24 Mart 2024

Fânî

Tüm hayatı boyunca zamanın şartları gereğince okula gidemediği için üzüntü duyan Lütfi Filiz, tasavvuf felsefesini çok yalın bir dille anlattığı eserlerini şöyle ifade etmektedir: "Faniyâ bu sözleri sen değilsin söyleyen Nutk eden Hakk'ın dili, dilde tercüman benem"

İzmir Tire'de 56 yıl boyunca saatçilik yapmış Sufi Lütfi Filiz'in 95 yıllık yaşam öyküsünün aktarıldığı "Evveli Nokta, Ahiri Nokta - Noktadan Noktaya Ömrü Hayatım" kitabı beni etkiledi. Yüzyıllardır kalıplaştırılmış bir düşünce geleneğini 4 ciltlik bir kitap serisiyle (Noktanın Sonsuzluğu 1-2-3-4) sufi büyüklerinin önceki yüzyıllarda kullanmayı tercih ettikleri rumuzlu ve sembolik dil yerine daha dolaysız bir dil ile tasavvufi gerçekleri bugüne taşıması çok değerli. Fatih'te hayatımızın bir parçası olan; tekkeler, suskunlar, mahalle aralarındaki evliya mezarları, pelerinleri uçuşarak ışıklar uyandıran türbedarlar… Peki hem zâhiri hem de bâtını içinde barındıran tüm detayları bugüne taşıyacak bu güzel müslümanlar nerede? "Hafızım nerede?" Halka "aracısız" hitap ederek siyasete ve kamusal tartışmaya müdahalede katkıda bulunacak, hikmetsiz ve öfkeye indirgenmiş radikalizme karşı ses çıkaracak İslamcı entelektüeller ve akademisyenler nerede?

Lütfi Filiz, Osmanlıların son dönemlerinde pek çok cephede savaşların hüküm sürdüğü bir dönemde, bir Anadolu kasabası olan İzmir'in Tire ilçesinde 1911 yılında dünyaya geldi. İkisi kız yedi kardeşten beşincisidir. Lütfi Filiz'in ailesi, o zaman için varlıklı sayılabilecek bir durumdaydı. Babası Abdurrahman Efendi, saatçilikle geçimini temin ederdi. Bu yüzden Tire'de aile lakapları Saatçiler idi. Babası, mesleğini öğrendiği Ermeni ustasının hastalığının son anına kadar hizmetinde bulunacak kadar vefalı idi. Ustasına karşı gösterdiği bu vefadan dolayı, İzmir'de yaşayan büyük saat tüccarlarından olan Nacaryanlar Abdurrahman Efendi'ye zaman içinde çok yardımda bulunmuşlardı.

"Abdurrahman Efendi'nin ustası Avedis, İstanbul'u bırakarak Tire'ye gelmiş bilinen iyi bir Ermeni saatçi ustası ama kimselerle paylaşmadığı bir derdi var! Kendine iyi bakmayan bir hayat sürdürür. Yıllar sonra hastalığında çırağı Abdurrahman, ustasını Tire'deki Rum hastanesine götürür fakat kabul etmezler. Bu sefer ustasını trenle İzmir'e götürür. Alsancak istasyonundan bir hamalın küfesiyle taşıtır ve Ermeni saatçi Vahanyan'ın mağazasına varır. O zaman İzmir'in en iyi saatçileri Ermenilerdir. Bir Müslüman olan genç çırağın Ermeni ustasıyla bu kadar yakından ilgilenmesi onları şaşırtır. Avedis Usta'ya sahip çıkar ve bir hastaneye yatırırlar.

Avedis biraz kendine gelince 'Hafızım nerede?' diye sorar. Abdurrahman 'Buradayım usta' deyince, artık iyileşmesinin mümkün olmadığını söyleyerek dükkanındaki malzemeleri ona devretmeyi ister. Bir liste çıkarılır ve göstermelik bir fiyat belirlenir. Abdurrahman Tire'ye döner, tek mülkü olan zeytinliğini satar, borcunu ödemek için İzmir'e döndüğünde ustasının iki gün önce öldüğünü öğrenir. İzmir'deki Ermeni saatçiler genç çırağın vefasına ve sadakatine hayran kalmışlardır. Tire'ye döndükten bir hafta sonra bir at arabası dolusu saat gelir. Duvar saati, çalar saat, kol saati, her çeşit saat vardır. Bunları İzmir'deki Ermeni saatçi esnafı göndermiştir. Senet, kayıt hiçbir şey yok. "Acele etme, satınca bedelini gönderirsin" yazılı bir pusula vardır. Saatler hemen satılır, parası gönderilir, saat dolu sandıklar gelmeye devam eder…"

Birinci Dünya Savaşı yılları… 1915'te, Rum mahallesinde başlayan yangın önü alınamayarak büyümüş ve Tire'nin yarısından fazlasını yakıp kül etmiştir. Abdurrahman Efendi ve Ayşe Hanım, küçük Lütfi ile birlikte Tire'nin Karacaali köyüne giderek akrabalarından birine sığınmışlar ve orada küçük bir evde bir yıl kendilerini toparlayıncaya kadar kalmışlardır. Köyde geçen bu süre, küçük Lütfi'nin babası tarafından en yoğun olarak eğitildiği dönem olmuştur. Her gün işinden eve dönen baba, küçük Lütfi'yi önüne alıp Kuran'dan bir sayfa ezberletmiş ve beş yaşında Kuran'ı hatmettirmiştir. İlk okula başladığı yedi yaşında okumayı bildiği için ikinci sınıfa atlamış, o zamanlar altı sınıf olan ilk okulu beş yılda tamamlamıştır. Daha sonra medreseye gitmiş ve bir yıl sonra kapatılmasından dolayı tahsil hayatı yarım kalarak baba mesleği olan saatçiliğe başlamıştır.

15 yaşına geldiğinde Tire'de saatçiliğini geliştiremeyeceğini anlayarak İzmir'e gitmiş iyi bir ustaya üç yıl hizmet ettikten sonra on sekiz yaşında Tire'ye tekrar dönmüş ve kendi dükkanının başına geçmiştir. 1932 yılında askerliğini İzmir'de Hilal kışlasında muharebeci olarak tamamlamıştır. 1934 yılında çıkan soyadı kanunu ile 'Filiz' soyadını seçmiştir. 1938 yılında, 27 yaşında iken 49 yıl birlikte hayat süreceği Nuriye Hanım ile evlenir. Bu evlilikten ilk ikisi kız olmak üzere dört çocuğu olur.

Eşi Nuriye Hanım ile

Lütfi Filiz'in hayatındaki en büyük değişim otuz dört yaşındayken gerçekleşmiştir. İçinde durmak bilmez hakikat arayışı, onu ilk efendisi Osman Dede'ye kavuşturur. Osman Dede'yi tanıyıncaya kadar olan hayatında şeri kurallara sıkıca bağlı olan Lütfi Filiz'in hakikat ilmini öğrenmeye başlamasıyla hayatında pek çok şey değişmeye başladı. Babası Bektaşi olan Osman Dede, Melami mertebelerini tamamladıktan sonra bin bir gün çilesini Kahire Ateşbâz-ı Velî Asitânesi'nde doldurmuş bir Mevlevî dedesi idi. Kahire'den dönüşünde, önce Konya'ya geçmiş, oradan davet üzerine hayatının son beş yılını geçireceği Tire'ye gelmiştir. Mevlevî olarak tanındığı Tire'de ömrünün son demine kadar Lütfi Filiz'i yetiştirmeye devam etmiştir.

Osman Dede

Lütfü Filiz, 1949 senesinde Osman Dede'yi kaybettikten sonra, on sene kadar bir manevi boşluk dönemi geçirdi. Tire'de Şevki Dede adında bir zâkir başı var idi. Lütfü Filiz, Şevki Dedeye "Dedem, sen gittiğin yerlerde boş adamlarla görüşmezsin. Görüştüğün kimselere benden selam söyle " der, Şevki Dede de İzmir'e gittiğinde görüştüğü Aziz Şenol'a Lütfü Filiz'in selamlarını götürür. Böylece yüz yüze bir tanışma olmasa da Aziz Efendi ile aralarında bir selamlaşma gerçekleşmiş ve müşterek bir dost vasıtasıyla tanışmışlardır. Selamı Aziz Dede'ye ileten Şevki Dede'nin bu konuşmasından bir yıl sonra Lütfi Filiz İzmir'in Kemeraltı semtinde Şapkacı Aziz Efendi olarak bilenen bu zatın dükkanına gider ve ona: "Ben kitab-ı kâinatı hatmetmiş sanırdım sevgilim Kadd-i mevzunun görüp tekrar eliften başladım" diyerek kalben bağlanır.

Lütfi Filiz Aziz Dede ile, 1960, Tire
Şevki Dede

Bu bağlanış Lütfi Filiz için yeni bir doğuş oldu ve gönlündeki birikim Aziz Dede'nin de etkisiyle şiir, ilâhi ve besteye dönüştü. Fanî Divanı'nı oluşturan şiirlerin pek çoğu onun bu döneminin meyveleridir.

1979 senesinde elli altı yıl aralıksız sürdürdüğü saatçilik mesleğini bıraktı. 1981 senesinin Mart ayının sekizinde Kenzî Aziz Şenol'un vefatından sonra kendisine verilen öğreticilik görevini üstlendi.

4 Eylül 1988'de 49 yıllık hayat arkadaşı Nuriye Hanımı kaybettikten sonra Tire'den ayrılıp çocuklarının yaşadığı İstanbul'a yerleşti ve Tire'ye sadece yaz aylarında gitmeye başladı.

1983-1988 yılları arasında yaptığı sohbetlerin toplanmasıyla oluşan bilgiler "Noktanın Sonsuzluğu" ismiyle dört cilt olarak 1998-2000 yılları arasında yayınlandı. (Pan Yayıncılık) Bestelemiş olduğu ilahiler, aynı isim altında önce nota olarak kitap halinde, daha sonra müzik albümü olarak yayınlandı. (2001, Pan Müzik)

Ney üflerken, 1986

Bu seriden olmak üzere Lütfi Filiz'in 1945'ten beri çeşitli dönemlerde aruz ve hece vezniyle yazmış olduğu şiirleri bir araya getirilerek Divan'ı oluşturuldu. Tüm hayatı boyunca zamanın şartları gereğince okula gidemediği için üzüntü duyan Lütfi Filiz, tasavvuf felsefesini çok yalın bir dille anlattığı eserlerini şöyle ifade etmektedir:

"Faniyâ bu sözleri sen değilsin söyleyen Nutk eden Hakk'ın dili, dilde tercüman benem"

Yıkılan bir imparatorluğun son döneminde Sultan Reşat tahta iken doğan, Kurtuluş Savaşı'nın tüm sıkıntıları ve mahrumiyetlerine şahit olan, Cumhuriyet'in ilanını gören ve sonraki büyük değişimi yaşayan Lütfi Filiz, kendi asûde hayatı içinde aldığı bilgileri taliplerine aktarmış; 14.12.2007 tarihinde sevdiğine kavuşmuştur.

Lütfi Filiz'in ailesi, İzmir Tire'de 56 yıl boyunca saatçilik yapmış olduğu dükkanındaki tüm eşyaları Tire Kent Belediyesi'ne bağışlıyor ve bu kıymetli kent hafızası çok titiz bir çalışmayla bugüne taşınıyor. Tire Kent Müzesi'ni arayıp yazı için fotoğraf istediğimizde bize yakın ilgi ve alaka gösteren ve emeği geçen herkese teşekkür ederiz.

Tire'de 56 yıl saatçilik yaptığı dükkân, anılarıyla bugün Tire Kent Müzesi'nde yaşamaya devam ediyor.


* http://www.noktaninsonsuzlugu.com

Yazarın Diğer Yazıları

İki gözüm iki çeşme -Ordu’da Ermeni Çeşmeleri-

Kaderine terk edilen halklar, hayatlar, hikâyeler, sevdalar, yapılar… Her şey dert olur bana

Hakikat, insan hikâyesidir: Kiske Kuşunun Peşinde, Katamizeler

Hakikati nerede bulacağız? Devletlerin çok amaçlı resmî anlatılarında değil elbette. Hakikat, insan hikâyesidir. Devreden değerler mirasındadır. Hayatın absürt gerçekliğini kavramak üzere yaratılmış sözlü tarihtedir

Turuncunun hüznü

1942'de Ordu Varlık Vergisi listesinde Hamdi Evrensel (Agop Çilciyan) ismini görüp görüştüğümüzde artık ailenin hikâyesini not düşmenin zamanı geldiğini düşündüm