09 Şubat 2022

Görmeme biçimleri

Esra Erol, kadını gizli kapaklı bir yaşamın içinde bırakan erkeği azarlamaz. Gizli kapaklı bir yaşamın içinde bırakılan gencecik kadını azarlar. O kadını ergenliğinde yalnız bırakmış, "Kız çocuğunun ne işi var oralarda!" diyerek bir sürü yere göndermemiş, "Okuyup âlim mi olacan!" diyerek eğitimini önemsememiş, "Senin aklın ermez!" diyerek fikrini dahi sormamış, "Ne işin var oğlanlarla!" diyerek erkekleri tanımaması için elinden gelen her şeyi yapmış olan "kutsal aile yapısını" ise asla sorgulamaz

Kendimce çiziktirdiğim bu satırlar, çok saygıdeğer Esra Erol Hanımefendi'den bahsetmeye elbette layık değil biliyorum. O yüzden ismini bu yazıdan sonra bir daha anmayacağım. Fakat bizimle paylaşma inceliğinde bulunduğu yüksek ahlak öğretisini daha iyi algılamak için, gündeme oturan son hareketini biraz konuşsak daha iyi olur diye düşünüyorum. 

Bilmeyenler için özet geçelim: Hanımefendi, evli bir erkekle ilişki kurmuş olan 18 yaşındaki bir genç kadını programına çıkardı. Bu genç kadının bütün ağlamalarına ve "Beni göstermeyin" çığlıklarına rağmen onu gösterdi ve dakikalarca bağıra çağıra aşağıladı. Kendisi gizlemeye çalışan genç kadın itiraz ederken "Bu tepkiyi sana dokunan adama gösterecektin!" diyerek kadını bir de oradan suçladı. Bu sırada 40 yaşındaki o evli adamı ne gördük ne de ona bir ses yükseldi. 

Esra Erol tarikatının üyeleri soluğu sosyal medyada aldılar ve desteklerini bildirdiler. Mesela "örnek aile tablosu" konusunda başarılı bir sosyal medya profili çizen Bergüzar Korel Hanımefendi de bu destekçilerden biriydi. Demek onun ismini de bir daha anmıyoruz, tamam öyle olsun.

Bu aslında ne Esra Erol, ne 18 yaşındaki kadın ne de 40 yaşındaki erkek meselesi. Bu, kadın ve erkek arasındaki güç dengesizliğiyle ve bunun suistimaliyle ilgili bir mesele. Esra Erol, dengesizliği yaratan değil onu besleyen kişi ve yalnız da değil. Esra Erol'a o programı hazırlayan yapımcı, yapımcıya o cüreti veren seyirci, erkeğin suistimalini ona hak gören sosyal yapı, gencecik bir kadına o erkekle ilişkiyi cazip bulduran hayat koşulları ve elbette Bergüzar Korel de bu işin içinde. 

Meselenin kökeninde ise bir "görme biçimi" var. Kadını "erkeğin hayatını şenlendirecek bir unsur" olarak gören bir kültür yaratmanın sonuçları var. Kültürü değil, onun içine doğan ve hayatı da doğal olarak ona göre şekillenen gençleri suçlamanın bir sorumluluğu var. Bu sorumluluk hepimizin ama şu aralar en çok Esra, sonra da Bergüzar Hanımefendilerin üzerindedir. 

Bu görme biçiminde kadın, yalnızca erkeği için ve onu "şenlendirdiği" kadar var olur. Şenlendirme görevinin kapsamı yere ve zamana göre değişkenlik gösterse de, cinsel haz ve erkeği idare etme listenin her zaman en tepesinde bulunur. Erkeği olmayan bir kadın ise bütün erkeklerin rahatlıkla "yürüyebileceği" bir açık hedeftir, bunun için herhangi bir had bilgisi gerekmez. 

Böyle olunca, kız çocuğunun yetiştirilme ufku da ileride sahibi olacak o tek erkeğe hazırlanmayı geçmez. En makbul genç kız, ev işlerinde becerikli, büyüklerine saygılı, "oturmayı kalkmayı bilen" ve erkeğine kavuşana kadar kendini kimseye göstermeyen genç kız olur. 

Genç kız bu ufukla yetinmeyebilir. Başka bir varoluşu; gördüğü, göründüğü ve görüldüğü bir hayatı arzu edebilir. Fakat varlığını içten içe bildiği o "başka türlü bir şeyin" nasıl olacağına ufku henüz yetmemektedir. 

O beğeni "dengi dengine" olursa ne âlâ ama olmayabilir de. Erkeğin aradığı onun vasıfsız takdirini dahi nimetten saymaya kodlanmış bir hayat tecrübesizliği olduğunda, böyle bir genç kız tam da ona göredir.

Onu hiçbir zaman çok da değerli görmemiş olan babasının uygun göreceği değil kendisinin seçeceği biriyle olmak büyük bir özgürlüktür. Zaman içinde bir genç kadın olmuş kızımız, seçtiği evli erkeğin de aynı özgürlük yoksunluğundan muzdarip olduğunu düşünerek ilişkisini "birlikte yürütülen bir mücadele" olarak dahi görebilir. Öyle ya, dayatmanın ne olduğunu en iyi bilenlerden biri olarak, seçtiği adama olan "sen evlisin!" dayatmasının verdiği sıkıntıyı (!) da çok iyi anlıyordur elbette

Sonra bir gün, kimseler o adamın ismini bile bilmez ve ona sesini yükseltmezken, ulusal bir kanalda aşağılanan yalnızca genç kadın olur.

Esra Erol, kadını gizli kapaklı bir yaşamın içinde bırakan erkeği azarlamaz. Gizli kapaklı bir yaşamın içinde bırakılan gencecik kadını azarlar. O kadını ergenliğinde yalnız bırakmış, "Kız çocuğunun ne işi var oralarda!" diyerek bir sürü yere göndermemiş, "Okuyup âlim mi olacan!" diyerek eğitimini önemsememiş, "Senin aklın ermez!" diyerek fikrini dahi sormamış, "Ne işin var oğlanlarla!" diyerek erkekleri tanımaması için elinden gelen her şeyi yapmış olan "kutsal aile yapısını" ise asla sorgulamaz.

İşin en kötü tarafı, bu sorgulamayı kadınlar da yeterince yapmaz. Ailesinin verdiği "makbul kadınlık eğitimini" başarıyla bitirip evinin hanımı olmakla şereflenen kadına, aynı şeyi "yapamamış" olan hemcinsi düşük gelir. Kocalar hata yapabilir, neticede erkektir ama kadınlar yapamaz. Çünkü onlar kadındır ve erkeklerin ahlakı da onlardan sorulmaktadır. 

Bu aslında daha çok "Benim çektiğimi herkes çeksin, ne var?" hissini akla getiriyor. İnsan kendi erdemini mağduriyetinden devşirmeye çok hazırdır, ne kadar mağdursa kendini o kadar erdemli sayar. Bu düşüncede, kocasının "erkektir yaparlarını" idare etmiş olmak tek başına bir erdemdir mesela. 

Başka bir kadının erkeği çekmeyi reddetmesi veya makbul kadınlık kriterlerinin dışına çıkması, bir yandan büyük bir ezber bozumu diğer yandan da başka bir kadınlığın mümkün olduğu gerçeğiyle büyük bir yüzleşme. Erdemini sırf mağduriyetinden devşiren kadına "Mağdur olmadığın bir dünya mümkün" dediğinizde o erdemi elinden almış olursunuz. Ona göstereceğiniz her yol, öneri değil ukalalık olarak görünür. Hata da olsa, kendi seçtiği erkekle kaçan kadına olan tepkinin altında biraz da bu var aslında: "Biz de bilirdik kaçmasını ama hanımlığımızı bilip Allah'ın emriyle vardık!" E ablacım zamanında kaçmayı sen de istemişsin işte, Allah'ın emri sende vaki oldu diye herkeste olacak mı?

Sorun kadının bir erkeğin "oyununa gelmesinden" ziyade kendi hatasını, kendi kararıyla, kendi başına yapmış olması mı? Yaş ve konum olarak çok daha geride olan kadınların peşine düşmek "erkeğin doğası" iken, kadının doğası "namusunu koruma güdüsüyle" mi sınırlı? Erkeğin yaptığı ona hata olarak yazılmıyorken, "hiç de hata olmayan" bir davranışı kendine yaptırmak mı sorunlu? Erkekliği dünyanın neresine koyduğumuzu hiç düşünmeden, o erkekliğe maruz kalan kadınları aşağılayarak mı erdemli olacağız?

Hasılı, toplumumuzda kadının görülme biçimi bir kültür yapısı olarak baştan aşağı arızalı ve aslında kadını görmeme üzerine kurulu. Erkekten bağımsız görülemeyen bir kadın figürünün kendi yolunu bulması mümkün değil. Yol da hata yapa yapa bulunan bir şey olduğundan, verilen ahlak derslerinin hiçbir karşılığı yok çünkü verilmesi gereken o değil. Hata yaptıktan sonra yalnız kalmama güveni. 

Esra Erol'un yaptığı, toplumun ahlaki yapısını yükseltmeye falan yaramadı. Erkeklerin kadınlara bakışlarını sorgulamasına, ailelerin kız çocuklarını sağlam duran bireyler olarak yetiştirmesine, kadınların çareyi erkeklerde aramamasına zerre faydası olmadı.

Hata yapmış, güçsüzlüğü suistimal edilmiş, belki hayalleri başına yıkılmış, kadınlık bilincine çok yanlış yerden girişmiş genç kadınların daha da yalnız ve karanlıkta kalmalarına sebep oldu işte o kadar. 

Yazarın Diğer Yazıları

Avukatların mesleki kuşak çatışması

Yargının, hukukun ve mesleğin geldiği halden genci yaşlısı bütün avukatlar şikayetçi. Her baro seçim döneminde de aynı şey oluyor; "üstatlar" sorumluluğu gençlerin ilgisizliğinde, gençlerse "üstatların" bu düzeni aslen kendilerinin var etmiş olmasında buluyor

Hayvanları Koruma Kanunu neye çare oluyor ki?

Devletin kurumlarından ve kendi seçtiğimiz belediye başkanlarından bile görmediğimiz feraseti, yalnızca hayatta kalmaya çalışan hayvandan bekleyebilir miyiz, kabahati hayvanda bulunca sorun çözülmüş olacak mı? 

Danıştay’ın gerekçesi: “Başkan ne derse o olur"

Çoğunluk şunu demiş oluyor; cumhurbaşkanı istediği yetkiyi kendisine yine kendisi verir, bu yetkiyi uygun gördüğü zaman yine kendisi kullanır ve biz sadece oturup izleriz