Bu coğrafya, uzun yıllar, yok saymanın başkentiydi.
İnsanların kaçırılarak öldürüldüğü, işkence edilerek kuyulara atıldığını söylediğinizde bin çeşit cümleyle geliyorlardı önünüze.
"Şunu kınadın mı?", "Bunu eleştirdin mi?", "Kanıtın var mı?"
Kadınların öldürüldüğünü, çocukların istismar edildiğini, aile içindeki cinsel suçların artık gizlenemez boyuta ulaştığını söylediğinizde de değişmiyordu tavır.
"Nereden biliyorsun?", "Belki de öyle olmamıştır", "Asıl şuraya bak…"
Giderek, bu sahte mahcup tavırların yerini meydan okumalar aldı:
"Sen o ölenin ne yaptığını biliyor musun?", "Teröristleri mi savunuyorsun?", "Ne yapacaktı güvenlik güçleri, çiçek mi verecekti?", "Terörle mücadeleyi sekteye uğratıyorsun", "Başka ülkelerde öldürülen kadın sayısını biliyor musun?"
Cezasızlık kültürünü anlatmaya çalıştığınızda artık bir duvara çarpıyordunuz. Bütün olup bitenler normalleşmiş, olması gerekenden başka bir şeyin yaşanmadığı söylenmeye başlamıştı.
İtiraz edenler ise susmuyordu. Ama onlara da verilecek yanıt vardı. Cumartesi Anneleri içlerine teröristlerin sızdığı bir gruptu, bütün dünyada erkek şiddetine ve erkek devlete karşı söylenen şarkı güvenlik güçlerini tahkir ediyordu, dernekleri zaten uluslararası güçler finanse ediyordu, yerli ve milli olmak hep aynı düşüncede ve aynı safta yer almayı gerektiriyordu.
Yerli ve milli kültür öylesine bir hâl aldı ki bir emekçiye sandalyede oturup gelene geçene ayağa kalkma cezası veren Güngören Belediye Başkan Yardımcısı bile dış güçlerin kurdukları ekonomik modeli kıskandığını söylemeye başladı.
Ceren Özdemir öldürüldüğünde bile dış güçlerin ordu üzerindeki planları konuşuldu. İnfaz sisteminin, katilleri dışarı salan anlayışın suçu yoktu, herkes oturmuş Türkiye’yi kıskanıyordu.
* * *
Hafıza Merkezi, 10 Aralık İnsan Hakları Günü nedeniyle, Türkiye’yi özetleyen muazzam bir tablo hazırladı. 90’lı yıllarda işlenen faili meçhul cinayetlerle ilgili açılan davaların akıbetleri anlatılıyor tabloda:
* 1993 yılında, Cizre’de oluşturulan bir sorgu timi 21 kişiyi terörle mücadele gerekçesiyle sorguladı. 21 kişi zorla kaybedildi ve öldürüldü. Bu nedenle dönemin Cizre İlçe Jandarma Komutanı olan Cemal Temizöz ve köy korucuları hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Yıllarca rafta bekleyen dosya ancak 2009’da iddianameye dönüştü. 2014’te dava Şırnak’tan Eskişehir’e nakledildi. 5 Kasım 2015’te sanıklardan bir bölümünün beraatine karar verildi. Bazı suçlar ise zamanaşımına sokuldu.
* 1992’de gazeteci Musa Anter’in, 1994’te Tunceli’de Ayten Öztürk’ün öldürülmesiyle ilgili olarak açılan JİTEM davası ancak 2010’da açılabildi. Ardından 2014’te Anter cinayeti, 2019’da Öztürk cinayeti iddianameleri dosyaya eklendi. Sanıklardan Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım kayıp. Bir bölüm sanık yurtdışında. Dava Ankara’ya nakledildi ve hâlâ sürüyor.
* 1995’te Hakkari Yüksekova’da, koyunlarına bakmak için bir köyden diğerine giden Nezir Tekçi, gözaltına alındı ve kendisinden bir daha haber alınamadı. Ancak 2011’de iddianame düzenlendi. Eskişehir’e nakledilen dava, 2015’te beraatle sonuçlandı.
* 1992-94 yılları arasında Mardin Derik’te 13 kişi öldürüldü. Bölge Komutanı Musa Çitil ile ilgili iddianame ancak 2012’de hazırlandı. Çorum’a alınan dava beraatle sonuçlandı.
* 1993’te Şırnak Görümlü’de köye yapılan operasyondan sonra gözaltına alınan 6 kişiden bir daha haber alınamadı. 2013’te bölge komutanı Mete Sayar ve emrindeki bazı askerler hakkında dava açıldı. Ankara’ya nakledilen dava, 2015’te beraatle sonuçlandı.
* 1993’te Lice’de Tuğgeneral Bahtiyar Aydın, Uzman Çavuş Yüksel Bayar ile 14 kişi öldürüldü. Yüzlerce ev yakıldı, yüzlerce kişi göçe zorlandı. 2013’te iddianame düzenlendi. Dosya 2014’te sırasıyla Eskişehir, Diyarbakır ve İzmir’e gönderildi. 2018’de beraatle sonuçlandı.
* 1993’te Muş Kızılağaç’ta boşaltılan köye eşyalarını almak için dönen köylüler gözaltına alındı. Köylülerin büyük bölümü serbest bırakılırken 4’ü alıkonuldu. Daha sonra aynı dört kişinin cenazeleri bulundu. 2013’te iddianame düzenlendi. Dava Van’dan Muş’a nakledildi. 2014’te sanıklar delil yetersizliğinden beraat etti.
* 1993’te Muş Vartinis’te ateşe verilen evdeki 7’si çocuk 8 kişi yanarak öldü. 2013’te dava açıldı. Dava Kırıkkale’ye nakledildi. 2016’da sanıklar beraat etti.
* 1993’te Diyarbakır Kulp ve Muş’ta Bolu Tugay Komutanlığı’nın kontrolündeki bölgede gözaltına alınan 11 kişiden bir daha haber alınamadı. 2013’te iddianame düzenlendi. Dava Ankara’ya nakledildi. 2018’de beraatle sonuçlandı.
* 1992-96 yılları arasında Mardin Kızıltepe’de 22 kişinin öldürülmesine ilişkin dava 2014’te açıldı. Kızıltepe JİTEM dosyası olarak bilinen dava Ankara’ya nakledildi ve 2019’da beraat ve zamanaşımı ile sonuçlandı.
* 1995-96’da Mardin Dargeçit’te biri uzman çavuş, üçü çocuk 8 kişi zorla kaybedildi. 2014’te iddianame düzenlendi. Dava, Adıyaman’a nakledildi ve hâlâ sürüyor.
* * *
Bu dosyalardan belki de en meşhuru, Susurluk çetesi olarak bilinen çete tarafından 1993-96 yılları arasında kaçırılan 19 kişinin öldürülmesine yönelik dosya. Bu dava da ancak 2011’de açılabildi. Aralarında Mehmet Ağar’ın da bulunduğu sanıklarla ilgili dava dün bitti. Bizzat davanın sanıklarından Ayhan Çarkın’ın itiraflarına, Mehmet Eymür’ün, Susurluk raporunu hazırlayan Kutlu Savaş’ın tanıklıklarına rağmen elbette Ağar dahil tüm sanıklar beraat etti. Susurluk’tan mahkum olan bu sanıklar faili meçhul cinayetlere karışmamıştı mahkemeye göre. Çete vardı, öldürülenler vardı ama öldürülenleri bu çetenin öldürdüğüne yönelik kanıt yoktu.
Bütün bu davaların ortak yönü, yıllarca rafta bekleyen soruşturmaların özellikle 2013’te davaya dönüşmesi… 17/25 Aralık sürecinden sonra davaların farklı kentlere nakledilmesi ve ardından beraat ve zamanaşımıyla kapatılması. Ve AİHM’nin bu dosyaların birkaçı dışında tamamında Türkiye’yi mahkûm etmesi. İşlenen cinayetlerin cezasını da cebimizden ödememiz…
Bu davalarda sanıklar, kendilerine Ergenekon, Balyoz kumpaslarıyla savunarak, cemaat operasyonu nedeniyle yargılandıklarını kolaylıkla iddia ettiler ve her biri teker teker aklandı.
Oysa bu davaların derin bir farklılığı vardı. İnsanların öldürülerek kuyulara atıldığı bizzat Adli Tıp tarafından kanıtlanmıştı. İnsanların gözaltına alınıp, izlerinin bulunamadığının kayıtları vardı. İnsanların yakılarak öldürüldüğünü bütün köy görmüştü. Ve beraat, zamanaşımı kararlarında bile mahkemeler JİTEM’in, cinayetlerin varlığını kabul ediyordu.
Bazen doğruyu bilseniz de sonuca ulaşmak mümkün olmuyor. Ancak doğrunun ve yalanın ne olduğunu çok iyi biliyorsunuz.
Yok saymak bir alışkanlık, meydan okuyarak suçların üzerini kapatmak da öyle. Ancak hakikat değişmiyor. Yok sayınca yok olmuyor. İşlenen suçlarla ilgili olarak meydan okuyup üste çıkılmak istendiğinde de o eylem suç olmaktan çıkmıyor.
Öldürülen insanlar mezarlarda… Bazılarının mezarı bile yok. Ve yakınları adliye kapılarında uzun yıllardır adaleti bekliyor.
Hafıza Merkezi’nin vurguladığı gibi, bütün bu sanıklar suçlu değil diyen adaletin soruya yanıt vermesi gerekiyor:
"Fail kim?"