06 Temmuz 2013

Gezi’den önce Gezi’den sonra futbol

Ve Gezi’de yaşanan dayanışma hayatta bir araya gelemez sandığımız taraftar gruplarını da yan yana, kol kola getirdi

Tıpkı milat gibi “Geziden önce Gezi’den sonra” cümlesini çok duyacağız artık.

Sadece siyasi tarihimizde mi? Bundan böyle futbolu değerlendirirken de “Gezi öncesi Gezi sonrası” ifadesine tanık olacağız.  

Bir kere futbolu ‘hakim sınıfların kitleleri uyutma aracı’ olarak görenler, futbol taraftarının yalnızca futbolla ilgilenen, sığ, kaba- saba insanlar olduklarını düşünenler futbola da futbol taraftarına da farklı bakacaklar.
 

Yeni bağzı şeyler


Tamam, çArşı’nın her zaman duyarlı yapısıyla, özgür ruhuyla, yaratıcılığıyla, haksızlığa karşı cesaretli duruşuyla farklı bir yanı vardı. Ve insanları olumlu etkiliyordu. Mesela “Futbolla ilgilenmiyorum ama çArşı’yı tutuyorum” diyen arkadaşlarım vardı benim Gezi öncesinde de.

Ayrıca çArşı hiçbir zaman sıradan bir futbol taraftar grubu olmadı. Bu yüzden de çok sempatizanı vardı. “Taraftarı olmadığım bir kulübün taraftarını tutuyorum” diyenler de.

Ve Gezi’de yaşanan dayanışma hayatta bir araya gelemez sandığımız taraftar gruplarını da yan yana, kol kola getirdi. Sanki göle çalınan maya tutmuş gibiydi; Galatasaraylısı, Beşiktaşlısı, Fenerbahçelisi, Bursalısı kol kola birbirlerine destek tezahüratları yaparak nasıl da isterlerse bir arada olabileceklerini gösterdiler bize. Bu sahalarda görmek istediğimiz manzaralardı işte.

Tanık olan bir arkadaşım anlatmıştı; zaten sonra basında da yer aldı. Beşiktaş’ta Beşiktaşlı, Fenerbahçeli, Galatasaraylı taraftarlar birbirlerinin sloganlarını atmışlar. Hep beraber siyah-beyaz, sarı-lacivert, sarı-kırmızı tezahüratları yapmışlar. Fenerbahçelilerin; “Beşiktaş sen bizim her şeyimizsin” sloganını söylemeleri de yine nasıl insani duyguların yeri geldiğinde her şeyin önüne geçebildiğinin güzel bir kanıtıydı kuşkusuz.

Oysa ki Gezi olaylarına kadar hep düşmanlıktan besleniyorduk biz. Farklılıklara hiç tahammül edemiyorduk. Rakipleri düşman olarak değerlendiriyor, olmadı hayali düşmanlar yaratıyorduk.

Nerede doğru gitmeyen bir şey var, özeleştiri yapmak, hataları düzeltmeye çalışmak yerine, “dış mihraklar” icat ediyor, onları hedef gösteriyorduk. Bu yolun bizi bir adım bile ilerletmediği çok açıktı ama-çünkü sorunlar olduğu yerde durup duruyordu yine- yolumuz hep buydu ne yazık ki. İktidarda kalmanın, var olan sistemi aynen sürdürmenin en kolay yoluydu bu bizim için.


Babalara öğreten çocuklar


Tabii ki her şey bir anda değişmez… Gezi sonrasında pek çok şeyin yanı sıra futbolda rakibi düşmanlaştırma alışkanlığı da varlığını sürdürecek ama eskisi gibi kolay zemin bulamayacak. Rekabetin geliştirici yönü, düşmanlığın köreltici yönüne alternatif olabilecek en azından.

Taraftar bunun temellerini Gezi vesilesiyle attı çünkü. Gezi’ye bakıp umutlanmamak elde değil.

Ama iş kulüp yönetimlerine, futbolu yönetenlere gelince durum tamamen değişiyor.

Baksanıza Gezi olaylarında aktif rol oynayan çArşı grubu için Beşiktaş Başkanı Fikret Orman’ın açıklamalarına. Yaramaz çocuğuna başöğretmen karşısında mazeret arayan ebeveyn gibiydi.

Zaten muktedirler gençlere karşı ne zaman sıkışsa onlara “aldatılmış çocuk” muamelesi yapıyor. Ne zaman gençlerin bağımsız bir eylemiyle karşılaşsalar hemen “ülkemizin geleceği” edebiyatını bırakıp, ergenliğe takılmış, rüştünü ispat etmemiş  çocuk demagojisine geçiveriyorlar…Valla Park’ta o “çocuk”ların birçoğunu dinledim; siyaseti, toplumu, dünyayı ve futbolu bizden, bu işin “baba”larından çok daha iyi biliyorlar. Bizim kuşaklar kırıldı, gözaltılarda kayboldu ama onların kırılmaya hiç niyetleri yok. Dün Van Depremi’ndeymişler, bugün Gezi’deydiler, artık ülkeyi yönetmeliler.

Dilerim futbolu ve futbol kulüplerini de onlar yönetir.


İcazet, vesayet yeteeer


Gezi asıl mevcut yönetimlerin yetersizliğini ortaya çıkarıverdi bence.

Öyle bir yönetici profili oluştu ki Türkiye’de, afra tafralarından geçilmiyor. Her gün ne kadar güçlü olduklarını nelere kadir olduklarını anlatıyorlar bize. Demeçlerin ardı arkası kesilmiyor. Her bir konuda fikirleri var kendilerinin. Dinlemiyorlar, sürekli anlatıyor, emir talimat yağdırıyorlar.

Hele iş futbolsa her erkek kişi doğuştan futbol uzmanı zaten. Buna bir de yönetici olup yetki sahibi olma durumu eklenince vaziyet daha da vahimleşiyor.

Ama aynı kişiler iktidara karşı, siyasilere karşı kurt postunu çıkarıp birden kuzuya dönüveriyorlar. Kulüpleri beceriksizlikleriyle öyle hallere düşürüyorlar ki kendi sorunlarını kendileri çözemiyorlar. Dolayısıyla iktidarların merhametine, icazetine sığınmaktan başka çare bırakmıyorlar.

İcazetin sonu da vesayet… Siyasiler için bulunmaz bir nimet bu. Milyonların sevgilisi kulüplere hükmetme şansını ellerine veriyorsunuz çünkü.

Kulüplerde seçim sistemleri, kongre yapısı değişmediği sürece, taraftarın iradesi yeterince seçimlere yansımadığı sürece kulüpleri bu tarz yöneticilerden kurtarmak da çok zor gözüküyor.

Ama diyorum ya Gezi olayında taraftarlar arasında kurulan ittifak ve yakınlaşma kulüp yöneticilerinin işini zorlaştıracak. Düşman yaratmak artık eskisi kadar kolay olmayacak. En azından bir süre…

Bütün iktidar karşılıksız seven taraftara!

Yazarın Diğer Yazıları

Oynamadan üç puan

Balıkesir karşısında yavaş, dağınık, çabuk unutulacak bir top oynadı Beşiktaş. Buna rağmen 3 puan aldı

Tottenham-Beşiktaş: 1-1'e üzüldük

Deplasmanda elde edilen puan açısından bakıldığında sevindirici bir beraberlik ama oynanan futbola ve elde edilen pozisyonlara bakınca üzülmemek elde değil

Futbol durarak oynanınca

Tribünlerin boş olduğu futbol karşılaşmaları TV'den izlenirken bile zevksiz. Ama ne gam! Yeter ki tribünlerden istenmeyen sesler çıkmasın

"
"