Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, geçtiğimiz hafta çok kritik bir karara imza attı.
Malum, Türkiye uzun bir süredir Rusya’ya özeniyor, Rusya’da çıkan düzenlemelerin sağladığı olanaklara imrenerek bakıyor.
Geri kalmak olmaz elbette.
Yönünü Rusya’ya çevirince, bu olanaklar da göz kamaştırıcı duruyor.
Ancak AİHM’nin kararı, tam da Türkiye’nin imrendiği düzenlemelerle ilgili.
Rusya, bugün Türkiye’nin tartıştığı – aslında tartışmadığı – etki ajanlığı düzenlemesini çok daha önceden yasalaştırdı.
Yüzlerce gazeteci, sivil toplum örgütü üyesi, sendikacı, yazar, aydın bu madde nedeniyle yargılanıyor.
Doğal olarak onlar da düzenlemeyi AİHM’ye taşıdı.
Akademisyen Işıl Kurnaz, AİHM’nin geçen hafta bu düzenleme nedeniyle Rusya aleyhine ihlal kararı verdiğini aktardı. Verilen kararda Rusya’da yasanın keyfiliğine işaret edildi, yasanın örgütlenme, ifade özgürlüğü ve özel hayata saygı hakkını ihlal ettiği sonucuna varıldı.
* * *
Türkiye, bir süredir MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, Abdullah Öcalan’ın umut hakkından yararlandırılarak TBMM’ye gelmesi, silahları bırakma çağrısı yapmasına kadar uzanan söylemlerini tartışıyor.
“Umut hakkı” denilen kavram, ağırlaştırılmış müebbet hapis hükümlülerinin ömür boyu cezaevinde yatmasına karşı geliştirilen, onların durumunun da 25 yıl cezaevinde tutulduktan sonra yeniden değerlendirilip, serbest bırakılmaları anlamına geliyor.
Eski AİHM Yargıcı Rıza Türmen, T24’teki yazısında, AİHM’nin verdiği Öcalan ve umut hakkı kararları konusunda Türkiye’ye yakın zamanda bir dizi soru yönelttiğini, bu konuda pratikte adım atılmasını beklediğini duyurdu.
Bahçeli’nin söylemi de AİHM kararlarına uyulmasını gerektiriyor.
* * *
Türkiye, AİHM kararlarını uygulamamak konusunda sabıkalı. Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın serbest bırakılmalarına yönelik AİHM kararlarını uygulamadığı için yaptırım sürecine alınan Türkiye’nin umut hakkı gibi kendisi için radikal bir kavramı uygulama noktasına gelmesi bile şaşırtıcı.
Ancak bir yandan bunu yaparken diğer yandan verilen güncel kararları yok mu sayacak?
Etki ajanlığı düzenlemesi ile ilgili olarak AİHM, tavrını ortaya koydu. Şimdi Türkiye bu kararı da görmezden mi gelecek?
* * *
Öyle olacak, öyle anlaşılıyor.
Zira 9. Yargı Paketi’ne konulan ve sonra geri çekilen etki ajanlığı düzenlemesi, Noterlik Kanunu’nda değişiklik öngören teklifin içinden hortlayıverdi.
Büyük bir hızla TBMM Adalet Komisyonu’nda kabul edildi düzenleme… Geriye TBMM Genel Kurulu kaldı. Genel Kurul’da da eller kalkıp inecek ve düzenleme bu gidişle büyük bir hızla yasalaştırılacak.
* * *
Peki sonra ne olacak, iktidar neden bu düzenlemede ısrarcı…
Kulislerden gelen bilgiler MİT’in bu düzenlemeyi çok istediği, özellikle yabancı istihbarat örgütlerine karşı bu düzenlemenin şart olduğunu düşündüğü yönünde.
Öyle mi gerçekten, mevcut yasalar yetmiyor mu mücadele etmeye…
Yetiyor elbette…
Ancak bu kadar elverişli bir yasayı elde tutmak iktidar için göz kamaştırıcı…
Teklifteki düzenlemeye bakalım:
- Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararlan aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda suç işleyenler hakkında üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir.
- Fail hakkında hem bu suçtan hem de işlediği ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur.
- Fiil, savaş sırasında işlenmiş veya devletin savaş hazırlıklarım veya savaş etkinliğini veya askerî hareketlerini tehlikeyle karşı karşıya bırakmış ise faile sekiz yıldan on iki yıla kadar hapis cezası verilir.
- Suçun, milli güvenlik açısından stratejik önemi haiz birimler ile proje, tesis ve hizmetleri yerine getiren kurum ve kuruluşlarda görev yapanlar tarafından işlenmesi halinde verilecek ceza bir kat artırılır.
- Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır.
Gerekçesi de güzel… Teklif metnindeki ifadelerin dışında açıklayıcı hiçbir ifade bulunmayan bir madde gerekçesi… Açıklayıcı tek bir kelime yok…
* * *
9. Yargı Paketi’nden çıkartılan düzenleme ise fikir veriyor. Yeni teklifte, önceki teklifte bulunan bir fıkra yok. Ancak örtülü biçimde yeni teklif eskisinde yer alan şu düzenlemeyi de içeriyor:
“Türk vatandaşları veya kurum ve kuruluşları ya da Türkiye’de bulunan yabancılar hakkında araştırma yapan veya yaptıranlar, Türkiye’de suç işleyenler, hakkında…”
* * *
Casuslar elbette her yere sızabilir… Basına, sivil toplum örgütlerine, şirketlere ve hatta devlete… Türkiye gibi “paralel devlet yapılanması” adı altında bir örgütü yargılayan devletin yasaları uygulamakta pek de mahir olduğu söylenemez.
O zaman bu yeni düzenlemeye neden ihtiyaç duyulduğu gerçekten açıklamaya muhtaç…
Teklifteki şu ifade örneğin:
“Yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda suç işleyenler hakkında üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir…”
Diyelim çevreci, uluslararası bir örgüt, çevre hakkını ihlal eden bir altın madeniyle ilgili kampanya başlattı ve siz de bunun parçası haline geldiniz.
Etki ajanı olmaya adaysınız.
Uzağa gitmeye gerek yok… 20 yıl önce Bergama Altın Madeni’ne karşı çıkanlar ajanlık suçlamasıyla DGM’de yargılandı bu ülkede… Beraat ettiler ama hem Bergama’ya engel olunamadı hem de hayatları değişti yargılananların…
Ya da diyelim bağlı bulunduğunuz sivil toplum örgütü Türkiye’deki basın ve ifade özgürlüğü konusunda uluslararası bir STK’nın desteğiyle raporlama yapıyor.
Devletimizin bunu da “etki ajanlığı” olarak görmesi an meselesi olacak.
Girmeye çalıştığımız AB’nin Genişleme Raporu’nu hazırlarken yaptığı görüşmeleri bile “ajanlık” faaliyeti saymak mümkün bu teklife göre…
Tipik bir kapalı rejimlere mahsus, “kol kırılır yen içinde kalır” düzenlemesi.
Hoşuna gitmeyen bütün çağrıları, haberleri, kampanyaları suçlama vesilesi yapabilirsiniz…
Nitekim Rusya da aynısını yaptı. AİHM’nin verdiği kararın engel oluşturmayacağı da ortada…
* * *
AİHM’yi geçelim, anayasayı ne yapacaksınız peki?
Anayasada düzenlenen ifade, örgütlenme, toplanma, fikir ve kanaatleri açıklama özgürlüklerini ne yapacaksınız?
Elbette kapatılması için MHP’nin kampanya yürüttüğü, Can Atalay kararlarının uygulanmamasıyla iyiden iyiye ağırlığını yitirmiş Anayasa Mahkemesi’nden bu anayasal ilkeleri savunmasını beklemek hayalcilik olur.
O zaman kim savunacak haber alma hakkını, sivil toplum faaliyetlerini…
En büyük fon kullanıcısı olan devlet, “foncu” diye ezip geçecek mi sivil toplum örgütü üyelerini…
Büyükada’da toplantı yapmaktan başka “günahları” olmayan insanların davasında gördük yakın zamanda… Ajanlıkla suçlanıp hayatları itinayla kaydırılan, yıllarını bu ülkede geçirmiş sivil toplum örgütü temsilcilerinin yaşamları darmadağın oldu.
Niyet şimdi bütünüyle sesleri kesmek mi?
Maalesef bütünüyle soyut bu yasadan daha iyimser hiçbir tahmin ve akıl yürütme çıkmıyor.
* * *
Devletin iç ve dış siyasi çıkarı nedir, devletin güvenliği nasıl ihlal edilir, bir organizasyonun çıkarları doğrultusunda hareket etmek ne anlama gelir, teklifteki bütün ifadeler bütünüyle muğlak. Ve anlaşılıyor ki böyle olması istenmiş…
Belli ki yine gazeteciler, aydınlar, yazarlar, STK temsilcileri davalarla boğuşurken ajanlar cirit atacak…
Belli ki yine Türkiye’nin demokratik bir ülke olması yolunda mücadele edenler cezaevi çilesi çekerken rantiyeci, dolandırıcı, baron kim varsa ferah feza eylemlerine devam edip bir de nutuk atacak.
Belli ki yine yıllar sonra pişman olacağımız, vatan-millet-Sakarya nidalarıyla atılan adımları izlemek zorunda kalacağız.
Bu düzenlemenin başka hiçbir açıklaması yok…
* * *
Haftanın kitabı: “Hınçahınç”
“Herkes kursağında kalanları kustuğunda, eteğimizdeki o taşları, evet küçük ve yeşil olanları da döktüğümüzde Yeni Mahalle’nin tarihi bizi de yazar mı acaba? Hıncın harcı sabırla karılır kardeşim, haklı olanın acelesi yoktur. O hesaplaşma günü geldiğinde umarım karşımda olursun…”
Çağdaş Türk edebiyatının en marifetli yazarlarından Figen Şakacı’nın yeni romanı “Hınçahınç” raflarda yerini aldı. İletişim Yayınları’ndan çıkan romanda Şakacı, kurguladığı Yeni Mahalle üzerinden günümüz Türkiye'sine korkusuzca bakıyor. Şakacı, kitabın arka kapağında da vurguladığı gibi “hıncın anatomisini” çıkartıyor, bize ayna tutuyor.
Üç yoksul gencin umutsuzluğu, karanlık gelecekleri ve dostluğu üzerinden bugünün gençlerinin düştüğü çaresizlik kuyusunu aktaran roman, zamanın dilini yakalama becerisini de gösteriyor.
|
Gökçer Tahincioğlu kimdir?
Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.
Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.
Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi.
İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.
|