Herkes Dünya Kupası’nı parlatıp duruyor ama olaya bir de tersten bakmaya ne dersiniz? Zaten maçlar başlayınca hepimiz kendimizi maçtan maça yetişmeye çalışırken tüm bu yazdıklarımızı çizdiklerimizi unutup gideceğiz.
Dünya angaryası
Herkesin dilinden düşürmediği şu "Her futbolcunun rüyasıdır Dünya Kupası'nda oynamak" klişe cümlesiyle başlayalım işe.
Gerçekten günümüz futbolcuları için doğru bir ifade olabilir mi bu?
Ağır bir sezon geçirmişsiniz; 50 belki daha fazla maçta oynamışsınız, tam biraz dinleneceksiniz, böylesine çekişmesi yüksek bir turnuva çıkıyor karşınıza. Üstelik herkes sizden bu kez de ülkeniz için tüm yeteneklerini ortaya dökmenizi bekliyor. Hem de tüm Dünya'nın gözü önünde.
Bu bir rüya olamaz, kâbus olabilir ancak.
Ne var ki artık futbol endüstrisi doymak bilmiyor. Ellerinden gelse her güne maç koyacaklar.
Futbolcu da artık günümüzün zengin kölesi gibi. Kanının son damlasına kadar oynamak zorunda.
Ulusal Takıma giden futbolcuların gerçek sahipleri kulüplere gelince; milyon dolarlar verdikleri oyuncularının ulusal takımlarda oynamasını istemiyorlar aslında ama bunu seslendiremiyorlar. İşin ucunda milli mesele gibi dokunulamaz hassas noktalar var çünkü. Bizim gibi ülkelerde Milli Takım’a futbolcu yollamamanın ağır cezası var ayrıca.
Kulüp, turnuvadan iyi ihtimalle yorgun, kötü ihtimalle sakat dönen oyuncusundan yeni sezonda istediği performansı alamayacak doğal olarak. Planlama yaparken tüm bu olasılıkları da göz önünde tutması gerekiyor.
Dünya borsası
Madalyonun öbür yüzüne bakarsak, böylesi turnuvalar futbolcu için yıpratıcı da olsa piyasasını arttırmak için çok güzel bir vesile de olabiliyor aynı zamanda. Ama hangi futbolcular için; Messi için, Ronaldo için değil elbette. Kendini henüz ispatlayamamış, isim yapamamış ya da işin daha başındaki genç oyuncular için. Tabii bir de son kez iyi bir transfer yapmak isteyen yaşlı oyuncular için.
Bazen bir oyuncunun değeri turnuva sonrası inanılmaz artabiliyor. Bu yüzden de turnuvalarda oynayacak futbolcuların transferleri genellikle turnuva sonrasına kalıyor.
Diyelim turnuvaya katılacak bir genç oyuncuyla ön anlaşma yaptınız, imza da turnuva sonrasına kaldı; eğer Barcelona, Real Madrid falan değilseniz futbolcunun oynadığı takımın çabuk elenmesini ve hatta mümkünse pek oynayamadan geri dönmesini istemekten başka çareniz yok. Yoksa ücretler sizi fersah fersah aşar.
Dünyanın parası
Futbol maksadını çoktan aşmış durumda. Futbol artık para basan koca bir makina.
Bu amaca yönelik en iyi turnuvalar da ulusal takımların katıldığı turnuvalar. Vatandaşın vergisinden kesilen paralarla daha sonra ne olacağı belli olmayan statlar, düzenlemeler yapılıyor, sonra milliyetçilik de körüklenerek futbolseverler statları dolduruyor, TV başlarına kilitleniyor.
Bu arada futbolcular can hıraş değişik zamanlarda ve değişik iklim koşullarında oynuyor, oynamaya çalışıyor ama bu kimsenin umurunda olmuyor.
Önemli olan futboldan gelecek kazanç.
Ne var ki Brezilya gibi bir futbol ülkesinde bile bu gidişe isyan edenler çıkabiliyor.
Brezilya'da halkın önemli bölümü Dünya Kupası'nın Brezilya'da olmasından rahatsız. Halkın bir sürü acil ihtiyacı varken ve bunlara yanıt alamazken futbola halkın cebinden harcanan paralar onları doğal olarak rahatsız ediyor. Turnuva sırasında alınan grev kararları bunun bir göstergesi.
Dünya Kupası’nın ekseni para
Futbol üzerinden kazanan sadece bazı büyük şirketler mi? Futbolun başı olan FİFA da "para" diyor başka bir şey demiyor. Bakmayın siz futbolu koruyor kolluyor görünmesine. Bindikleri dalı kesecek değiller ya. Futbol yaşamaya devam etsin ki futboldan kazanmak da sürsün.
Bu yüzden ulusal takım turnuvaları kâr marjı en yüksek “mal”lar. Stadyumlar doluyor, milyonlarca insan TV başına geçiyor ve sadece bir ayda sponsorlardan, reklamlardan, yayın haklarından milyarla ölçülen dolarlar kazanılıyor.
Dolayısıyla FİFA kararlarının hiç birisinin tesadüfi olması mümkün değil. Turnuvaya katılacak takımlar, maç sayıları, maç saatleri hep bilinçli olarak seçiliyor.
1994 ABD'de maçlar Dünya'da makul saatlerde izlensin diye futbolcular için hiç alışılmadık zamanda, güneşin altında hem de Los Angeles gibi sıcak kentlerde oynanmıştı hatırlarsanız. Hele final maçı öğle sıcağında yapılmıştı ki futbolcuların bırakın koşmak yürüyecek halleri bile kalmamıştı. İnsanlık dışı bir durumdu bu. Finalin 0-0 ve futbolsuz bitmesi hiç rastlantı değildi bu yüzden.
2002 Kore-Japonya'da ise ev sahibi takımları ileri turlara taşımak için şike tadında hakem kararlarına tanık olmuştuk.
Bu kez ev sahibi takım Brezilya ve final Maracana'da oynanacak. Hani “ölmeden yaşanması gereken olaylar”ı sıralarız ya biri de bu olsa gerek. Finalde Brezilya'nın olması sanırım en renkli, en kazançlı sonuç olacak. O zaman insanın aklına farklı şeyler gelebiliyor pekala. Mesela A Grubunda Brezilya birinci olursa, B Grubunun ikincisiyle oynayacak. B Grubunda Şili ikinci olursa vay haline. Bu grupta Hollanda ya da İspanya ikinci olursa, Brezilya karşısında tur şansları olur mu? Böylesi bir ortamda hakem kararları ne kadar sağlıklı olur? Bilemiyorum. Bakıp göreceğiz.
Turnuvaya katılan takım sayısının giderek arttırılması da yine aynı nedenden; daha çok ülkeye yayılma ve daha çok kazanç.
Ama bunun getirdiği sakıncaları kimsenin düşündüğü yok.
Mesela grup son maçında karşı karşıya gelen iki takımın kol kola gruptan çıkmak için maçı belirli bir skora bağlaması sıkça rastladığımız olaylardan. Bunu önlemenin bir yolu bulunabilir, mesela gruplarda ikinci ve üçüncü olanlar çapraz baraj maçları yapabilirler ama bu da daha çok maç demek ve bu yüzden imkansız gözüküyor.
Ulusal takım kaldı mı?
Çocukluğumdan beri Ulusal Takım kavramı kafama hiç oturmamıştır nedense. Bizim gibi milliyetçiliğin köpürtüldüğü ülkelerde bile futbolseverler kulüp takımlarına gösterdikleri alakayı milli takımlara göstermezler mesela.
Bunun tabii ki birçok nedeni var ama benim asıl takıldığım nokta ulusal takımın oluşturulma biçimi.
İlla ki o ülkenin vatandaşı olma ya da o ülke kökenli olma koşulu bana artık saçma geliyor.
Çünkü çok garip durumlara tanık olabiliyoruz. Türkçesi bile olmayan, Türkiye'de doğup büyümemiş ama büyük babası Türk olduğu için Almanya'dan bir futbolcuyu alıp gönül rahatlığıyla ulusal takıma koyabiliyoruz örneğin. Ya da Aurello gibi sonradan Türk pasaportu verdiğimiz futbolcuya da Ulusal Takım forması verebiliyoruz, bizi temsil etsin diye.
Zamanını hatırlamıyorum ama epey bir zaman oldu; İngiltere'de "Ulusal Takımlar o ülkede oynayan futbolculardan kurulsun" fikri ortaya atılmıştı. Herkes çok heyecanlanmış kendilerince on birler oluşturmuşlardı.
Ben gelecekte şu anda fantezi gibi görülen ne var ki çok daha gerçekçi çok daha o ulusun futbolunu yansıtan ulusal takımların oluşacağına inanıyorum.
Benim takımlarım
Dünya kupasına ben de ulus çerçevesinden değil de futbol çerçevesinden bakıyorum. Ve tabi bir de haksızlığa uğrama ihtimali olan takımları destekliyorum.
Turnuva sırasında yenileri de eklenebilir ama şu anda benim gönlümün takımları turnuvanın en genç yaş ortalamasına sahip Gana (24,9), yeniden yapılanmada herkese örnek olabilecek Belçika (Belçika aynı zamanda 25,3'le ikinci en genç yaş ortalamasına sahip). Yine alt yapı şampiyonu Bosna-Hersek ve futbola farklı anlayışlar sunan Şili.
Görüldüğü üzere yine kazanma ihtimali az olan takımları destekleyeceğim. Çünkü kaybetmenin de güzel olduğuna ve çok şeyler kattığına inananlardanım.
Şölen başlıyor
Tabii Perşembe gecesi orta yuvarlaktaki topa Brezilyalı ya da Hırvatistanlı bir ayak dokunduğunda yazdıklarımın değeri kalmayacak. Dünya duracak, futbol topu dönecek.
Önümüzde futbolla dolu tam bir ayımız var. Günümüz futbolunun bize dayatılan tüm gerçeklerine rağmen futbolseverler için bir şölen bu. Herkese iyi seyirler...