Geçen hafta sonu yapılan AB Liderler Zirvesi’nde İngiltere Başbakanı David Cameron istekleri kabul edilmeyince ( ya da istemedikleri kabul edilince diyelim) ülkesini yeni anlaşmanın dışına çekerken “Euro Bölgesine İyilikler Dilerim” demişti. Fakat Cameron bu cümleyi kurarken seçtiği kelimelerde hata yapmış olabilir. Zira, dışında kaldığı anlaşmayı sadece Euro Bölgesi üyeleri değil, bölge dışındaki 10 AB ülkesinden 9’u da kabul etti, ya da parlamento onayından sonra kabul edeceğini ifade etti. Dolayısıyla son anlaşmadaki iki kamp artık 17 Euro Bölgesi üyesi ve diğer 10 üye değil, İngiltere ve diğer 26 AB üyesinden oluşuyor.
İngiltere’nin aldığı bu pozisyonun gerisindeki güdü, Avrupa’nın en gelişmiş mali sektörüne sahip ülkedeki banka ve sigorta şirketlerini, aracı kurumları ve hedge fonları korumaktı. Zira İngiltere yeni bir mali işlem vergisi istemiyordu.
Avrupa çapında geçerli olacak tüm vergi düzenlemeleri için tüm AB üyelerinin görüş birliğinde olması şart. Bu nedenle İngiltere, Fransa ya da Almanya’dan gelecek önerileri veto etme yetkisine sahip. Ancak diğer alanlardaki düzenlemeler içi oybirliği gerekmiyor. Bu da Almanya-Fransa ikilisinin başka adımlarla İngiltere’yi köşeye sıkıştırma ihtimalini gözardı edemeyeceğimiz anlamına geliyor.
Dolayısıyla İngiltere’nin AB’den izolasyonu, Cameron’u, bir süre sonra istemeyeceği ama diğer ülkeler tarafından kabul edilecek düzenlemeleri uygulama zorunda bırakabilir. Bu olasılık her zaman vardı. Ama İngiltere’nin de AB içinde müttefikleri vardı. Şimdi hepsini bir kenara iten İngiltere, bundan sonra onlardan kendi çıkarlarını korumaları için destek bulmakta zorlanabilir. Nitekim AB’den gelen tepkiler de bunu gösteriyor.
Euro Bölgesi Başkanı Jean-Claude Juncker: “İngiltere’nin tutumu ne kendisi için, ne de Avrupa için iyi. Karar alma mekanizmasının merkezinde kalmayanların etki gücü de zayıflar” dedi. Sarkozy ise aynı konuda “Britanyalı dostlarımız kabul edilemez tekliflerle geldiler. Bu anlaşmaya 27 ülkenin katılmasını isterdik ama bu aşamadan sonra bu mümkün değil. Sonuçlarını birlikte göreceğiz.” gibi bir açıklama yaptı. Siz aksini düşünebilirsiniz ama Sarkozy’nin bu sözleri benim için timsahın gözyaşları. Fransa geçen hafta İngiltere konusunda, yüzyıllardır istediği ve izlediği bir politikanın sonucunu aldı. Merkel’in yorumu ise daha acımasızdı: “David Cameron’un bizimle aynı masada olduğuna bile inanmıyorum.”
Diğer yandan, gelecekte bu ayrılığın City bölgesindeki mali kurumları olumsuz etkileyecek başka adımlardan koruma ihtimali de zayıf. Dolayısıyla, Cameron City’yi dün kurtarmış olabilir ama bu gelecek yıllarını da kurtardığı anlamına gelmiyor.
Başka bir husus da şu: Geçen haftaki sert duruş AB’ye ve özellikle Euro Bölgesi’ne geçmişten beri sıcak bakmayan muhafazakarları memnun etmiş olabilir. Ama koalisyonun diğer ortağı Liberal-Demokratlar, muhafazakarların aksine çok daha Avrupa yanlısı görüşlere sahipler. Liberallerin bugün sesi çıkmamış olabilir ama bu gelecek seçimlerde bunu kullanmayacaklarını garanti etmez.
Ezcümle, David Cameron “Euro Bölgesine hiçbir zaman katılmayacağız, bunu istemiyoruz” ve “Bu anlaşma Britanya’nın çıkarlarına aykırı. Euro Bölgesi’ne iyilikler dilerim” derken kısa süreli bir gurur yaşamış olabilir. Gelecek Cameron için ne getirecek göreceğiz.