04 Mayıs 2023

Fikri Sönmez'in 38. ölüm yıldönümü: "Kıyamet dudağının iki ucundaydı, mapusta öldü"

Fikri Sönmez'in öldüğü gece ve Fatsa'ya gelişi Naci Ağabey'in anlatımıyla aklıma düştü...

 "Mapusta Ölen Bir Dost İçin Anmalık" 

O nisan 
denizin yanında binlerce insan 
indik yarın bahçesine... 
bize aralanmış kapıdan 
cennetti gördük  

O ne şenlikti o, dağlar yürüdü 
dağlara yürüdük şiirle türküyle 
bir olduk 

Terzinin hasıydı bizi teyelleyen 
tirşe denizlerden kurşun dağlara 
geçmiş gecelerden gelecek güne 

Öyle özgür, öyle özgürlüğe sevdalı 
istese dağları eritirdi soluğuyla 
kıyamet dudağının iki ucundaydı 
mapusta öldü. 

Gülten Akın

Fikri Sönmez, namıdiğer Terzi Fikri'nin 11 Temmuz 1980'de "Nokta Operasyonu" ile başlayan fiziki ve psikolojik işkence süreci 4 Mayıs 1985'te kalbinin bu yükü kaldıramayıp aramızdan ayrılması ile son buldu. Terzi Fikri, Fatsa'da 12 Eylül darbesi öncesi aktif mücadelenin içinde yer alan herkeste ve bu ailelerde yetişen çocuklarda büyük izler bıraktı. Dokuz yıl önce Taksim'deki Gezi Parkı'nda da karşımıza çıktı. Vefatının 38. yıldönümü baskı ve korku ikliminde seçime gittiğimiz bir döneme denk geldi. 

Görsel tasarım: Caniş Vardal  

Yaklaşık iki ay önce Ordu'dayken, bir salı akşamı telefon çaldı; baktım, Vedat Şensoy arıyor…

"Güven, Naci Abinler (Fikri Sönmez'in oğlu) Tonya'dan Gürcan'ın cenazesinden geldi. Müsaitsen gel."

Gittiğimde masa kalabalıktı. Oturdum Naci Ağabey'in yanına, etrafımda Devrimci Yol Hareketi'nden (Dev-Yol) ve Yeşil Sol Parti'den eş sözcü İbrahim Akın ve Samsun'dan Suat Baysal gibi değerli isimler vardı. Yaşanan hayatın hüzünleri ve yorgunluğu ile yaşanacak değişimin umudu iç içe geçmişti. Bir süre sonra, babamın Fatsa'dan, Amasya Kapalı Cezaevi'nden, Erzincan Sıkıyönetim Cezaevi döneminden arkadaşları ile sohbet ettim. Okuldan değil, mahalleden değil, kahvehaneden oradan buradan değil; daha güzel, özgür ve eşit bir yaşamın mücadelesinden arkadaşları... O gece eve döndüğümde Fikri Sönmez'in öldüğü gece ve Fatsa'ya gelişi, Naci Ağabey'in, Eylem Delikanlı ve Özlem Delikanlı'nın hazırladığı "Keşke Bir Öpüp Koklasaydım - Geride Kalan Aileler 12 Eylül'ü Anlatıyor kitabında yer alan anlatımıyla aklıma düştü:

"Babamla aynı cezaevindeydik, aynı koğuşta da yattık. Aralık­larla, 1-1.5 sene birlikte kalmıştık. Magazinsel olarak kullanmasın­lar diye benimle fotoğraflanmasını engellemeye basından kaçmaya çalışırdı. Mahkemelerden dönüşlerde de kelepçelenme­yi hiç benimle yapmazdı, hep başka arkadaşlarla yapardı. Ben de başkasıyla yapardım. Cezaevinden ayrıldığım anı hiç unutmam. O gün tahliye olmadan önce, ilk kez birlikte kelepçelendik. Oto­büse birlikte oturduk, cezaevi koridoruna beraber girdik. O ayrı koğuştaydı, ben ayrı koğuştaydım tahliye olduğumda. Sıkı sıkıya sarılmıştık, ayrılırken "Annene iyi bak, o çok çekti!" dedi.

Bir baba oğul ilişkisini orada yaşadım diyebilirim. Dışarıda ol­mamıştı o hayat. 

O yüzden çıktıktan sonra Fatsa sahilinde onunla gezmeyi hayal etmiştim. 

Öyle bir hayal kurmuştum orada.

Babam içerideyken hafta sonlarımı annemin köyü Çaka'da ge­çirirdim. Bekar teyzelerim vardı, benim yaşlarımdaydılar. Onlarla vakit geçirirdim. Dut ağacımız vardı, her hafta sonu gider onun altında kitap, dergi falan okurdum. Dedem sağdı o zaman. Evden sahile inen yaklaşık bir kilometre kadar bir yol vardı. Bir gün de­dem evden çıktı, o yoldan gitti ve çok çabuk geri döndü. Bana işa­ret etti merdivene doğru gel diye. Niye böyle erken geldin dedim. Dedi ki Amasya'dan haber gelmiş, baban rahatsızlanmış, hastaneye kaldırmışlar, bizi istiyorlarmış. Ben, demişim ki: "Babam ölmüş­tür''. 

Dedem o anda sormadı ama daha sonra aradan birkaç gün geçtikten sonra "Sen onu nasıl söyledin?" dedi. Dedim ki, Amasya'da­ki cezaevinden adama hastalık haberi gelmez. Ben yattım orada, hasta oldu diye kimseyi de çağırmazlar, ancak ölürsen haber ve­rirler. Yani bizi çağırdıklarına göre babam ölmüştür dedim. İşte o şekilde haber aldık. Ben annemin köyündeydim, annem de bizim köydeydi Fatsa'da. Ama biz gelene kadar iki, üç akraba bizden önce çıkmışlar ve babamı almışlar. Minibüsümüz vardı bizim. Karde­şim de minibüste şoförlük yapıyordu. Annem, dedem, birkaç ak­raba ve amcamlar minibüsle gidiyoruz. Amasya Suluova ilçesinde, o zaman cep telefonu da yok, araçlar birbirini takip ediyor. Yolda onların arabasını tanıdık. Binek bir Renault'un arkasında tabut eğreti duruyor. Babamın cenazesini getirenler ambulans veya baş­ka bir araç tutabilecek güçteler. Paraları olmadığı için değil, bir an önce o cenazeyi oradan alıp çıkarmak istemişler, kaçma girişimi. Öyle sokmuşlar ki tabutu, tabutun nasıl durduğu da önemli değil, oradan kurtulmak istemişler yani. Orada ne yaşadılarsa artık. İndik araçtan, ben tabutun hali ne dedim. Ahmet Ağabey dedi ki "Ya Naci, birden böyle çıktık" dedi. "Şimdi düzeltiriz, arabanın üs­tünde bagajı var, oraya alırız. Arkada da polis arabaları falan var, önde polis kordonunda çıktık geliyoruz. Ben dedim ki "Cesedi hiç incelediniz mi?", "Ben açtım, elimi sürdüm zaten tuhaf oldum'' dedi Ahmet Ağabey. "Bir şey var mı?" dedim. Benim aklıma da işkence gibi şeyler geliyor. Açtım, yüzünü falan inceledim, gövde kısmını inceledim, ayak kısmını açtım, kabaca baktım. Herhangi bir şey gözükmüyor. Gayet de sağlıklı bir ceset, hani hiçbir morluk, her­hangi bir şey çarpmadı gözüme. Neyse orada kapattık tekrar, mini­büsün üstüne aldık, çok soğukkanlıyız. O günkü cesaretim de ayrı bir olay. Ben ve kardeşim tutuyoruz kendimizi, bir tek amcam çok ağladı, sarılarak. Annem çok soğukkanlıydı.

Fatsa'nın girişinde Dolunay diye bir mevki var. Oraya geldiği­niz zaman Fatsa'nın bütün ışıkları yarım ay şeklinde karşınıza gelir. Çok güzel bir manzarası vardır. Ben de hep şöyle hayal etmiştim cezaevinden çıktıktan sonra: Babam cezaevinden çıkacak, şu sahili birlikte boydan boya gezeceğiz. 1980 öncesi ben daha küçüktüm, onunla böyle şeyleri yaşayamamıştım. Hatta belki de bir yerde oturacağız, iki duble de rakı içeceğiz karşılıklı. Böyle bir hayalim vardı. Böyle kurmuştum. Babamın çıkması da muhtemeldi bir iki sene içinde. Öyle bir özlemim vardı. Fatsa'yı akşam vakti ışıklar içinde görünce, bir de babamın Fatsa'da yaşadığı tarihi hatırlayın­ca, o anda orada boşaldığımı hatırlıyorum. Tam bir sinir krizi ve ağlama hâli. Hayalimdeki en son şey, 5 yıl sonra babamın ölüsünü aracımızın üstünde Fatsa'ya bu şekilde sokmaktı. Benim hayatım­daki en vahim, en çok canımın yandığı andır bu."*

12 Eylül'den bugüne Ordu'da görev yapan valiler bölgeye uygun şekilde seçilip atanıyor. Bunun en çarpıcı örneği, 1996 ile 2006 yılları arasında toplam 9 yıl Ordu valiliği yapan Komiser Kemal adıyla anılan 12 Eylül Darbesi sonrası Ankara Emniyet Müdürlüğü içinde "D Grubu" olarak anılan siyasi şubenin işkenceci ekibinin başındaki Kemal Yazıcıoğlu olmuştur. 

Recep Tayyip Erdoğan'ın yakın zaman önce gerçekleştirdiği Ordu gezisinde yaptığı açıklamada Fikri Sönmez'in sosyalist solda ve Fatsa'da yaşattığı dokuz aylık yerel yönetim deneyiminin izleri ve paranoyasını halen atlatamadığını şu sözlerden anlıyoruz:

"Bu Ordu, terörün nemenem şey olduğunu iyi bilir. Ordu, Terzi Fikri'yi de iyi bilir, onların bedelini benim Ordum çok ödedi." 

Ordu'da yaşananlar sol nostalji ve melankoli olarak yıllar içinde sahadan içki masalarına taşındı. Kendi içlerinde gruplaşan, köylere çekilen ya da yurtdışına giden kişiler süreci sitem ve kırgınlıklar üzerinden aktarmayı tercih etti. 12 Eylül öncesi, sürece katkı sağlayan bazı isimler ise yaşanan işkence ve travmalar sonrası konuştu, itirafçı oldu. Bu kişilerin yaşadıklarına ve hikayelerine sırt çevirip kulak tıkayanlar yıllardır "en devrimci benim" filmleri çevirmeye devam ediyorlar. Lider kadrolar darbe öncesi süreci daha farklı yönetebilir miydi? Sorgulayan pek yok! 

Bugün, Ordu'da doğup büyüyen ve Fatsa gerçeğine yakından gözlemleyen biri olarak bölgesel bir tabanı olan (HDP) Yeşil Sol Parti'ye oy vermemin sebebi yıllardır ezber sloganları üzerimize boca edenlerin pratikte hiçbir aksiyon alamamaları ve yol arkadaşlarını, yoldaşlarını fişleyecek kadar eleştirme hastalıkları… Fikri Sönmez, mezar taşında yazan "Ben ne yaptıysam halkım için halkımla beraber yaptım" sözlerinin içini doldurmaya çağırıyor herkesi.

Yazıya 8-11 Nisan 1979'da düzenlenen Fatsa Şenliği'ne katılan şair ve yazar Gülten Akın'ın şiiriyle başladık, aynı şenlikte bulunan şair Can Yücelle bitirelim.

"Terzi Fikri öyle bir giysi dikti ki Fatsa'ya
O Gürcü öyle bir gürledi ki arkadaşlarıyla
Noktalar, noktalı virgüller, askeri operasyonlar
Kimseler çıkaramaz Fatsa'nın sırtından!
Emek hakkının sımsıcak çıplaklığını."


* Eylem Delikanlı, Özlem Delikanlı, "Keşke Bir Öpüp Koklasaydım - Geride Kalan Aileler 12 Eylül'ü Anlatıyor", 2013

Yazarın Diğer Yazıları

İki gözüm iki çeşme -Ordu’da Ermeni Çeşmeleri-

Kaderine terk edilen halklar, hayatlar, hikâyeler, sevdalar, yapılar… Her şey dert olur bana

Fânî

Tüm hayatı boyunca zamanın şartları gereğince okula gidemediği için üzüntü duyan Lütfi Filiz, tasavvuf felsefesini çok yalın bir dille anlattığı eserlerini şöyle ifade etmektedir: "Faniyâ bu sözleri sen değilsin söyleyen Nutk eden Hakk'ın dili, dilde tercüman benem"

Hakikat, insan hikâyesidir: Kiske Kuşunun Peşinde, Katamizeler

Hakikati nerede bulacağız? Devletlerin çok amaçlı resmî anlatılarında değil elbette. Hakikat, insan hikâyesidir. Devreden değerler mirasındadır. Hayatın absürt gerçekliğini kavramak üzere yaratılmış sözlü tarihtedir