2007’de sub-prime mortgage krizi ile başlayıp, likidite krizine dönüşen; 2008 Eylül’ün de ise küresel boyuta taşınan kriz sürecinde, 2009 sonları dünya ekonomisi için bir toparlanma dönemi oldu. Bununla birlikte, gelişmiş ülkelerin tamamı ve gelişmekte olan ülkelerin pek çoğu 2009 yılını küçülerek tamamladılar.
2010, pek çoğu için umutlu bir başlangıcı işaret ediyordu. İyimserler çoğunluktu. En kötü geride kalmıştı. Krizden çıkışın nasıl olacağı çok da önemli değil di. U, V, L ya da W farketmiyordu.
İste bu küresel ruh hali içinde yıla başlayan piyasalar, Ocak ayında önce Dubai ardından ise Yunanistan'dan gelen kötü haberlere pek de kulak asmadı. Bir iki karamsar günün ardından uzun sürecek bir yükseliş başladı.
Şubat ayında dünya gündemi İspanya ve Portekiz ekonomilerinde sorun yaşanabileceği endişeleri ile doluydu ama korkulan olmadı.
O sırada Avrupa Birliği'nin doğu sınırında ise gerilim tırmanıyordu. Mart ayında Yunanistan hükumeti Euro Bölgesi ülkelerini ikna etmek için bir yıl içindeki üçüncü ekonomik önlem paketini açıkladı. Ama bu paket de gereken ilgiyi çekemedi.
Yıl başında IMF ile ipleri atan hükumet, böylece uzunca bir süre boyunca kullandığı hayali çıpa ile piyasaları dış şoklara karşı koruduktan sonra aradan çekilmiş oldu. Nisan TL'nin değer kazandığı bir dönem oldu.
Türkiye'de işler yolunda giderken komşumuz Yunanistan tarihinin en büyük ekonomik krizini yasıyordu. Mayıs ayı başında Yunanistan’a dünya tarihinin en büyük kurtarma yardımı verildi. 110 milyar euro büyüklüğündeki bu yardım dış piyasaları bir süre boyunca sakinleştirdi.
Avrupa sallanmaya başlamış iken, Türkiye Haziran ayında yeni bir tartışmanın içine girdi. Bazıları, Türkiye'nin eksen değiştirdiğini ve artık yüzünü Avrupa'dan çevirerek doğuya baktığını söylüyordu. Buna kanıt olarak ise komşu ülkelerimiz ve Afrika'ya ihracatımızdaki artış gösteriliyordu. Oysa, bütün dünya krizle boğuşurken en hafif darbeyi alan bu ülkeler sadece Türkiye'nin değil, birçok ülkenin hedefiydi.
Yılın ilk yarısında Avrupa toz duman olsa da dünya genelinde durum iyileşiyordu. Temmuz ayında IMF büyüme tahminlerini yeniledi. Dünya büyüme tahmini yüzde 4 olarak revize edildi.
Ağustos'ta ABD’den peş peşe kötü veriler gelmeye başladı. Buna rağmen piyasalar yükselişlerine devam ettiler. Artık yeni bir beklenti vardı: ikinci parasal genişleme. Türkiye de Ağustos sonundan itibaren dünya piyasalarından ayrışmaya başladı.
Eylül, İrlanda ekonomisinin yeniden dünya gündemine geldigi bir dönem oldu. Dünyanın en borçlu ülkesi tehlike işaretleri veriyordu ama ikna olanların sayısı çok değildi.
Ekim'de gündem Orta Vadeli Program'dı. Türkiye'nin üç yıllık ekonomik hedefleri açıklandı. Bu arada mali kural da balon oldu.
Kasım'da gündem yine İrlanda'ydı. Ama artık is ciddiydi. 2 trilyon dolardan fazla dıs borcu olan ülke, buna 85 milyar euro daha ekledi. Yunanistan'dan sonra İrlanda kurtarma yardımı alan ikinci Euro Bölgesi üyesi oldu. İspanya ve Portekiz yeniden gündeme geldiler. Ama artık yanlarında İtalya, Fransa ve Belçika da var.
Aralık Türkiye piyasası için normale yaklaşma ayı oldu. Merkez Bankası gecikmiş olsa da sicak parayı ve cari açığı hatırladı. Son üç ayda yüzde 17 yükselen borsa endeksi bunun bir kısmını geri verdi.
İşte 2010'u böyle geride bırakıyoruz. Yarın gelecek yıl bizi neleri beklediğini konuşalım.