Trabzonspor-Fenerbahçe maçından sonra bütün memleket, aslında çok da farkında olmadan, memleketin en sancılı konularından birini tartışıyor.
"Tahrik."
Gazeteci Fatih Altaylı, olaylara Fenerbahçeli futbolcuların saha ortasındaki uzun sevinç gösterisinin yol açtığı yönündeki konuşmasına gelen, "Kadının kıyafeti açık diye taciz edilmesiyle bu dediğinin ne farkı var" tepkisini kısmen haklı buldu misal. Ancak "çok da haklı olmadığını" ekleyerek. Ve durduğu noktayı "makul" ile açıkladı.
Ancak tam da bu görüşlerini yakından ilgilendiren başka sözleri de var Altaylı'nın…
Selçuk Üniversitesi'nde Ramazan nedeniyle öğrenci yemekhanesinde kahvaltı ve öğle yemeğinin kaldırılmasını eleştirerek, anayasal haklardan söz ediyor Altaylı.
Son derece haklı bir biçimde…
Sadece Selçuk Üniversitesi'nde değil, taşra üniversitelerinin büyük bölümünde, oruç tutanlar, yemek yiyenlerden, özellikle sigara içenlerden rahatsız olduklarını sürekli ifade ediyorlar. Tutmayanların dayak yemesine ve hatta bıçaklanmasına dair onlarca örnek var.
"Makul" bakış açısıyla bakıldığında, Ramazan'da kampüste sigarayı da uzun uzadıya içmemek gerekiyor… Ya da oturup tam bir öğün yemeği yememek…
* * *
Özellikle Türkiye gibi ülkelerde "tahrik" başa bela bir kavram.
Sivas Katliamı'na dönelim…
İlk mahkeme kararları, o günün gazeteleri ve bugün hâlâ birileri, Aziz Nesin'in Salman Rüşdi'nin Şeytan Ayetleri kitabının basılmasından sonra Sivas'a çağrılmasını ve Kültür Merkezi'nde konuşturulmasını, "tahrik" olarak nitelendiriyor.
"Tahrik" olanların, Madımak Oteli'ni ateşe verip 33 kişinin ölümüne neden olmaları uzun yıllar Aziz Nesin'le açıklandı. Bu görüşe sıkı sıkıya sarılan binlerce insan var.
Ve Şeytan Ayetleri, bugün hâlâ Türkiye'de basılamıyor.
* * *
Bırakın açık giyen kadının taciz edilmesini…
Kadınların öldürüldüğü birkaç davanın duruşmalarını izleyin.
Bir başka erkekle konuştuğu için, cep telefonuyla mesajlaştığı için, yürüdüğü için, oturduğu için, kalktığı için tahrik olduğunu söyleyen ve bu nedenle indirim alan yüzlerce erkek göreceksiniz.
Ve kıyafetiyle, gülüşüyle, konuşmasıyla "tahrik ettiği" için tecavüze uğrayan, taciz edilen, yaralanan, öldürülen yüzlerce kadın…
* * *
Hrant Dink cinayetinin, Rahip Santoro cinayetinin köklerine bir bakın ya da. Ya da Zirve Yayınevi katliamı dosyasına… Verilen ilk ifadelere…
Hemen hepsinde tahrik edildiğini söyleyen gençlere, hassasiyetlerinden dolayı kendini tutamadığını söyleyenlere denk geleceksiniz.
Kolayca tahrik olabilen, tahrik olduğunda her şeyi yapabileceğini düşünen insanların ülkesi…
* * *
Ama herkes için bu hak yok tabii…
Mesela federasyon tarafından ismi "sakıncalı" bulunmayarak kabul edilmiş, profesyonel liglerde oynayan Amedspor'un varlığı kimileri için meşru bir "tahrik nedeni".
Yeşil kod adlı katil Mahmut Yıldırım posterleri açmak, Beyaz Toros pankartlarıyla stada girmek serbest… Ve bu nedenle, bizzat yakınınız bu kişi tarafından öldürülmüş olsa bile tahrik olamazsınız.
İsmi zaten bahane… Diyarbakırspor ligdeyken de sahalar hamasetten ve şiddetten geçilmiyordu zaten.
Ramazan ayında sigara içer, yemek yerseniz ya da fotoğraf paylaşırsanız birilerine saygısızlık yapmış oluyorsunuz, bir lise türü olan "imam hatipler" konusunda espri yaparsanız tutuklanıyorsunuz, bazı isimleri, bazı kentleri eleştiriyi bırakın ağza bile almak mümkün değil.
Ancak aksi olduğunda, size hakaret edildiğinde, en üst perdeden ağza alınmayacak sözler söylendiğinde bırakın tahrik olmayı, kötü hissetmeye bile hakkınız yok.
* * *
Son yaşananlar ülkedeki bu durumun aynası.
Kendi takımı, kendi partisi, kendi yakınları benzer bir muameleye maruz kalsa bugün söylediklerinin tam aksini söyleyecek koca koca insanlar, olta hareketinden gülümsemeye, saha içinde eğlenmekten koşarak soyunma odasına girmemeye kadar bin bir tane mazeret bulup savunmaya çalışıyor.
Farklı bir statta bunlar yaşansa roller tamamen değişecekti. Adalet ve vicdan duygusu bütünüyle ortadan kalkmış durumda.
Olta yapılınca tahrik hakkı var ama yerde tedavi görürken yüzüne para atılıp kan içinde kalınca yok…
Ne kadar tanıdık…
Oysa bakılacak ilk yer bu kadar kolayca "tahrik" olunmasına kimlerin ve nelerin yol açtığı… Ardından yapılacak olan, insanlara şiddet eylemlerinin tahrikle açıklanamayacağını ısrarla anlatmak… Tahrik olma nedenlerini değil…
"Buradan böyle çıkamazsınız", "buraya böyle giremezsiniz", "bizim olduğumuz yerde bu olmaz" gibi tehditlerin zeminini çekip almak. Özerk bölgeler ilan etmek yerine şiddetin temeline inip, bunu çözmek.
Bütün bunlara "ama kafasına vurdu, ama şunu yapsaydı" diyenlere "tahrik olmuşlardır" yanıtını vermek de kolay.
Ama bir makul aranıyorsa, önce asıl meseleyi, sonra buna bağlı çıkan meseleleri konuşmak makul olan. Sonra devamındaki bütün şiddet eylemlerini de makul biçimde konuşabiliriz.
İşte bu nedenle önce, bu ülkenin elinden "tahrik" gerekçesini çekip almak gerekiyor.
* * *
Çağlayan saldırısı ve soru işaretleri
Çağlayan Adliyesi'ne yönelik, DHKP-C'nin yapmak istediği silahlı saldırı hatırımızda. İki örgüt üyesinin öldürüldüğü eylemde, suçu oradan geçmek olan bir kadın, Dilfinaz Karataş hayatını kaybetti.
Olaydan hemen sonra operasyon yapıldı. 50'yi aşkın isim tutuklandı. Bu kadar hızlı bir biçimde tutuklananlar kimler, hangi gerekçeyle tutuklandı, bakılmadı bile…
Tutuklananlardan Ayten Öztürk, yakalandığı dönemde, bir işkence merkezinde sorgulandığı iddiaları ile gündeme gelmişti. Öztürk, uzun zamandır ev hapsindeydi ve kontrol altındaydı.
Tutuklanan avukatlar da var. Uzun süredir cezaevinde olan Çağdaş Hukukçular Derneği Başkanı Selçuk Kozağaçlı'nın eşi Betül Vangölü Kozağaçlı, cezaevinden yeni çıkan Didem Baydar Ünsal.
Tutuklamaya sevk yazıları ve sorgu tutanaklarında, örgütün yöneticileri olduklarına dair genel ifadeler sıralanmış. Öztürk, sorgusunda ev hapsindeyken nasıl böyle bir planlama yapabileceğini sormuş… Betül Kozağaçlı, bir avukat bürosunda olması dışında ne suçu olduğunu, bürodan erken çıkmış olsa yine suçlanıp suçlanmayacağı sorusunu yöneltmiş. Elbette sorular yanıtsız.
Sevk yazılarında örgütün sivil alan yapılanması sıralanmış ve bu alanlarda faaliyet gösterildiği iddia edilmiş. Tutuklama kararları da böyle verilmiş. O zaman akla sorular geliyor. Bütün bunlar biliniyorsa ve elde istihbari bilgiler varsa, neden böyle bir eylemin yapılması beklendi? Bu kadar insan bir anda nasıl tespit edildi? Böyle bir bilgi yoksa, kamuoyunun, aynı adliyeye yönelik saldırılar da bilinirken, son saldırıyla ilgili somut bağlantıları insanların öğrenme hakkı yok mu? Soruşturmalara göre mi hassasiyetler değişiyor yoksa gerçekten somut bilgilere göre mi hareket ediliyor?
Gökçer Tahincioğlu kimdir?
Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.
Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.
Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi.
İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.
|