rezervlerine sahip oldu. Son verilere göre 2.4 trilyon dolar olan döviz rezervi Çin için hem bir nimet hem de bir külfet.
Düşük değerli yuan nedeniyle sürekli rezerv biriktiriyor olsa da, bu rezervlerin bir bölümü ile ABD tahvili alan Çin, bu yatırımdan kar etmiyor. Doların değerindeki ani değişiklikler (özellikle doların değer kaybetmesi), tahvillerden elde edilen cüz’i karı da alıp götürüyor. Kısmen bu nedenle, Çin artık ABD tahvili yerine, altın başta olmak üzere maden ve bütün dünyada şirket satınalıyor.
Doların diğer para birimlerine karşı değer kaybetmesi, Çin’in diğer ülkelerden yaptığı ithalatın dolar bazındaki faturasını şişiriyor. Bu da maliyetlerde artışa ve enflasyona neden oluyor. Bunu kriz döneminde net olarak gördük. Diğer taraftan iç talebi canlandırmaya yönelik tedbirler de bu sürece destek veriyor.
Bütün dünya sorunu kendi açısından görme eğiliminde ancak, yuanın değer kazanması Çin için de bazı faydalı sonuçlara neden olabilir. Yuanın değer kazanması halinde muhtemelen Çin’in son iki yılda iyice ısınmış ekonomisi biraz yavaşlayacak, rezervleri daha makul düzeye inecek, ülke içi tüketim artacak ve ekonominin ihracat bağımlılığı azalacak.
Bu olmazsa dünya, şimdiye dek yaşadığı krizlerden daha büyük bir krizle yüzleşebilir. Bunun nedenlerini daha önce de yazmıştım; izninizle şimdi kısaca toparlayayım.
Son yıllarda Çin’de kullandırılan yerli kredi miktarında büyük sıçramalar yaşandı. 2009’da kullandırılan krediler önceki yıla göre iki katına ulaştı. Ancak bu kredilerin büyük bir kısmı geri dönmüyor, yani ödenmiyor. Hatta alınan kredilerin ciddi bir miktarının borsaya, şans oyunları ve kumar sektörüne gittiği biliniyor.
Konut fiyatlarındaki hızlı yükseliş, batık krediler ve enflasyondaki artış, Çin ekonomisinin en önemli iç kaynaklı sorunları. Doğu Çin’deki büyük şehirlerdeki konut fiyatlarının geçen yıl yüzde 30 arttığı tahmin ediliyor. Yaklaşık altı ay önce, emlak fiyatlarındaki artışı dizginlemek ve spekülasyonu önlemek amacıyla Çin hükümeti, alımından sonra beş yıl içinde satılan evlere yönelik bir vergi koydu. Aynı günlerde Fitch, yatırımlarda ve kredilerdeki anormal artışın kredi notu üzerinde bir risk yaratabileceğini açıklamıştı. Yani giderek şişen bir Çin balonu var ve bu balonun patlaması son iki yılda yaşananlardan daha büyük bir krize neden olabilir.
Unutmadan şunu da ekleyeyim: Biliyorsunuz geçen ay Çin uzun zamandan beri ilk kez dış ticaret açığı verdi. Bu sonucu ortaya çıkaran mevsimsel nedenler olsa da, ülkenin 2010’daki dış ticaret fazlasının beklenenin altında oluşması gibi bir durumla karşılaşacağımız kesin. 2011’de daha da az ticaret fazlası verilmesi olasılığı güçleniyor. Yani yuan değer kazanmasa da Çin son yıllardaki gibi fazla rezerv biriktiremeyebilir.
Şimdi biraz da olayın ikinci kahramanı ABD’ye bakalım. Acaba ABD, yuan konusunda istediğini alırsa bu beklediği gibi kendisine fayda sağlayabilir mi?
ABD Açısından Durum Ne?
2009 yılında ABD’nin verdiği (petrol hariç) dış ticaret açığının yüzde 80’i Çin’den kaynaklandı. Bu oran 2000 yılında sadece yüzde 26’ydı. ABD’li yöneticiler, Çin’e karşı verilen dış ticaret açığının kendi ekonomileri açısından büyük bir dezavantaj yarattığını düşünüyor ve bu nedenle özellikle son iki yılda her ortamda yuanın değer kazanması gerektiğini dile getiriyor.
Yuan değerlenirse Çin mallarının ABD mallarına göre fiyatı pahalılaşacağı için ABD’nin yaptığı ithalat azalacak; ve ABD’nin Çin’e olan ihracatı artacak. İlk bakışta bu oldukça mantıklı görünse de, ortada şöyle bir sorun var. ABD’nin, Çin’den aldığı bazı malların ithalatı zorunlu. Yani bu mallar ABD’de üretilmiyor. Dolayısıyla yuan değerlense dahi bu mallar ithal edilmeye devam edecektir. Bu da maliyetlerde artışa neden olacağı için ya enflasyona neden olacak, ya da ABD’de nihai ürün haline gelen malların ihraç fiyatları artmış olacak. Sonuçta Amerikan malları pahalılaşmış olacağı için dış pazarda rekabet güçleri düşecek.
Buna rağmen Çin yuanı değerlenirse, ikinci bir olasılık ortaya çıkıyor. Bu da ABD tahvillerini alacak ikinci bir ülkenin bulunamayışı. Mevcut durumda ABD, Çin’e karşı cari açık veriyor. Çin ise biriktirdiği rezervler ile ABD tahvili alıyor. Böylece ABD hazinesi çok ucuz finansman sağlıyor. Yuan değerlenip Çin’in ABD’ye ihracatı azalırsa, Çin daha az ABD tahvili alabilecektir. Bu da tahvil faizlerinin yükselmesine neden olabilir. Sonuçta ABD daha yüksek faizle borçlanmak zorunda kalacağı için krizden çıkış gücü zayıflayacaktır. Bütçe açıkları da cabası.
İşte Çin cephesinde durum böyle.