Negatif filmlerin yüzeyinde ışığın geldiği noktalar karanlık, ışığın gelmediği noktalar ise aydınlık olur. Türkiye’nin kurucu partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nde de ışığın geldiği noktalar karanlık, ışığın gelmediği noktalar ise görece aydınlık olagelmiştir. Çengel bulmacalarda “negatif fotoğraf” sorusunun yanıtı 4 harflidir: “Arap”. Eskiler negatife, “fotoğrafın arabı” da derdi. Fotoğrafın arabından dijital fotoğrafçılığa uzanan süreçte CHP kendi arabına dönüştü ve negatiflerini hep korudu.
Oysa ki yıllarca fotoğraf makinesinden çıkan o koyu kahverengi fotoğraf filmini fotoğrafçılara tab ettirmeye (film banyosu işleminden sonra negatiflerin kağıda basılması) götürdüğümüzde, bize baskılarla birlikte verilen negatif şeritleri çoğu zaman almazdık dahi! Bu negatifleri arkamızda bırakma nahifliğine, böyle bir anlayışa sahiptik. Fakat süreç bir türlü “en kötü günümüz böyle olsun” fotoğraflarına (diapozitif) yenilerini eklememize, albümleri yenilememize müsaade etmedi ve patolojik bir nostalji hastalığından kurtulamadık. Önemli olanın negatifler olduğunu, bunları da ancak kurucu partinin ışığıyla görebileceğimizi kimi zaman askeri darbelerle, kimi zaman da Türkiye’ye has bir laiklik anlayışıyla hatırlatarak geçti Cumhuriyet’in 100 yılı. Bu negatiflerin bir kısmı yıllar içinde “Siyasi Bagaj” olarak oradan oraya taşınırken yandı ve artık ışık almıyor. Geriye kalanlar ise 20 yıldır iktidarda olan, parti politikasını devlet politikası olarak tüm muhalefete kabul ettiren ve iktidar partisinin (ironik bir şekilde ampül amblemli) ışığına mahkum olmuş durumda.
Ece Ayhan’ın sözüdür: ‘’çok değişim var, hiç gelişim yok.” Yüzyılımızda gözlenen bellek patlaması furyası elbette rastlantı değil. Sürekli kaşıyarak kanattığımız yaralarımızla başka bir gelecek hayalindeyiz. Nesrin Uçarlar’ın “Unutma Biçimleri” kitabında, evinden edilmiş biri tekrar yaşadığı yere, kendi mahallesine girdiğinde evinin nerede olduğunu bilse de “Hiçbir şey yerinde değil ama burada” gibi bir cümle kuruyor. Geçmişe baktığımızda bir boşluğa bakıyoruz aslında. Hiçbir şey yerinde değil ama bir yandan da o mahalleyi çok iyi tanıyoruz.
Sevgili Oya Baydar “Hatırlamanın ve Unutuşun Kitabı”nda: “Geçmişte hatırlamak istenmeyen şeyler, daha da ötesi suçlar günahlar varsa, geçmişle yüzleşmek herkes için güçtür. Toplumlar açısından ise büsbütün güçtür. Toplumsal hafıza; sadece tarihi kendilerine göre yazmaya çalışan muktedirlerin saldıkları korku nedeniyle değil toplum kesimlerinin dinî ve millî duyguları sömürülerek yaratılmış duygusal yükler nedeniyle de işlenmiş suçları inkâra eğilimlidir. Unutmak, unutturmak sahte bir gerçekliğe inandırmak korkudan da daha güçlü bir silahtır bence. Korku; hatırlamak, farkına varmak, yüzleşmekle aşılabilir. Tıpkı cerahatlenmiş bir yarayı deşmek gibi. Operasyon acı verir ama iyileştirir, iltihabı akıtmayı göze alamazsanız yaralı uzvu hatta yaşamı kaybedersiniz.” diyor.
Barış sürecinin negatifi olmayacağı gibi, kucaklaşan halkların da kahramanlara ihtiyacı olmaz! Elinde sopa, başına indirmeyi bekleyen baba figürünün dayattığı teslimiyetin sonuçlarını hepimiz gördük, görüyoruz. Biz Devlet Baba’nın değil, çocukları arasında ayrım yapmayan Devlet Ana’nın, kucaklayıcı ve şefkatli sesini duymak istiyoruz. Barış sürecinin negatifi olmaz.


