Cezaevinde tam 7. yılını dolduran Gezi davası hükümlüsü Osman Kavala’nın, AİHM kararına ve Gezi davasının ilk yargılamasında beraat etmesine rağmen cezaevinde tutulmasını sağlayan suçlama neydi anımsıyor musunuz?
Ajanlık…
Suçlandığı iddianamede şu yazıyordu:
“O kadar başarılı bir ajandır ki ajanlık faaliyeti ile ilgili delil elde edilememiştir…”
Türkiye’de, hukukun nasıl siyaseten kullanıldığının açık kanıtı…
Osman Kavala
* * *
Yeni değil elbette, ustalaşmak için belli bir evre geçildi.
Şimdi “saf saf” soruyor bazı hesaplar, hatta solcuları, bir an için bile sıkılmadan sadece kendileri için adalet istemekle suçluyorlar…
Ne olmuş da hangi evreler geçilmiş de buraya gelinmiş, kendilerinin ne suçu varmış!
Dinleme merkezleri kuran, dava dosyasına girmeyen özel hayata ilişkin dinleme tapelerini elden ele gezdiren, kendilerine yakın basına hazır-paket haberler servis eden, kimin tutuklanacağına dair liste yapmak için toplantılar tertip eden bir organizasyon yapılmamış, insanların hayatları kaydırılmamış gibi saf görüntüsü vermeler, adilmiş gibi davranmalar.
Bir küçük özeleştiri yapmayan, “cemaat hukuku” nedir, bilmezden gelen bir sürü insan.
Bir de en ufak bir söze de tahammül göstermiyorlar.
Haksız hukuksuz yere cezaevine atılan insanların daha uzun yatmaları için kalem dahi oynatmamış insanların tek merkezden gelen emirleri yerine getirmemiş gibi adalet arıyor halleri…
* * *
Ergenekon döneminden küçük bir örnek.
Cumhuriyet’in başyazarı İlhan Selçuk’a operasyon yapmak için yasal olarak kullanılması mümkün olmayan “istihbari dinlemeler”, mahkeme kararıyla yasallaştırılmaya çalışıldı.
Ve sıkılmadan o mahkeme kararına mealen şu yazıldı:
“Ergenekon o kadar gizli bir örgüttür ki yapıyı açığa çıkarmak için bu istihbari dinlemelerin de kanıt olarak kullanılması gereklidir…”
Ne güzel hukuk!
Ve Kavala dosyasına bakınca anlıyorsunuz, ne güzel benzerlikler…
İlhan Selçuk
* * *
Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanmasına ve belediyeye kayyım atanmasına giden süreç de tanıdık…
Hiç lüzumu olmamasına rağmen yapılan ev baskını, gözaltı sırasında ağır muamele…
Basına önceden sızdırılan bilgi notları…
Meşruiyet zemini yaratılma çabası…
En hassas nokta ne, terör…
O zaman buradan yürüyelim…
Ahmet Özer
* * *
Soruşturma Abdullah Öcalan’ın İmralı görüşmelerinde Özer’in ismini söylemesiyle başlamış…
Savcılığın sevk yazısı ve tutuklama kararı bunu gösteriyor.
Bu demektir ki Türkiye’de herkes potansiyel terör suçlusu olabilir.
Herhangi bir örgüt üyesine isminiz söyletildiğinde bir anda terör suçlusu haline gelebilirsiniz.
Ağzından çıkması yeterli, ağızdan çıkartılması da güç değil.
Aynı Öcalan’ı, memleketin en radikal partisinin liderinin Meclis kürsüsüne daha bir hafta önce davet etmesi çelişkisine değinmeye bile gerek yok.
Abdullah Öcalan
* * *
Özer, roman yazıyormuş, içinde sakıncalı ifadeler varmış… Birilerine başsağlığı dilemiş, başsağlığı dilediği kişinin çocukları teröristmiş…
Memleketin ana muhalefet partisinin 10 yıldır üyesi olan bir kişi terör örgütü üyesi olduğu nasılsa yeni fark edilebilmiş!
Silahlı terör örgütü üyeliği suçunun unsurları oluşması için yeterliymiş bunlar…
Kendinize yüksek sesle söyleyin: Silahlı terör örgütü üyeliği…
Ancak elbette bu suçun seçilmesinin de bir nedeni var.
Propaganda ya da örgüte yardım gibi bir suçlama seçseler, kanıt diye sundukları bazı bilgileri davada kullanmaları mümkün olmayacaktı.
Örgüt üyeliği suçunun zamanaşımı süresi 15 yıl…
Diğer suçlarda bu süre düşüyor.
Örneğin 2013’te yapılan bir telefon görüşmesini o zaman kanıt olarak kullanmanız da mümkün değil.
Ama bu kadar teknik hukuka gerek var mı?
Örgüt liderini Meclis’te konuşmak için davet etmek, doğal olarak, suç sayılmazken, düzenlenen bir konserde kim olduğu belirsiz üç beş kişinin slogan atmasından belediye başkanı nasıl sorumlu tutulabilir?
* * *
Güçlülerin mağduriyeti bu ülkeye has özelliklerden.
22 yıldır ülkeyi sen yönetiyorsun ama mağdursun.
Bürokrasiye atamaları sen yapıyorsun ama mağdursun.
Yargı-polis tamamen senin yönetiminde ama mağdursun.
Öyle bir ülke ki spordan siyasete, kazananlar mağdur, kaybedenler kumpasçı ilan edilebiliyor. Ve büyük bir kalabalık bu basit hakikati bile umursamıyor…
* * *
İçişleri Bakanlığı’nın DEM’in öncülü HDP’li belediyelere kayyım atamaya başladıktan sonra hazırladığı bir rapor var.
Diline bakın:
“Bu rapor, kamuoyunda kayyım süreci olarak bilinen, bölücü terör örgütü PKK ile iltisaklı, irtibatlı 94 belediye başkanının görevden alınarak yerlerine belediye başkan vekilleri görevlendirilmesinin Bakanlığımızca bir tercih olmayıp devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü korumak, bölgede yaşayan vatandaşlarımızın can ve mal emniyetini sağlamak ve vatandaşlarımızın mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak için Anayasal bir zorunluluk ve kanuni bir görev olduğunu; görevden alınan belediye başkanlarının vatandaşlarımızın mahalli müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak yerine bu belediyeleri nasıl bölücü terör örgütünün mali ve lojistik destek merkezi haline getirdiğini ve vatandaşlarımızın temel hizmetlerden nasıl mahrum bırakıldığını, buna karşın görevlendirilen belediye başkan vekillerinin devraldıkları belediyeleri asli görevlerine kanalize ederek, hak ve hukuka uygun başarılı faaliyetleri ile vatandaşlarımızın hizmetine nasıl sunduklarını örnekleri ile somut bir şekilde ortaya koymak için kaleme alınmıştır.”
* * *
Rapor, rapor değil elbette bir propaganda faaliyeti…
Memleketin İçişleri Bakanlığı, açıkça siyaset yapabiliyor böyle bir raporda bile…
Kayyımlarla ilgili suçlamalara yanıt verirken sadece slogan atıyor.
Birkaç örnek:
- Bir belediye başkan vekili tarafından “‘kitap okuma’ adı altında Kürt çocuklarına Hanefi mezhebine ilişkin bilgi içeren kitaplar hediye ederek, kitapları okul bahçesinde okuttuğu” iddiasında bulunulmuştur. Kaymakamlık veya belediye tarafından böyle bir dağıtımın yapılmadığı, dağıtımı yapılsa bile Hanefiliğin ortak bir değer olduğu ve bunu farklı bir yöne çekmenin tek kelimeyle cehalet olduğu açıktır.
- “Görevlendirilen belediye başkan vekillerinin ihalelerde mevzuata aykırı davrandıkları” iddiası, karalama kampanyasının temel argümanıdır. Başkan vekilleri görevlendirilen belediyelerde “pazarlık usulü” ihale yönteminin kural, açık ihale usulünün ise istisna olduğu iddiaları mevcuttur. Belediye başkan vekilleri tarafından yapılan ihaleler incelendiğinde pazarlık yöntemiyle yapılmış olan ihalelerin tamamında yüksek kırımlar yapılmıştır. İhalelerdeki kırımlar yüzde 36’lara hatta yüzde 45’lere ulaşmıştır. Bu oranlara ise HDP’li belediyelerin ihalelerinde hiç rastlanmamaktadır.
* * *
Komedi…
Kayyımın ana gerekçesi belediyelerin PKK’ya para aktardıkları iddiasıydı. Raporda mesela bu konuda tek bir mahkeme kararı bulunmamasına değinilmiyor.
Ve en geniş yer de kayyım atananların usulsüz işlemleriyle ilgili iddialara yanıt vermeye ayrılmış…
Yerel seçimde kayyımlardan geri kazanılan belediyelerin başkanları, bilançoyu görünce neye uğradıklarını şaşırdı.
İl ve ilçe belediyelerinin tamamı milyonlarca hatta milyarlarca liralık borç altına sokulmuştu.
Bunların hesabını kimse vermiyor ve vermeyecek elbette.
Merak edenler bilançoyu T24’ten Ceren Bala Teke’nin haberinde ayrıntılı olarak görebilir.
CHP lideri Özgür Özel’in, Esenyurt’un rant için geri alındığı sözlerinin doğruluğu buradan da anlaşılabilir.
* * *
Osman Kavala’nın tarihi tespiti ile bitirelim:
“…şunu anladım ki yargı mensupları sakıncalı buldukları insanlara ceza verme yetkisine sahip olduklarına inanıyor. Bu insanların suç işlemediklerini biliyor olmalarına rağmen…”
İnsanlar ikiye ayrılıyor…
Düşünceleri için, iktidarları için, rahatları için, öyle istedikleri için başka yaşamlar üzerinde elinde ne varsa onu kullananlar ve onlar tarafından mağdur edilen, mağdur edilmese bile mağdur edilenleri dert edinenler…
Sadece insanları değil, doğayı, yeşili, hayvanları, havayı, suyu dert edinenler…
Onların yüzü suyu hürmetine dönüyor hala dünya… Ve eninde sonunda haklı çıkıyorlar inatlarıyla…
Gökçer Tahincioğlu kimdir?
Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.
Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.
Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi.
İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.
|