08 Eylül 2015

Ekonomik büyüme ve toplumsal refah için anlamlı bir ilk adım, oy sandığında nasıl sorulur?

Zerrece uygulanabilir bir öneri olup olmadığından bağımsız, Türkiye bunu gerekli kılacak şekilde, snobluk, bölünmüşlük ve dengesizlik içinde...

Samimi önerim şudur: 1 Kasım 2015 Genel Seçimi oy pusulalarında koalisyonlar bağımsız seçenek olarak yer almalıdır.

Kanımca, tartışmaya açmak istediğim bu önerimin, hukuken ve fiilen buna imkan olup olmadığı tartışmasından çok daha kıymetli refah tartışması boyutları vardır. Bu önerinin anlamlı olması için çok sayıda ve bir araya gelmesi güç ön şartlara ihtiyaç vardır. Zaten bu önerinin başka parlamenter demokrasilerde değilse de Türkiye’de ciddiyetle değerlendirilmesi gerektiğine inanmamın sebebi de, tüm bu şartların birleştiği istisnai durumu bizim el birliğiyle yaratabilmiş olmamızdır.

Şu andaki halimiz nedir?

Öncelikle, demokratik katılım mekanizmaları çıplak temsili demokrasinin en yalın enstrümanına, yani oy sandığına, indirgenmiş bir toplum lazımdır. Zaman zaman sandığı ziyaret edebilmeyi demokrasi şöleni yerine koymaya teşvik edilen ve mührünü tek bir partiye basmaya programlanan toplum, bunu bir 7 Haziran günü yaptıktan ve sonuçlar tek parti iktidarına yetmedikten sonra “milli irade uzlaşın dedi” ve “halk koalisyon istedi” gibi yorumlar yapılmış olmalı, tüm halkı bilinçle davranan tek bir organizma yerine koyan yaklaşımlar güvenle üretilmiş olmalıdır. Ardından, ülkedeki siyasetçiler büyük beceriksizlik ve basiretsizlikle milli iradenin emrine itaatsizlik etmiş olmalı ve dahası çabucak rövanş maçı hırsına düşüp ülkenin zaten kıt olan kaynaklarını buna seferber etmiş olmalıdırlar. Bu rövanş maçında 5 ayda sonucun tek parti iktidarına elvermesi için elle tutulur bir gerekçe mevcut olmamalı ve eğer böyle bir durum ortaya çıkarsa halkın geniş bir kesimi kandırılmış ve en basit demokratik katılımdan dahi türlü stratejiyle dışlanmış hissedebilecek durumda olmalıdır. Bu rövanş maçı hazırlıkları kapsamında, 5 aydan kısa sürede ülke dinamiklerinde köklü değişiklik ve oy dağılımında mucizevi bir akışkanlık yakalamak üzere, bütün çelişkiler derinleştiriliyor, kutuplaşmalar körükleniyor olmalıdır. Yine aynı seçim hazırlıkları çerçevesinde, hem ülkeyi karıştıran yollar yürünmeye başlanmış ve varsa ortak kazanımlar terk edilir olmuş olmalı hem de siyasetçiler farklı seçmen kesimlerine ağızlarına gelen etiketi takacak kadar halkın üzerine çıkıp halktan kopmuş olmalıdır. Ayrıca, siyasetçilerde de halkta da o toplumdaki herkesin o anda zaten fanatikleşmiş olduğuna dair ciddi bir inanç mevcut olmalı, bu fanatizme güvenle tüm siyasetçiler sandığı özel bir siyasi bir maliyet riskine katlanmaksızın tekrar zar atma yeri olarak görmeye başlamış olmalıdırlar. Dahası, uzun süreli güçlü tek parti hükümeti döneminden önceki koalisyonlar kriz ve kaos habercisi olarak hatırlanıyor olmalı, halkın koalisyon istemeyeceğine dair güçlü varsayımlar mevcut olmalıdır. Söz konusu uzun süreli güçlü tek parti hükümeti döneminde, demokrasinin günlük olarak çoşkun ve karmaşık biçimde yaşanabilmesini sağlayan mekanizmaların, ifade hürriyetinin, haber alma hakkının, sivil toplum kuruluşlarının, devlet denetleme kurumlarının, yargı bağımsızlığının, savunma hakkının, bürokraside kalitenin, hepten içi boşalmış, demokratik denge sistemlerini teşkil eden pek fazla sandık dışı mekanizma kalmamış olmalıdır. Bu ortamda, muhalefet partilerinin de bu mekanizmaları kurmaya ve gerçekten özgürlükçü yol yürümeye mi yoksa kendi gizli ajandalarını ilerletmeye mi talip olduklarına dair halkın farklı kesimlerinde farklı partilerle ilgili tereddütler yoğun olmalıdır.

İşte bütün bu şartları birleştirme becerisi gösterildiğinde, yeniden yapılacak seçimde halka sandıkta sorulması gereken iki soru vardır.

Koalisyon ister misin? Nasıl bir koalisyon istersin?

Oy pusulasında AKP/CHP, CHP/HDP veya AKP/MHP, AKP/HDP gibi bazı olasılıklar bulan halkın şu ülke şartları içerisinde koalisyonun ta kendisini belli bir kompozisyonla tercih edebileceği ve bu suretle bu zar atma oyununu bozabileceği kanaatindeyim. Seçmen yakın tarihte stratejik oy kullanıp HDP’ye baraj aştırmak suretiyle bu tür karmaşık yapıların sorusunu hakkını verebileceğini göstermiş ve bu alternatifler açıkça kendisine sunulmadığı müddetçe memleketin sürücü koltuğuna oturamadığını  da tecrübe etmiştir. Şu şartlar içinde, imkan verilirse, halk mesajını da görevi de çok daha net biçimde verebilecektir. Örneğin, bir yandan hükümetin halkın geniş bir kesimini temsil gücünün yüksekliğini ve devamlılığı önemserken bir yandan da AKP’nin uzun süren iktidarının artık yılgınlık ve suistimal yarattığını düşünen ve en azından kabinedeki dağılımın –diğer tüm demokratik kontrol ve denge mekanizmaları yerle bir olmuş iken- sağlıklı bir kontrol mekanizması yaratacağını düşünen AKP ve CHP seçmenleri (ve bir ihtimalle bitmez muhalefet döngülerinden sıkılmış olan CHP seçmenleri)  AKP/CHP’ye mühür basabileceklerdir. Benzer biçimde, tüm azınlıklarla ilgili özgürlükçü yaklaşım yürütüleceği ümidiyle yahut CHP’nin tarihsel bürokratik tahakküm eğilimlerini kırarak gerçekten özgürlükçü olabileceğine ilişkin tereddütleri sebebiyle HDP’ye oy veren ama oyunun Kandil boyutundan tedirginlik duyan (yani, Selahattin Demirtaş’ı beğenen ama HDP Genel Merkezi’ni ziyaret ettiği takdirde Selahattin Demirtaş’ın verdiği hissi almayan) CHP seçmeni ile iktidara da talip olmak isteyen HDP seçmeni CHP/HDP lehine oy kullanabilecektir. Bütün senaryoları ve olası düşünüş biçimlerini açıklayacak yahut açıklayabileceğimi iddia edecek değilim.

Önemli olan şudur: Zerrece uygulanabilir bir öneri olup olmadığından bağımsız olarak, Türkiye bu öneriyi gerekli kılacak şekilde, snobluk, bölünmüşlük ve dengesizlik içerisindedir.

Genel olarak halimiz nedir? Koalisyonun bununla etkileşimi ve faydası ne olabilir?

Türkiye hikayesinin ilginçliği global arenada her geçen gün azalmakta, meşhur “potansiyel”i realize edilemedikçe yitip gitmekte ve şu anda görülen ekonomik, sosyal, siyasi yahut hukuki manzaranın zerre sürdürülebilirliği mevcut bulunmamaktadır.  Mülkiyet haklarının korunmasında, vergi toplanmasında, sözleşmelerin gereğinin yerine getirilmesinde, borç ilişkilerinde zayıfın himaye edilmesinde ve kamusal hizmetlerin götürülmesinde zaaf yaşanmadığı müddetçe, karışık hükümet yapısı –yani, koalisyon- ülkenin gerçek potansiyeliyle sürdürülebilir olarak büyümesine şu somut zaman anında daha iyi destek verebilecektir. Nitekim, bu sayılanlar, baştaki hükümetin koalisyon olup olmadığından ziyade, devletin devlete benzeyip benzemediği ile ilgili konulardır ve şu seçimin sonuçlarından bağımsız olarak himaye edilebilir. Oysa, demokratikleşme ve refahı destekleyici kapsayıcılığın geliştirilmesi, seçim sonuçlarıyla ilgilidir. 5 ay içerisinde tekrar zar atıp kısıtlı seçeneklerle yeniden kart dağıtarak toplumun gözünün içine baka baka dışlayıcı biçimde tek partiye yürüyen bir hükümet ile refah hedeflenmesi ne kadar güç ise, ülkeye gerçek anlamda kanadığı 5 ay ve yoğun kaynak harcattıktan sonra kartlar benzer dağıldığı için bu kere mecburiyetten koalisyona yürüyen partilerden oluşan bir koalisyon sonrasında siyasetçilerin bu israfın ve basiretsizliğin hesabını vermesi de o kadar güçtür. Soruyu halka götürüp halkın ne dediğini dinlemek ise, hiç değilse halka farklı bir çözümün parçası olma ve gerçekten ülke yönetimine dahil olma, bu arada da, içi boşalmış olan günlük demokratik katılım mekanizmaları ayaklandırılana ve özgür üretim süreçlerini yaratıp korurken toplumun ekonomik potansiyelini emen güç yumaklarını da dağıtan bir hukuk uygulaması oluşturulana kadar, hükümette yarattığı dengelerle demokratikleşme tansiyonunu direkt sandık üzerinden muhafaza etme olasılığını verecektir. Nitekim, dünyanın her yerinde, politikayı ve politik kurumları kontrol eden kişiler, toplumun ekonomik potansiyelini monopolize ederek emmeye ve dağılması beklenen refahı kendilerine kanalize etmeye adaydırlar. Bazı ülkelerde bunun gerçekleşmesi, diğerlerinde ise bunun olmaması, politikacıların bireysel farklarından ziyade, kendi ülkelerinde altında bulundukları kontrol mekanizmalarının ciddiyetiyle ilgili bir durumdur. Bu kontrol mekanizmaları hemen hemen tamamen yerle bir olmuş bulunan bir ülkede, Türkiye’de,  koalisyon kurulması suretiyle yaratılan çekişmeli güç ilişkisinin ilkel ama doğal kontrol mekanizmalarıyla refah havuzunun dibindeki delik tıkandıktan sonra, refah üretimini coşturacak demokratik kurumların ayağa kaldırılması daha kolay ve anlamlıdır.

Şu anki halimiz ve genel olarak halimiz, koalisyonun doğrudan halk iradesiyle sahiplenilmediği bir ortamda ilerletilirse ne olur?

Şu anki halimiz ve genel olarak halimiz koalisyonun doğrudan halk iradesiyle sahiplenilmediği bir ortamda ilerletilirse, bugün “orta gelir tuzağı” zannettiğimiz durumun aslında en temel haklarında dahi can derdine düşen bir toplumun milli gelir yaratma potansiyelinin en olgun ve gelişkin üst sınırı olduğu bir eksende uzun süre debelenmemiz muhtemeldir. Üstelik, bahsettiğim ilk adım ve ardından da demokratik kurumların ayaklandırılmış olması hazırlığı yapılması söz konusu olmamış ise, bu debelenmeden çıkabilmemiz sadece yeniden “arayı kapatma atağı” yaşayabildiğimiz bir global konjonktür bulabilmemize bağlı olacaktır. Bu şansı tekrar elde etsek dahi, gerekli yollar yürünerek demokratik katılım kurumlarının sağlamlaştırılması için hazırlık yapılmamışsa, bu sefer de o andaki hükümete tapınarak ona otoriter eğilimler kazandırma ve yine toplumun gerçek potansiyeliyle sürdürülebilir bir ekonomik büyüme elde etme şanslarına bir defa daha sırt dönme sarmalına girilmesi kaçınılmaz olacaktır. O durumda, konjonktürel büyümenin de iş yaratılmasına ve toplumun bütünlüklü olarak zenginleşmesine katkıda bulunması, yine, mümkün olmayacak, bu sefer de o anda başta bulunanların klikleri kimler ise onlar zenginleşecek ve “oysa bir ara herşey ne iyiydi” duygusu tekrar büyük resme ilişkin körlük yaratacaktır. 1 Kasım seçimlerinin bu döngüyü kırmak için bir ilk adım olarak kullanılması mümkündür ve bu da halka oy pusulasında daha içerikli ifade imkanı verilmesiyle olur.     

Bu yazının derdi, oy pusulası içeriği midir?

Bu yazıda yer verdiğim önerimin gereğinin yapılmasının hukuken ve fiilen mümkün olup olmadığından önemlisi, Türkiye’nin şu anda bu öneriyi gerekli ve anlamlı kılacak bir bölünmüşlük ve fanatizm noktasına bizzat siyaset mekanizması tarafından getirilmiş olduğu ve halkın siyasete birliktelik talebi iletmesi kanallarının da oy sandığına kadar geriletilmiş olduğu gerçeğidir. Önerilen oy pusulasıyla, siyasetçilerin elinde “400 milletvekilini verdin mi vermedin mi?” sorusuna kadar gerileyip sıkışmış olan demokratik katılım okunuşlarının halk tarafından kendilerine daha nüanslı ve sağa sola çekilemeyecek kadar açık iletilmesi kanalı yaratılabilmiş, siyasetçilerin görevi sandıktan alıp da yerine getiremedikleri için dertleri zevk edinmeye başlamış bir ülkenin yönetim kompozisyonu halkın mikro yönetimiyle teşkil ettirilebilmiş olacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları

Baskı arttıkça cesaretin ve iyimserliğin artması hakkında Kanun Hükmünde Kararname

Baskının yoğun olduğu toplumlarda, toplumun genel olarak eksikliğini çekmesi muhtemel olan unsur, cesaretten ziyade iyimserliktir

Türkiye’den el çektirmek

Demokrasi, kendi verdiğimiz tankların işgalini engellemek için onların önüne yatabilme özgürlüğü müdür?

Anayasa nedir, ne değildir? Başkanlık Sistemi neye yarar? 'Türk Tipi' ne değildir?

Sayın Cumhurbaşkanı’nın şu anda Türkiye’de yapmak isteyip de yapamadığı ne vardır?