Kadınlar, Narin Güran için eylemde
Narin’e üzüldük değil mi?
İktidar üzüldü, muhalefet üzüldü, devlet üzüldü, halk üzüldü.
Biz hep çok üzülürüz değil mi?
Öyle üzülürüz ki bir anda bir bölgeyi suçlamaya başlarız misal…
Her bölge, her kent bir diğerinden daha çok insandır, daha faziletlidir değil mi?
Anadolu orası değil burasıdır…
Kadim uygarlık şurası değil orasıdır….
Ne çok üzgünüz değil mi?
* * *
2022’de de üzgündük misal… Birkaç ay içerisinde şunlara tanıklık etmiştik:
- Yalova'da Halil Bağlı Talebe Yurdu'nda 12 yaşındaki U.E., yurtta Kuran ve Türkçe dersi veren 26 yaşındaki M.Z. tarafından cinsel istismara uğradı. Şikâyet sonrası tutuklanan M.Z. ifadesinde nitelikli cinsel istismarı reddederken, "Nefsime uydum" diyerek kendini savundu.
- Ordu Fatsa'da bulunan özel bir erkek öğrenci yurdunda 12 yaşındaki çocuk, kurs hocası Y.K. tarafından cinsel istismara uğradı. Y.K. hakkında 48 yıl hapis cezası verildi.
- Uşşaki tarikatı lideri küçük yaştaki kız çocuğuna cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla tutuklanarak cezaevine gönderildi. 10,5 yıl hapse mahkûm edildi.
- Adıyaman'ın Besni'deki tarikat yurdunda iki çocuk taciz edildi. Yurt müdürü tutuklandı.
- Maraş'ta, 2016'da bir yurtta kalan 4 çocuğun bir öğretmen tarafından cinsel istismara uğradığı iddia edildi.
- Ankara Güdül'deki özel bir yurtta 13 öğrencinin cinsel istismara uğradığı öne sürüldü. Belediye çalışanı bir kişi tutuklandı.
- İzmir'in Dikili'de özel bir ortaöğretim erkek öğrenci yurdundaki temizlik görevlisinin yedi öğrenciye cinsel istismarda bulunduğu iddia edildi.
- Karaman'da 2016 yılında, Ensar Vakfı ve Karaman İmam Hatip Lisesi Mezunları Derneği'nde (KAİMDER) yaşları 8 ile 10 arasında 45 erkek öğrenci cinsel istismara uğradı.
- Konya'da Faruki tarikatından S.I. 7 erkek çocuğa cinsel istismarda bulundu. 62 yıl 3 ay hapis cezası aldı.
- Erzurum'da yatılı Kuran Kursu'nda 8 çocuğa nitelikli cinsel istismarda bulunulduğu iddia edildi.
* * *
Her birine çok üzüldük olanların. İktidar çok üzüldü, muhalefet çok üzüldü, devlet çok üzüldü.
2013’te de Siirt’teki 4 kız çocuğuna çok üzülmüştük. Aynı okulda okuyan iki kız kardeş, yakınları olan iki kız çocuğu ve başrolde okul müdür yardımcısının olduğu, esnafından polisine hemen herkesin karıştığı cinsel istismar skandalı.
Bir numaralı sanığa verdiği cezada indirim yaparken, “verilecek cezanın sanık üzerindeki olası etkisi” üzerinde duruyordu yargı. Kızların beden ve ruh sağlıklarının bozulmadığı iddiasını kabul ederek.
2014’teki Adli Sicil kayıtlarına göre, bir yıl içerisinde çocukların cinsel istismarı suçundan 33 bin 992 başvuru yapılmıştı adliyelere. Bu başvurulardan 17 bin 589’u davaya dönüşmüştü.
Cinsel istismar mağduru çocukların yüzde 35’i 11 yaşın altındaydı. Ve bu davaların çok azında istismar suçu hakkıyla cezalandırıldı. Bazen çocuğun yaşını araştırdı mahkemeler ve hemen her davada sanığa, “İyi hallisin” dediler. Ve bazı davalarda çocuğun, “rızasıyla” ilişkiye girdiğini söylediler.
Ve zaten biz 2002’den, Mardin’deki bir davadan alışıktık “rıza” kavramına…
Adliyedeki yazı işleri müdüründen karakoldaki polise, kışladaki yüzbaşından, esnafa kadar hemen herkes 13 yaşındaki bir çocuğu istismar etmiş, koca Yargıtay, “Rızası var” demişti. “Rızası var…”
Hepsi o kadar…
Fotoğraf: Serra Akcan / csgorselarsiv.org
* * *
Üzüntüleri kolay atlatırız biz. Görevimizi yaptığımızı düşünerek, “ses olduk” diye avunarak… Ne yapacağız ki, değil mi? Bu kutuplaşmış ülkede, birbirine düşman olmuş bu ülkede ne yapacağız?
Yapmak isteyen kahramanlar oradan oraya koşturuyor işte. Hırpalanıyor, dayak yiyor, davalarla boğuşuyor ama koşturuyor. İsimleri yok sosyal medyada… Ve onlar, onca yaşananlara, yargıya-emniyete yönelik onca AB destekli eğitime, onca çağrıya rağmen şöyle anlatıyor istismara uğraşan bir çocuğun yaşadığı süreçleri:
– Önce kolluk güçlerine nasıl istismar edildiğini anlatıyor. Yasal olarak uzmanlara anlatması gerekiyor ancak özellikle küçük yerlerde fiilen bu süreç işletilmiyor.
– Kolluk güçleri söylediklerini ciddiye alırsa, olay savcılığa yansıtıyor, çocuk bir kez de istismarı savcıya aktarmak zorunda kalıyor. Yine yasal olarak farklı işlemesi gereken bir süreç ama bu yaşanıyor.
– Savcı, çocuğun istismara uğrayıp uğramadığını tespit için hastane ya da adli tıpa sevkini yapıyor. Çocuk burada yaşadıklarını anlattıktan sonra muayeneye giriyor. Kız çocukları için kızlık muayenesi, kız ve erkek çocuklar için diğer bütün detaylı muayeneler yapılıyor.
– 2014’e kadar TCK’da “ruh sağlığının bozulup bozulmadığına” bağlı olarak ceza artırımı yapılıyordu. Bu nedenle bu tarihe kadar çocuklar fiziki muayeneden sonra bazen haftalar, aylar süren, “ruh sağlığı muayenesine” girmek zorunda kalıyordu. Çelişkili raporlar, birbirinin tanısına güvenmeyen doktorların tekrar tekrar dinlediği çocuklar, geniş heyetler önünde de yaşadıklarını anlatmak zorunda kalıyordu. Ruh sağlığının bozulduğuna karar verilmişse sanığa 15 yıldan az olmamak üzere hapis cezası veriliyordu.
– Mahkeme aşamasına gelindiğinde çocuk, bu kez de hem duruşmaların bir bölümüne katılmak zorunda kalıyor hem de bir veya birden fazla duruşmada yaşadıklarını anlatıyor.
– Mahkeme, çekişmeli durumlarda çocuğun beyanlarına itibar edilip edilemeyeceğine yönelik rapor isteyebiliyor. Çocuk bu kez bir başka psikolojik muayeneden geçiriliyor.
– Yargılama sürecinin uzunluğu, örneğin 10 yaşında istismara uğramış bir çocuğun 15-16 yaşına kadar defalarca bunu anlatmasına, konunun hayatında sürekli sıcak kalmasına yol açabiliyor.
– Dava, istismar mağduru şanslıysa 3-4 yıllık bir süreçte bitiyor. Ceza indirimi yapılmayan az dava var. Suç sabitse, genellikle duruşmalarda çocuğun orada ne işinin olduğu, çocuğun internette neden mesaj yazdığı, çocuğun neden bağırmadığı gibi konular tartışılıyor. Bütün bunlardan sonra da çocuğu suçlu hissettirecek kararlara imza atılıyor.
* * *
Peki, bütün bu süreçlerin çocuğa etkileri ne?
Geçmişe dönelim yine… Siirt’teki dosyaya… O dosyadaki çocuklardan biriyle ilgili hazırlanan rapora:
“Çocuğun kötü rüyalar gördüğü, kaçınma davranışlarının olduğu, olay yerinden geçmek istemediği, çabuk sinirlendiği, dalgın olduğu, sorular sık tekrarladıkça anlamadığı, ailesine ve kendisine kötü şeyler yapılacağından korktuğu, uykusunda bir adam tarafından kaçırıldığını gördüğü, durgun olduğu, sürekli önüne baktığı, travma sonrası stres bozukluğu yaşadığı, jiletle tehdit edilen çocuğun bu nedenle de sıkıntı yaşadığı anlaşılmıştır.”
Ne işkence münferit ne istismar.
“Münferit” denilerek sığınılan o karanlık, bütün bir toplumun üzerini perde gibi örtüyor.
Altında çığlık sesleri, altında yardım için uzanan eller kalıyor.
* * *
Narin Güran
Narin’den sonra kayıp çocuklar, istismar edilen çocuklar yeniden gündeme geldi.
Kayıp sayısını 2016’dan bu yana bilemiyoruz nedense… Türkiye’de bütün veriler artık gizleniyor.
İstismarla ilgili sınırlı bir veriyi ise Adli Sicil kayıtlarında bulmak mümkün.
2023 rakamları.
Cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlarla ilgili toplam dosya sayısı 114 bin 927.
122 bin 206 şüphelinin ismi geçmiş bu dosyalarda. Ve bu başvuruların 37 bin 40’ı davaya dönüşmüş.
Cinsel istismarla ilgili devreden dosyalarla birlikte 2023’teki başvuru sayısı 41 bin 710. İsmi geçen şüpheli sayısı 44 bin 830 kişi.
* * *
TÜİK verilerine göre neredeyse Türkiye’deki yetişkin erkek nüfusun yüzde 5’i, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar ve istismar suçlarından şüpheli durumuna gelmiş.
Dosyaların sayısı her geçen gün artmış.
Tarikatların elindeki çocukların sayısı belirsiz.
Çocukların hangi rant savaşının ortasında kaldıkları belirsiz.
Öldürülen kadın sayısını, kaybolan çocuk sayısını öğrenebilmek mümkün değil.
Rakamlar gösteriyor ki unutmuşuz… Çok üzülen devlet, çok üzülen iktidar, çok üzülen muhalefet…
Elbette emek verenlerin hakkı ödenmez, elbette ses olanların hakkı ödenmez ama unutmuşuz işte.
Ahlak konuşmalarından sıra gelmemiş, ayar konuşmalarından sıra gelmemiş, terörist-hain konuşmalarından sıra gelmemiş bütün ülkenin bir araya gelip ortak politikalar geliştirmesine…
Bütün bunlar hep daha önemliymiş…
Ve şimdi Narin’den sonra da görüyoruz işte.
İçini rahatlatanlar, birbirini suçlayanlar, bir bölgeyi, bir kenti suçlu bulanlar…
Öyle derin iç rahatlatmaya da gerek yok, şerbetliyiz biz. Her sorunu, her üzüntüyü, her acıyı geride bırakabiliriz.
Bir sonrakine kadar…
Günden güne yükselirken itinayla gizlenen rakamlar…
* * *
Haftanın kitabı: “05.45 İstanbul”
Gökçe Bilgin ismini, “Porselen Bir Mevzu” adlı kitabının Vedat Türkali İlk Roman Ödülü’ne değer görülmesiyle duyurdu. İkinci romanı “05.45 İstanbul” kısa süre önce İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. Başarılı bir ilk roman, sonraki romanların her zaman başka bir gözle okunmasına yol açar. Özellikle ikinci romanlar biraz talihsiz ve daha eleştirel gözle okunmaya da mahkumdur. Ancak Gökçe Bilgin, ikinci romanda bu handikabı başarıyla aşmış görünüyor.
“İstanbul’un her tarafı deniz olsa, her evin penceresi denize baksa, her deniz gören evden bir kadın çıksa, her kadının bir çocuğu olsa, her çocuğun bir rüyası, her rüyanın bir sonu, her sondan yeni bir hikaye çıksa, her yeniden geriye acı kalsa, her acıdan sorumlu bir mecra olsa, her mecranın bir patronu olsa, her patronun bir derdi olsa, her dert kendini boğsa, her boğulan unutulsa, her unutulmuş Tanrı katında kendine yer bulsa, her yeri olanın keyfi yerinde olsa dünya bundan daha iyi bir yer olurdu.”
Bilgin’in cümleleri düz akmıyor. Hayat gibi… Mutlu biteceğini sandığın bir cümlenin sonundan keder, kederli bir cümlenin sonundan umut çıkıyor.
“05.45 İstanbul” aslında bir seri katil hikayesi. Bir yanıyla da distopik bir yanıyla bilim kurgu bir metin. Öldürdüğü insanların uzuvlarından bir robot yapan seri katilin, cezaevine sığmayan dünyasına ışık tutuyor. Büyük oranda bilinç akışı ile ilerliyor roman. Büyük bir kentte yaşamanın, büyük bir hapishanede olmanın, böyle bir dünyada kadın olmanın anlamını sorguluyor. Bunu tam da zamanında ve memleket dertlerine bulaşmaktan korkmadan yapıyor.
“Her hayatın biraz kurguya da ihtiyacı vardır. Yaşadıklarını anlatan herkes biraz yalana bulaşır.”
|
Gökçer Tahincioğlu kimdir?
Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.
Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.
Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi.
İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.
|