22 Şubat 2025
İnsan hayatından çalınan sekiz yılın özrü olur mu?
Ya da hangi özür insanın hayatından çalınanları, yaşadığı korkuyu, yılgınlığı, mutsuzluğu telafi edebilir?
Türkiye, ne zamandır gözaltılarla yatıp kalkıyor.
Örneğine rastlanmayan gerekçeler tartışılmıyor bile… Yapılan uygulamaları dile getiren üç beş kişiden başka, ne olup bittiğini umursayan da yok…
* * *
Ayşe Barım soruşturması misal… Sinema, televizyon sektöründe tekel oluşturduğu iddialarıyla gündeme gelen Ayşe Barım, daha ne olup bittiği bile anlaşılmadan Gezi eylemlerini organize edenlerden biri olduğu iddiasıyla tutuklandı.
Hukukçu olmaya gerek yok. Adliyeye yolu düşen hemen herkes işleyişi az ya da çok bilir.
Tutuklama kararı verildikten sonra bu karara itiraz hakkınız var. İtiraz kabul görmezse, bu karara da itiraz edebilirsiniz. Bunun üzerine verilen karara karşı bir itiraz yolu da olmaz.
Hukukçu Hüseyin Ersöz, Barım’ın tutukluluğuna yapılan itiraz üzerine verilen tahliye kararının, savcılığın başvurusuyla kaldırılmasından sonra önemli bir konuya dikkat çekti.
Ersöz, sosyal medya hesabından şunları paylaştı:
“Ayşe Barım hakkında itiraz mercii olan Asliye Ceza Mahkemesi’nin verdiği tahliye kararına hangi kanuni düzenlemeye göre itiraz edildiği benim açımdan muğlaklığını koruyor. CMK’nın 271. Maddesine göre yapılan itirazlarda, “mercii tarafından verilen tahliye kararları” kesin! Yani Ayşe Barım hakkında verilen Tahliye Kararına itiraz mümkün değil. Kanunda tek istisna olarak, Savcının Sulh Ceza’nın salıverme kararına itirazı üzerine Asliye Ceza eğer tutuklama kararı verirse, şüphelinin bu karara itiraz edebileceği gösterilmiş. Böyle bir durum Ayşe Barım olayında ise söz konusu değil. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı kanuni dayanağı bulunmaksızın “ben yaptım, oldu” şeklinde gerçekleştiyse, Hukuk Güvenliği Hakkı ve Özgürlük Hakkı örneğine az rastlanan şekilde ihlal edilmiş demektir.”
* * *
Umursayan olmadı elbette…
Bir zaman tünelinden geçip, sürekli aynı adrese çıkıyor Türkiye…
Ergenekon operasyonları sürerken Cumhuriyet gazetesinin başyazarı İlhan Selçuk hakkında da gözaltı kararı verilmişti.
Aylar sonra, avukatların titiz araştırmaları sonucunda dosyada önemli bir belge bulundu.
Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre istihbari amaçla yapılan telefon dinlemelerinin yasal kanıt olarak sunulması yasak.
Buna rağmen savcılar, Ergenekon’un çok gizli bir yapılanma olduğunu, olağan yollarla bu yapının çözülemeyeceğini belirterek, istihbari dinlemenin kanıt sayılması için hakimliğe başvurmuşlar ve hakim de yasaya rağmen dinlemelerin kanıt sayılmasına karar vermişti.
Hakim kararı yasadan üstün sayılabilmişti!
Umursayan olmadı…
* * *
Gazeteci gözaltıları Türkiye için bir rutin…
Şimdi de arkadaşlarımız Yıldız Tar, Elif Akgül, Ercüment Akdeniz, Ender İmrek gözaltına alındı…
Gerekçe, 12 yıl önce yapılan, gizlisi saklısı olmayan HDK toplantıları.
Kimi mensubu olduğu dernek adına katılmış, kimi siyasi parti adına…
2011-2013 yılları arasında yapılan toplantılardan söz ediyoruz.
Toplantılar zaten gizli saklı değil ama düşünün nasıl gizli bir örgüt yapılanmasıysa artık, aradan geçen 12 yılda kimse saklanma, kaçma gereği duymamış.
Herkes işine gücüne devam etmiş.
Sonra bir sabah dosya akla gelmiş ve insanlar gözaltına alınmışlar…
Kamuoyuna yansıyan soruları yanıtlamak da zor…
“12 yıl önce toplantıya katılmadan önce telefonda arkadaşınıza şöyle demişsiniz…”
“Hatırlamıyorum.”
Neden hatırlasın ki insanlar zaten?
* * *
TÜSİAD yöneticilerinin gözaltına alınmaları, kimileri burun kıvırsa da tarihi önemde.
Sadece bir dönem iktidarları değiştirme gücü olan artık öyle bir gücü de kalmayan, “vesayet makamı” olmak bir yana yakınından geçmeye bile kudreti bulunmayan TÜSİAD yöneticilerinin gözaltına alınmaları nedeniyle değil.
Günün sonunda bir meslek örgütü olan TÜSİAD’ın neden iktidarın politikalarını eleştirme hakkının bulunmadığı da ayrı bir tartışma…
Ancak iki TÜSİAD yöneticisinin yurtdışına çıkış yasağı kararı verilerek serbest bırakılmalarının ardından ortaya atılan gerekçe gerçekten de yeni bir dönemin işareti…
Savcılığın sevk yazısı ve hakimliğin “yurtdışına çıkış yasağı” gerekçesi bu işaret:
“Şüphelilerin yaptıkları konuşma içeriği ve savunmalarında da belirttikleri üzere yalnızca basın aracılığıyla bilgi sahibi oldukları ve içeriğini bilmedikleri olaylara ilişkin yargıyı telkin ve yönlendirme ile gerçeğe aykırı dezenformasyon içerikli beyanlarda bulundukları…”
Bu yolla, “sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak amacıyla, Türkiye'nin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığıyla ilgili gerçeğe aykırı bilgileri kamu barışını bozmaya elverişli şekilde yaydıkları” ve "yanıltıcı bilgiyi alenen yayma" suçunu işledikleri…
Bu gerekçe, herhangi bir konuda, herhangi bir biçimde düşüncelerini söyleyenlerin aynı biçimde cezalandırılabileceklerini gösteriyor.
Uğur Mumcu’nun “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar…” sözü yıllardır sıkça gündeme getirilir.
Mumcu yaşasa ve bilginin önemini ve vasatlığı vurgulamak için kaleme aldığı bu ifadenin bir gün iktidarın eleştirildiği konuşmalardan sonra bir adli soruşturma konusu ve hakimlik kararı haline geldiğini görse, eminim büyük şaşkınlık yaşardı.
* * *
Zaman tüneli tam bu tablonun içerisinde bizi bambaşka yerlere de sürüklüyor. Ders alınmayan yerlere…
Büyükada davası, birkaç gün önce bütünüyle sonuçlandı. T24, son sanığın da beraat ettiğini duyurdu.
* * *
Sekiz yıl öncesine gidelim…
Bir eğitim çalıştayı için İstanbul Büyükada’da toplanan, farklı sivil toplum örgütlerine mensup 10 insan hakları savunucusu, çalıştayın 5. günü olan 5 Temmuz 2017’de düzenlenen polis baskınıyla gözaltına alındı. Ailelerine ve avukatlarına haber verilmeyen insan hakları savunucularının gözaltına alındığı, tesadüfen akşam saatlerinde öğrenilebildi.
O gözaltılardan sonra atılan manşetleri anımsayalım:
- İşte o masadaki ihanet haritası
- Bu deliller affedilmez
- Çantada MİT raporuyla dolaşıyor
- İşte zaman ayarlı kaos planı
- Büyükada’da İngiliz parmağı
* * *
Aynı günlerde, o dönem AKP Erzurum Milletvekili olan Orhan Deligöz, şunları söylüyordu:
“Toplantı ABD’nin CIA ve İngiltere’nin MI6 ajanları kontrolü ve güdümünde yapılıyordu. Milli Güvenlik Akademisi mezunu olmam ve Büyükada'da dostlarımın bulunması nedeniyle konuya ilgim var. Otel gidip incelenirse arka bölümünde kaçak yapılaşmalar olduğu görülebilir. Türkiye aleyhine çalışan örgütler bu kaçak bölmeleri gizli toplantılar için kullanıyor. Toplantı otelin kaçak olarak yapılmış bu bölümlerinde yapılıyordu. Adalar'da toplam dört otel bu gibi ajanlık faaliyetlerinde kullanıyor. Adalar'daki İngilizlere ait bazı villalar da aynı amaca hizmet ediyor. Sağlam istihbaratlarım var. Yoksa ben niye sıkıp konuşayım bunları… Toplantıda yabancı istihbarattan kimse yoktu ama onlar da sık sık git gel yapıyorlar, özel sandalları var, Ada'ya giriş çıkışlarını biliyorum.”
Deligöz’ün bu açıklamaları günlerce konuşuldu. Gazeteler, gözaltına alınan insan hakları savunucularının cep telefonlarından çıkan mesajlarla dolup taştı. Ancak savcılığın “ajanlık” suçlaması olmadığı kısa sürede anlaşıldı. Savcı bile bu kadarını tahmin etmemişti!
14 gün gözaltında tutulan hak savunucuları 18 Temmuz 2017 tarihinde savcılığa çıkarılan hak savunucularından İdil Eser (Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü), Özlem Dalkıran (Helsinki Yurttaşlık Derneği), Günal Kurşun (İnsan Hakları Gündemi Derneği), Veli Acu (İnsan Hakları Gündemi Derneği), Ali Garawi (İsveç vatandaşı – insan hakları eğitimcisi), Peter Steudtner (Almanya vatandaşı – insan hakları eğitimcisi) tutuklandı.
Nalan Erkem (Helsinki Yurttaşlık Derneği), Şeyhmus Özbekli (Hak İnisiyatifi), İlknur Üstün (Kadın Koalisyonu) ve Nejat Taştan (Eşit Haklar İçin İzleme Derneği) adli kontrol ve yurtdışı yasağıyla serbest bırakıldı. Erkem ve Üstün de savcılığın itirazı üzerine tutuklandı. Böylece tutuklu sayısı sekize yükseldi. Haklarındaki iddianame yaklaşık üç ay sonra hazırlandı. İddianamede de ajanlık değil, örgüt suçlaması yöneltildi.
İddianamede, 10 ismin yanına, hakkında daha önce dava açılan ve tutuklanan Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Av. Taner Kılıç da sanık olarak eklendi. Kılıç, örgüt üyeliği ile suçlandı. İlk duruşmada, sekiz tutuklu sanık, 113 günün ardından tahliye edildi. Kılıç’ın tutukluluğu ise bir süre daha devam etti.
Sekiz yıllık yargılama sürecinin ardından tüm sanıklar beraat ettiler. Kararlar kesinleşti…
* * *
İlk duruşmada tutuklu sanıkların tahliye edilmelerinin ardından AKP’li Deligöz, “Gerek kendi vatandaşlarımıza gerekse de yabancı tutuklulara geçmiş olsun diliyorum. AK Parti olarak bizim önceliğimiz kişilerin tutuksuz olarak yargılanmasıdır. Arkadaşların bir suçu yoksa, 22 Kasım'daki duruşmada beraat ederlerse, kendilerini o zaman arayıp kutlayacağım ve özür dileyeceğim. Suçları yoksa, tahliye edilmiş olmalarına en az kendileri kadar, aileleri kadar sevinirim” ifadelerini kullanmıştı.
Bunca yılın ardından Deligöz, teker teker sanıkları arayıp özürlerini iletir mi, bir mahcubiyet duyar mı bilinmez…
Ya da dilenen bir özür toplumun önüne ajan olarak atılan, günlerce gözaltına kalan, tutuklanan, işlerini kaybeden, kendini anlatmak zorunda bırakılan insanlarda oluşan yaraların kapanmasını sağlar mı?
Her gün benzer yaralar açılırken üstelik…
Yaralar böyle kapanmaz elbette ama en azından hayatlarını insan haklarına adayan bu insanlar, ders alındığını görebilseler biraz olsun rahat bir nefes alabilirlerdi…
Gökçer Tahincioğlu kimdir?Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı. Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü. Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor. |
"Sinemada ‘Hileli olduklarını bile bile olayların gerçekliğine inanabilmemiz gerekir.’ Bana kalırsa Tavşantepe’de olan şey de bu. Aslında Tavşantepe’de kör alan yok... Mesele kadrajda olanla, perdenin sınırları içinde olanla yetinmeme meselesi. Kadraj dışını tahayyül etme meselesi. O zaman kör alan aydınlanıyor”
Emniyet cinayetin bir numaralı sanığı Oğuz Demir’in eşi ve kızının adres bilgilerini kontrol ederek Nevşehir Ürgüp’teki adrese gitti. Demir’in eşi ve kızı Ürgüp adresine kayıtlı görünüyordu sistemde. Diğer iki kızının adres kaydı olarak ise emniyet sisteminde sadece “Avustralya” yazıyor
Ön seçim belki CHP’nin adayının kim olduğunu belirleyecek ancak bu durum Yavaş’ın aday olmayacağı anlamına gelmeyecek. CHP iki adayla seçime gitmek zorunda kalabilir. Birincisi partinin adayı İmamoğlu, ikincisi partiden kopmayacak olan ancak bağımsız biçimde adaylık ilanı yapacak Mansur Yavaş. CHP Genel Merkezi’nde bu tablonun da olumlu sonuçlar yaratabileceği konuşuluyor
© Tüm hakları saklıdır.