30 Kasım 2024

Yarattığı çelişkilerle sanatta “kültürel bellek” istilası

“Kültürel bellek” geçmişten çağrılan imgeleri sürekli olarak önümüze taşıyor. Zaten varlığımızın bir parçasıyken, farkındalık adına önümüze yığılıyor. “Bugün”ü anlamak için geçmişe bakarken önümüzü göremez hale geliyoruz

Belki fark etmişsinizdir son zamanlarda sergi başlıklarında belirgin biçimde öne çıkan bir kavram var: “Kültürel bellek

Bu dönemde sanatta uluslararası dolaşıma girebilmek için “kültürel bellek” kavramının ekseninde yapıtlar üretmek bir ön koşul gibi görünüyor.

Kuşkusuz, bu kavram bütün yapıp ettiklerimizle yakından ilişkilidir. Ancak günümüz sanat pratikleri üzerindeki artan etkisi çelişkili bir durum yaratıyor.

Ramazan Can ve Cem Sonel'in ortak ve bireysel işlerinin bir araya geldiği “All The Good Memories Are Stored” (Bütün güzel anılar saklanır) adlı sergi de nesiller boyunca aktarılan kültürel belleğe atıfta bulunuyor.

Önce bu iki sanatçının işlerinden biraz bahsedelim.

İki farklı disiplinde çalışan sanatçılar Anna Laudel İstanbul Galeri’de ortak ve bireysel çalışmalarıyla bir araya gelmişler. Bu buluşma, salonun ortasına serili yerleştirmeyle sembolik olarak da örtüşüyor. Bir zamanlar bir evde ayaklar altında ezilen fakat bugün galerinin baş köşesine yerleşmiş bir halının yarısı matematiksel algoritmalarla pixel pixel yeniden üretilmiş sanal görüntüsüyle tamamlanıyor. Ortada kesiştikleri nokta, insanın ortak kültürel kodlarıyla üretim pratikleri. Bu buluşmada en küçük yapı elementlerinde ortaklaşıyorlar. Bu yapı, geçmiş ve geleceği birbirine bağlamaya gönderme yapıyor.

Tarihi mimari yapılar ve geleneksel halılardaki soyut geometrik biçimlerin sembolleri dijital algoritmik sistemlerle geleceğe taşınıyor.

Başka bir ortak yerleştirmede, dürülmüş bir halı yerinden yurdundan edilerek beton bir bloğun içerisine sıkıştırılmış. Beton yüzeydeki mozaik üzerinde yer yer bozulmalarla birlikte geleneksel geometrik motifleri görebilirsiniz. Beton bloğun dijital uzantısında yine sistematik düzenlemeler ve sapmalarla bilinçli bir bozulma yaratılmış.

Soyut resmin ilk örneklerinde gördüğümüz doğanın stilize edilmesi, dijitalde doğanın matematiksel ilkelerine indirgeniyor.

Bir sanatçının sanat nesnesi, onun üzerinden düşünme biçimini ve dinamiğini oluşturur.  Kendini ve dış dünyasını anlama ve anlamlandırma çabası kuşkusuz taşıdığı kültürel kimliğiyle onu geniş bir perspektiften bakmaya zorlar.

Ramazan Can, Yörük atalarından kalan bu somut nesneyle bir bağ kurup kültürünün giderek yok olma tehlikesine işaret ediyor. Cem Sonel de kültürel tahribatı matematiksel sistemlerdeki sapmalarla ifade ediyor.

Sergide, somut bir özne olarak “halı”yı ya da soyut simetrik algoritmaları takip ederken aslında sanatçıların bu kamusal mekâna dayalı düşüncelerine de tanıklık ediyorsunuz.

Sanatçılar tüm çalışmalarında Anadolu kültürünün vazgeçilmez unsuru olan bir ev eşyası üzerinden tarihsel kimliklerini sorgulamışlar. Halıların kültürel bir kullanım eşyası olması yanında üretim yöntemleri, motifleri irdelenmiş. Bu derin analiz aracılığıyla kaybolan kültürel değerleri tutmaya ve korumaya çalışmışlar.

I used to be a stranger of this place. Now I am the owner” (Bu yerin yabacısıydım, şimdi sahibiyim) adlı yerleştirme ise bence serginin diğer alt başlığı. “Halı” diğer işlerde sanat nesnesi olarak dönüşüme uğramış olsa da varlığını sürdürürken bu yerleştirmede işlevsel yapısı bozulmuş, artık bir yazı aracı olarak kullanılıyor. Sanatçı, kültürel kimliğini taşıyan nesnesini yıkıp bir araç olarak yeniden yapılandırarak kamusal alanda izleyicisini ev sahibi olarak karşılıyor. Varlığını ancak bu koşullarda sürdürüyor.

Bu varoluş sorgulaması bizi ortak bir dilden ziyade kültürünü taşıyarak var olma çabasına götürüyor.

Sanatçılar her ne kadar kültürel mirası kolektif bir dil aracı olarak kullanmaya çalışsalar da daha çok postmodern düşüncenin çok kültürlü, eklektik, çoğulcu alanına doğru yaklaşmışlar.

Anna Laudel’in Düsseldorf’daki serginin devamı niteliğinde olan bu enstalasyonları gördüğümde aklıma gelen ilk soru şuydu:

Bu sergi, iki ayrı coğrafyada, iki ayrı kültürde ortak bir dil yaratabilmiş midir?

Postmodernizm kültürler arasındaki iletişime ne kadar çözüm önerebilmişse günümüzdeki benzer yaklaşımların çözümü de ancak o kadar olabilir.

Hepimiz biliyoruz ki yaşadığımız nesnel dünyayı farklı duyularla algılıyoruz. Bir kültüre ait imgeler aracılığıyla ortak bir dilde buluştuğumuzu düşünürken farklı adreslere yönelebiliriz. Aradaki mesafeler açılmaya devam edebilir.

Kültürel bellek kavramının literatüre eklenmesi yakın tarihte olsa da kavram sanat dünyasında hep kullanıldı. Sanatın doğuşundan buyana sanatçılar, kolektif kimliklerini metaforlar aracılığıyla sanatlarına taşıdılar.

Bugünse harici bir müdahaleyle “kültürel bellek” geçmişten çağrılan imgeleri sürekli olarak önümüze taşıyor. Zaten varlığımızın bir parçasıyken, farkındalık adına önümüze yığılıyor. “Bugün”ü anlamak için geçmişe bakarken önümüzü göremez hale geliyoruz.

Bu eğilimin diğer bir çelişkisi ise dönemin ruhuna uygun olan biçimci yaklaşımla estetiğin sınırları genişlerken düşüncenin geri planda kalması.

All The Good Memories Are Stored 12 Ocak 2025’e kadar sanatseverlerin ziyaretine açık olacak.

Gülay Kazancıoğlu kimdir?

İlk, orta ve lise eğitimlerini doğduğu kent olan Trabzon'da tamamladı.

Ankara Üniversitesi'ndeki mühendislik eğitimini resim bölümünde okuyabilmek için yarım bırakıp 1992 yılında Gazi Üniversitesi Resim Bölümü'ne geçti. 

1996 yılında lisansını tamamlamasının ardından Hacettepe Ünversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim Ana Sanat Dalı'nda “Resimde Trajik” konulu yüksek lisans teziyle sanatta yeterliliğini verdi.

Ankara ve istanbul'da görsel sanatlar öğretmeni olarak da görev yapan sanatçı resim, heykel ve dijital enstalasyon çalışmalarına devam etmektedir.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yaraları kanatmadan izleriyle hazine yaratan sanatçı Sarkis’ten “Gökkuşağı Renkleriyle Çocukların Yağmur Çağrısı”

Sarkis’in metaforik imgeleri dışsal dünyaya oldukları kadar içsel dünyasına da aittir. Zıtlıkları birleştiren, çokluk içinde uyum arayan katmanlı bir yapı olarak kullanılan gökkuşağı, Big Bang’den Gezi olaylarına yansıma ve kırılma anlarının sembolüdür

‘Hesaplar ve Tesadüfler’… Hayranlık ve bulantı…

Dijital sanatın kat edebileceği yolları düşününce bugün emekleme devresinde olduğunu söyleyebiliriz. Ne var ki “sanat”ın öznesi her zaman insan olacak. Sanatçının yaratıcı bakışından mahrum bırakarak toplanan verileri jeneratif bilgisayar sanatına teslim etmek, belki muazzam görüntüler yaratabilir ama bir noktadan sonra hayranlığın yerini bulantıya bırakması kaçınılmazdır

‘Farz Et Ki Sen Yoksun’ ama varlığına dair her şey burada

‘Farz Et Ki Sen Yoksun’ ama bir gün olmayacağın bir dünyayı tasavvur etmenden beklenen senin yokluğun mu olmadığın bir dünyanın varlığı mı? Bu sorularla da izlediğiniz Ömer M. Koç’un koleksiyonu geçici değil kalıcı olmayı hak ediyor. Koç’un sanatı ve sanatçıyı desteklediğini anlıyoruz, fakat sergi, bize yapabileceklerinin yaptıklarından daha fazla olabileceğini de gösteriyor

"
"