18 Ağustos 2019

Hiçlik ya da karanlık enerji: Hangisi daha korkutucu?

Hiçlik, boşluk ya da yokluk aynı şey midir? Bu sorunun yanıtı, soruyu kime sorduğunuza bağlı

Eğer suda yaşayan bir canlıysanız sizin evreniniz okyanustur, durağan ve sonsuz.

Ama bir gün, suyun dışında bir başka ortamın varlığını keşfederseniz evren algınız alt üst olur. Ve bir de yaşam kaynağınız olan suyun donarak katılaştığını ya da buharlaşabildiğini fark ettiğinizde artık her şey korkutucu olmaya başlar.

İnsanın uzayı deneyimlemesi de bundan farklı değil. Evreni adım adım keşfettikçe olası tehditleri anlamaya başlıyoruz ve kaygılarımız evreni anladıkça artıyor.

Belki de o zaman hiçlik duygusuyla tanışıyoruz.

Hiçlik, boşluk ya da yokluk aynı şey midir?

Bu sorunun yanıtı, soruyu kime sorduğunuza bağlı.

Din adamları için hiçlik, yokluktan varlığa dönüştüğümüz andır.

Bilim insanları için ise, evrenin 'Büyük Patlama' olarak adlandırılan başlangıç anı ve öncesi. Evrenin karanlıktan doğduğu, varlığın yokluktan geldiği an; yani tekillik dediğimiz, fizik yasalarının geçerli olmadığı an.

Büyük patlama kuramı görüldüğü gibi hem bilimle hem de teoloji ile uzlaşıyor.

Ancak felsefecilerin hiçlik konusunda bilim insanlarından çok daha fazla söyleyeceği şeyler var, çünkü onlar yüz yıllardır hiçliği tartışıyorlar. Varlığı anlamak için hiçliği anlamak gerektiğini söylüyorlar. Yine onlara göre yokluk ya da boşluk, hiçliği değil temel olarak varlığı adresliyor.

Varlık, ancak hiçlikten anlaşılır

Martin Heidegger, 1889 Almanya doğumlu bir felsefeci. Dönemin birçok bilim insanı ve aydını gibi o da Nazi Almanya'sı karanlığı ile gölgelenmiş. Ancak o Nazi rejiminden zarar gören birisi değil, tam tersine 1933 yılında Nazi Partisi'ne katılmış ve Nazi rejimi içinde görev almış bir isim. Savaş bittiğinde, yıl 1945, üniversitedeki görevinden bu nedenle uzaklaştırılmış. Buna rağmen felsefe dünyasındaki yerini ve saygınlığını korumuş ve 1952 yılında yeniden üniversiteye dönebilmiş.

Heidegger'e göre varlığın doğası ancak hiçlikten yola çıkarak anlaşılabilir çünkü her şeyin altında bir hiçlik bulunmaktadır. Korku, hiçlik ile yüz yüze gelindiğinde hissedilen bir dehşet hissi; hiçlik ise ölümle yüz yüze gelindiğinde yaşanan dehşet anıdır.

Bir anlamda "Fiziki var olanın veya sınırları çizilmiş benliğin yitirilmesi korkusu".

Heidegger, hiçliği hayal etmeye çalışmanın dehşet verici bir deneyim olduğunu söyler. Gerçeklik duygusunun bozulmasına neden olabilir.

Bilim insanlarına hiçlik nasıl deneyimlenir diye sorduğunuzda "Bir teneke kutunun içindeki havayı çekerseniz, yani vakumlarsanız  hiçliğin gücünü görmüş olursunuz" şeklinde yanıt almanız mümkün.

Ancak bu yanıt felsefecilerin hiçlik yorumu ile aynı şey değil.

Hiçlik, uzayda değil

Hiçlik kavramı bazen uzay boşluğu olarak algılanır ama uzay boşluğu aslında boş değildir.

Araştırmalar ve elde edilen bulgular uzayı dolduran görünmez ve gizemli bir maddenin varlığına işaret ediyor. Buna karanlık madde diyoruz. Evrenin yüzde 25'i bu madde ile dolu. Öte yandan, evrenin yüzde 70'i de görünmez bir enerjinin kontrolü altında. Yani evrenin yüzde 95'i karanlık, bizim görünür evrenimiz ise olanın sadece yüzde 5'i.

Karanlık enerji, uzayın vakum enerjisi; teneke kutu içindeki havanın çekilirken kutuyu parçalanmaya doğru götüren güç gibi. Evren bu karanlık ve yıkıcı gücün etkisi altında negatif vakumlanmış gibi hızla genişliyor, galaksiler birbirinden büyük hızlarla uzaklaşıyor; bu kanıtlandı...

Karanlık enerji, uzun vadede evrenin kaderini belirleyecek korkutucu bir güç.

Dolayısıyla evrenin en az yüzde 95'ini oluşturan ve bizim göremediğimiz karanlık madde ve karanlık enerji tüm uzayı doldurmakta.

Yani hiçliği uzayda aramak bizi bir sonuca götürmeyecek.

Hiçlik, "atom"da mı?

Belki de "hiçlik" atom altı parçacıkların dünyasında gizlidir.

Atom çekirdeği maddenin en katı parçası. Bir çakıl tanesi atomun çekirdeği büyüklüğünde ise atom için bir futbol sahası kadar alan gerek; yani atom çekirdeği ile atomun dış sınırları arasında muazzam bir boşluk var.

Aradığımız hiçlik orada olabilir mi?

Aradaki boşluk belki de karanlık madde ile doludur. Ve karanlık maddenin evrene katkısı bir hiçlik olabilir.

Zaten Büyük Patlama kuramı ve teolojik yaklaşımda, evrenin başlangıcı için "karanlıktan doğduğu, varlığın yokluktan geldiği an" tanımı yapılmıyor mu?

Büyük Patlama kuramı ve teolojik yaklaşım tekli evren modeline göre çalışıyor.

Ya başka evrenler varsa, bizim evrenimiz çoklu evrenler topluluğunun bir üyesi ise: Bu öngörüye göre Büyük Patlama'dan önce uzay stabil kuantum parçacıkları ile doludur. Kuantum parçacıkları dalga formundadırlar ve tüm uzayı kaplarlar; dalga boyları eşit, dalga formları aynı ama genlikleri zıt olarak birbirini sönümleyen dalga çiftleri şeklinde bulunurlar. Ortamı stabil yapan şey de parçacıkların dalga yapısının birbirini sönümlemesidir.

Başlangıçta bu parçacıkların enerjisi çok düşük olduğundan etkileşim içinde değiller. Zamanla etkileşim başlar ve uzayın enerjisi yükselir, ta ki büyük patlama anına kadar.

Her soru yanıtlandığında yenisi geliyor

Ancak bu modele göre birden fazla Büyük Patlama mümkün. Ve içinde uzay boşluğu ve hiçlik yok.

Ama başka yeni sorular var. Zaten her soru yanıtlandığı anda yenileri geliyor ve onlara yanıt aramaya başlıyoruz; bilim böyle bir şey.

Bizlerin anlaması gereken ise şu: Bir fizikçinin uzay boşluğu veya karanlık enerji dediği şey ile bir felsefecinin hiçliği aynı şey değil ama ortak yanları zihinlerimizde yarattığı bulanıklık.

Dahası bilimin gündeminde hiçlik yok, o "olanı" anlama peşinde. Yine işin zor tarafı felsefecilere düşüyor.

Şöyle soralım: Hiçliği hiç deneyimlediniz mi? Ya da hayal ettiğiniz oldu mu, zihninizde canlandırabildiniz mi?

Yanıt muhtemelen "hayır" olacaktır, çabalamış olsanız bile.

Belki de Heidegger haklı, hiçlik deneyimlenemez, yaşanır. Zamanı geldiğinde!..

Yazarın Diğer Yazıları

Uzayda niye akıllı bir yaşama rastlamıyoruz?

Bilgisayarlar teknolojik aşamaya ulaştığında, işleme kapasitelerini nasıl artıracaklarını da öğrenecekler, gelişmeleri daha da hızlanacak ve artık kontrol tümüyle kendilerinde olacaktır. Bu yeni zekâ, ölümsüz olacak ve evrenin her yanına yayılabilecek

Uzayın keşfinde robotik astronotlar dönemi

Öyle görünüyor ki yapay zekâ, insanın yakın gezegenleri kolonize etme tutkusunu tetikleyecek ve bu amacın gerçekleşmesinde insanın önemli bir müttefiki olacak. Tüm bunlar olanaksız bir hayal ürünü gibi görünse de unutmayalım, bugün yaşamakta olduklarımızı daha önce kim hayal edebilirdi ki?

Yapay zekâ duraklatılmalı mı?

Yapay zekâ, yaşamımızı ve çalışma tasarımlarımızı değiştirdi ve değiştirmeye de devam edecek, görünüyor. Peki neden yapay zekâyı geliştirme çalışmalarını duraklatmalıyız?

"
"