Geçen Perşembe başlayıp Cuma biten AB Liderler Zirvesi, belki amaçladığı sona ulaşamadı ama bugün birçok Avrupa ülkesi için eskisinden çok daha iyi bir gün. Biri için aynı şeyi söyleyebilmemiz için biraz daha zaman ihtiyaç var; o da İngiltere.
Perşembe akşamı 8’de yemekle başlayan görüşmelerin ilk beş saati Euro Bölgesi’ne yönelik yeni mali düzenlemelerin müzakereleri ile geçti. Cuma gecesi 1 sularında ise AB Anlaşmasının revizyonuna yönelik müzakereler başladı. Söylenenlere göre İngiliz Başbakanı ilk kez bu saatlerde görüşlerini dile getirdi ve Avrupa’nın finans merkezi olan City bölgesi için bazı istisnalar tanınmasını istedi. Bu noktada devreye Sarkozy girdi ve İngiliz Başbakanına, İngiltere varılacak bir anlaşmaya imza atma niyetinde değilse, bu anlaşma üzerinde değişikliğe gidilmesi konusunda da ısrarcı olmaması gerektiğini söyledi. İşte bu nokta görüşmelerin seyrini değiştiren aşamaydı.
Fransa yüzyıllardan beri İngiltere’nin Avrupa'nın bir parçası olduğu fikrine mesafeli bakar, ya da öyle bakmaya çalışır. Bu Napolyon’dan beri bu böyle. Şimdi araya küçük bir tarihi not alalım. Birazdan zirve ile devam ederiz.
1700’lerin sonunda Fransa İmparatorluğu Avrupa gücünü artırıp yayılmaya başlar. Fakat İngiltere ile yaptığı savaşlar yenilgi ile biter. Bunun üzerine Napolyon, Kıta Sistemi diye bir düzen geliştirir. Kıta sistemi, büyük çoğunluğu Fransa toprağı (ya da onun etkisinde) olan Avrupa’nın İngiltere ile ticaretini kısıtlamak ve bu yolla İngiltere’yi ekonomik olarak zayıflattıktan sonra işgal etmek üzerine 1806’da kurulur. Tahmin edeceğiniz gibi Kıta Avrupa’sı teriminin de kökeni budur. Sanayi Devrimi ile büyük bir ekonomik güce ulaşan ve bütün dünyaya kendi mallarını satarak zenginleşmeye devam eden İngiltere’nin hızını kesmek için Napolyon, tüm Avrupa’nın İngiltere ile ticareti durdurmasını, İngiltere’den yük alan bütün gemilerin önce bir Fransız limanına uğramasını emreder. Bu uygulama sonucunda birçok Avrupa ülkesi ihtiyaç duyduğu malları alamamaya başlar ve kaçakçılık yaygınlaşır. İngiltere ise kendine alternatif pazar arayışlarına girer. Ancak sistem sonunda, 1814 yılında başarısızlığa uğrar. Fransa’nın ticaret alanındaki bu yenilgisinin yankıları, 150 yıl sonra İngiltere’nin AET’ye başvurusu sırasında yeniden duyulur. 1963 ve 1967’de İngiltere’nin üyelik başvurusu Fransa tarafından iki kez veto edilir.
Geçen hafta Sarkozy ve Cameron arasındaki diyalogda da tarihin izlerini aramak bence pek de yanlış olmaz. Cuma gecesi 3 sularında, İngiltere’nin yeni bir AB anlaşmasına karşı olduğu iyice belirginleşince bir kahve arası verildi. Aradan sonra gündem sadece 17 Euro Bölgesi ülkesinin ve anlaşmaya katılmak isteyen diğer ülkelerin uzlaşmasına döndü. Yani İngiltere pasifize edildi. Savunmaya geçen Cameron, bütün AB’yi kapsayan Avrupa Komisyonu ve Adalet Divanı gibi örgütlerin sadece Euro Bölgesi’ne hitap edecek kararlar alamayacağını ya da bu yolda kullanılamayacağını söyledi. Cameron’un Merkel’e tam olarak sözü “Avrupa Adalet Divanı sizin değil” idi. Merkel’in cevabı ise “Ama yine de bunu kullanabiliriz” oldu. Gerilen ortamı yumuşatmak için Merkel sözlerini “Güçlü ve sağlam bir Euro sadece Euro Bölgesi’nin değil, İngiltere’nin de lehinedir. Hepimiz aynı gemideyiz” şeklinde sürdürdü.
İşin magazin kısmını üstlenen ise Sarkozy oldu. Şaşırmadınız sanırım. Zirve tamamlandıktan sonra Cameron ve Merkel aynı asansöre binip toplantı salonundan ayrılırken, Sarkozy kameraların karşısına geçip, “Britanya kabul edilemez taleplerle geldiği için Euro Bölgesi ülkeleri ve diğerleri kendi aralarında anlaşmaya vardılar” dedi. 45 dakika süren basın toplantısı ardından, sabah 6:30’da Cameron medya önüne çıkıp verdiği kararı savundu.
Elimizde 26 ülke arasında varılan anlaşmanın tüm detayları yok. Zira taraflar anahatlar üzerinde prensipte anlaştı. Muhtemelen mart ayına kadar alacağımız detaylara zemin teşkil edecek genel çerçeveye göre bundan sonra
-Maastricht kriterlerine uyulup uyulmadığı yakından izlenecek ve uygulamayanlara yaptırım gelecek. Yaptırımların neler olacağı tam olarak belli değil ama büyük olasılıkla ilgili ülke Avrupa Adalet Divanına şikayet edilecek.
-Avrupa finansal istikrar fonu 500 milyar Euro daha büyütülecek
-Fonun yönetimi Avrupa Merkez Bankasına verilecek
-IMF ye zor durumdaki Avrupa ülkelerine kredi vermesi için 200 milyar Euro kaynak aktarılacak.
Bundan sonra kısa bir süre boyunca Avrupa krizinin gündemdeki yerinden indiğini göreceğiz ama henüz herşey bitmemiş olabilir.