03 Şubat 2019

Bir hayat böyle çalındı: 28 yıllık adaletsizliğin hikâyesi

Bir çocuktan, müebbet hapis mahkûmu bir “suçlu” yaratan yargının önünde son bir fırsat var

Tam 28 yıldır cezaevinde bulunan Serhat Tuğan’ın hikâyesi, biraz da bu coğrafyadaki adaletin nasıl işlediğinin hikâyesidir.

Kimine işlediği tüm suçlara rağmen kapıların nasıl açıldığının, kimine de dosyasının kapağı açılmadığı için nasıl ömrünü sevdiklerine ve özgürlüğe hasret geçirme cezası verildiğinin hikâyesi.

İşlemediği suçlardan 28 yıldır cezaevinde bulunan; Adalet Bakanlığı’nın, Yargıtay Başsavcılığı’nın itirazlarına rağmen hakkındaki yanlış karar düzeltilmeyen Tuğan’ın davası, yargının kime nasıl baktığının hikâyesidir.

* * *

Babası Abdulhafız Tuğan, Diyarbakır Cezaevi’nde işkencelerden geçmişti. Tuğan ailesinin kapısı, yıllardır sistemli olarak polis tarafından çalınırdı.

Bir suçları olduğu için değil, zaten orada bir kapılarının olması suç sayıldığı için. Hiçbir dosya olmaksızın, babalarının evde olup olmadığı sorulur, bir göz atılırdı.

Hakkari’de yaşamak, hele ki babanız 12 Eylül dönemini cezaevinde geçirmişse, sürekli “potansiyel” olarak gözükmeniz demekti.

Henüz 16’sında, Filistinlilere destek için için, üç arkadaşıyla bir kağıda, “İnsanlar zulme dur desinler” yazdı. Fotokopiyle çoğalttıkları kağıdın ulaştığı adreslerden biri de emniyetti.

Kapı, bu kez babası için değil, küçük Serhat için çalındı.

Serhat kapıya koştu.

İşlediği "büyük" suçu biliyordu.

Anne oğlunun işkence görmeyeceğinden emin olmak için "iki tokat da vurursunuz değil mi şimdi" diye sordu.

Polisler, inatla, kendilerinin neden yanlış tanındığını anlatıyordu.

Ama polis aracından inerken Serhat'ın ağzındaki iki dişi artık yoktu.

* * *

13 Kasım 1988 günü çalınan o kapı, Serhat Tuğan'ı dönülmez bir yola soktu.

Serhat Tuğan, götürüldüğü Diyarbakır'da iyice öğrendi “ıslah” politikasının ne olduğunu. Cezaevine kondu.

10 ay sonra beraat edip de dışarıya çıktığında, artık eski Serhat olamayacağının farkındaydı.

Yatağını balkonun önüne sermeye başladı. Yeniden polis gelirse, balkondan atlayacaktı. Hakkari soğuğunda bile o alışkanlığını değiştirmedi.

Kalabalık olmazsa sokağa çıkmıyordu.

Sürekli ensesinde gezinen sese yakalanmaktan korkuyordu.

"Neden burada duruyorsun ki dağa çık."

Ve Serhat, o sesin yapabileceklerinden çok korkuyordu.

Hakkari’de o yılları yaşayanlar, tüm bu sürecin sonunda nelerin olabileceğini az çok kestirebilir.

Bu hikâyeyi bilen kimse yanılmadı.

Serhat Tuğan, Yargıtay Başsavcılığı’nın kayıtlarına göre, “Örgüt tarafından dağa götürülmek üzere kaçırıldı”, emniyet kayıtlarına göre dağa gönüllü çıktı.

Dağdaydı. Çocuktu henüz, bulaşık yıkadı, erzak taşıdı, toplanması istenenleri gidip getirdi.

2 yıl böyle geçmişti ki bir yol kontrolü sırasında beline takılmış silahla "ele geçirildi."

Emniyet kayıtlarında, kendisinin kontrol noktasına geldiği anlatılıyordu.

10 gün boyunca sorgulandı.

Doktor, kolunda söndürülen sigaralar için yıllar sonra bile, “Çok eskiden yapılmış işkence izleri” diye rapor yazacaktı.

18'ine yeni girmişti.

Kriminal rapor, yanındaki silahın hiçbir eylemde kullanılmadığını gösteriyordu.

Örgütteki kod adı Şervan’dı.

Ve o kod ismi, o günden sonra hiç özgür kalamamasına yol açacaktı.

* * *

İddianame hazırlandığında herkes şaşkındı.

Hakkari'nin bir köyünde bir PKK'lının öldüğü eyleme katılmak, Çukurca'da iki korucunun yaşamını yitirdiği çatışmada bulunmak ve11 kişinin dağa kaçırılmasıydı savcıya göre eylemleri.

"Şervan" bu eylemlerde vardı, herkes tanıyordu iddianameye göre.

Tuğan, en ağır suçtan, TCK'nın örgüt kuranların cezalandırıldığı 125. maddesinden yargılanmalıydı.

Diyarbakır DGM bile bu kadarına inanmadı.

Tuğan'a, örgüt üyeliğinden 12 yılın yeteceğini kararlaştırdı.

Ama Yargıtay vardı.

Karar bozuldu, Tuğan, müebbet hapisle cezalandırıldı.

* * *

Aflar çıktı, yasalar değişti, infaz hesapları yeniden ve yeniden değiştirildi.

Katiller, tecavüzcüler, 7 kişiyi telle boğanlar çıktı.

İnsanları domuz bağı yapıp betona gömenler, mafya liderleri, uyuşturucu baronları.

Serhat Tuğan, cezaevinde ortaokulu, liseyi, üniversiteyi bitirdi, sonra ikinci üniversiteye başladı.

Her aşamada yeniden ve yeniden başvurdu avukatları.

Yıllar geçti, 2008'de, Şervan'la ilgili dosyadaki bazı "görülmeyen" belgeler meydana çıktı.

Kayıtlar netti, o eylemlerdeki Şervan, Tuğan değildi.

O Şervan'ın ismi bile yazıyordu dosyada ama kimse o belgeleri Tuğan'la eşleştirmemişti.

Ve Tuğan, o Şervan'ın kendisi olduğu söylendiği için cezaevindeydi.

Sayfalarca yeniden yargılama dilekçeleri, ifadeler mahkemeye verildi.

Ancak mahkemenin "ret" yanıtı kısa ve netti.

* * *

Ailesi ve avukatları yılmadı, arşivlerden o eylemleri yapan gerçek Şervan’ın kim olduğunu ortaya çıkardı.

Serhat Tuğan’ın o Şervan olduğuna yönelik tanıklık yapan iki kişi vardı. Biri ölmüştü ama diğeri hayattaydı.

Mahkeme, bir kez olsun o tanığı dinlememişti.

Tanık bulundu, mahkemeye çıkması sağlandı.

Dosyası “kaybedilmiş” eski bir örgüt üyesiydi, pişmanlıktan yararlanmıştı. Serhat Tuğan’ı tanımadığını, hiç görmediğini söyledi. Şervan’ın kim olduğunu tarif etti. Önceki ifadelerinin emniyette alındığını, mahkemeye hiç çıkartılmadığını anlattı.

Sahte bir ifadeyle Tuğan, yıllarca cezaevinde yatmıştı.

Buna rağmen süreç uzadı.

En sonunda 2015’te Adalet Bakanlığı’na “kanun yararına bozma” başvurusu yapıldı.

Bakanlık, dosyada hem söz konusu tanığın yeni ifadesini, hem de daha önce örgütten ayrılanların Tuğan’ın dağda sadece mutfak işleriyle ilgilendiğine yönelik ifadesini gördü.

Kriminal rapora göre, silahının hiçbir eylemde kullanılmadığı, adli tıp raporuna göre de işkence gördüğü netti.

Bakanlık, hakkındaki kararın kanun yararına bozulması için dosyayı Yargıtay’a taşıdı. Yargıtay Başsavcılığı da aynı görüşteydi.

Yargıtay, yıllar sonra Tuğan’ın kararının yeniden gözden geçirilmesine karar verdi.

Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi ise bu kanıtları umursamadı, kararın düzeltilmesine yer olmadığını belirterek, dosyayı yeniden kapattı.

2018’de avukatları, bu kararda tanıkların ifadesinin gözetilmediğini, tanığın mahkemeye bile çağrılmadığını belirterek yeniden kararın düzeltilmesi için Adalet Bakanlığı’na başvuru yaptı.

Bakanlık, son derece istisnai bir yol olmasına rağmen ikinci başvuruyu da yerinde buldu ve “Kararın düzeltilmesi için” Yargıtay’a taşıdı dosyayı.

Başsavcılık, detaylı biçimde Şervan kod adlı başka birinin eylemleri yaptığına yönelik tanık ifadelerini, itirafçının Tuğan’ı hiç görmediğine yönelik ifadesini anlatarak, kararın düzeltilmesini istedi.

Yargıtay ise bu kez, bunca kanıta rağmen olumlu karar vermedi. Kararın düzeltilmesine yer olmadığını belirterek dosyayı kapattı.

* * *

Tuğan, hakkındaki kararın doğru olmadığına yönelik Adalet Bakanlığı ve Yargıtay Başsavcılığı’nın tespitlerine rağmen 28 yıldır cezaevinde.

Oğlunu görmeden ömrünü geçiren annesi, ağır hasta.

Ailesi ve avukatları, yeni kanıtlar uyarınca yargılamanın yenilenmesi için Diyarbakır’daki mahkemeye başvuruya hazırlanıyorlar şimdi.

Sadece sahte tanık ifadeleriyle cezalandırılan Tuğan, o tanıkların gerçeği anlatmış olmalarına rağmen bırakılmıyor.

3-5 yıl yatıp çıkabilecekken ömrünü cezaevinde geçiren Tuğan, umutsuzca bekliyor başvuruyu.

Bir çocuktan, müebbet hapis mahkûmu bir “suçlu” yaratan yargının önünde son bir fırsat var.

Sadece kanıtların değerlendirilmesi yeterli.

Annesi, geç de olsa koklayabilecek ömrünü hasretle geçirmiş oğlunu.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ömrümüzden çalan “suçlar” ve kapanmayan yaralar

Bütün ömrü boyunca hak mücadelesi vermiş insanlardan Nimet Tanrıkulu, dört gün gözaltında kaldıktan sonra, 18 saat süren savcılık ve hakimlik sorgusunun ardından yeniden tutuklandı. Ne soruldu peki? Tanrıkulu’nun açık seçik yaptığı Süleymaniye ve Erbil seyahatleri…

Umut hakkı, “Ankara’da villa” iddiaları ve Suriye’ye uzanan yol

İmralı’dan PKK’nın tasfiye edilmesi ve Suriye’nin kuzeyinde yapılacak hamlelerin Türkiye’ye yansımasının önlenmesi bekleniyor. Ankara ayrıca İsrail-PYD komşuluğunu istemiyor, bu temasın büyük sorunlara yol açacağını düşünüyor; PYD’yi sınırdan uzaklaştıracak bir askeri operasyon hazırlığını yapmış olduğu da biliniyor

13 yaşındaki çocuğun ölümünün hesabını kim verecek?

Cihat’ın, cenazesinin bulunduğu tarihte, cesetlerin enkazdan çıkartıldığı gün, güvenlik güçlerine karşı silahlı eylemde bulunması sonucu, ateşli silah yaralanması ile öldüğü tespiti yer aldı kararda. Ceset çürümüş, enkazdan çıkartılmış ama nasılsa aynı gün 13 yaşındaki çocuk silahla çatışmaya girmiş!

"
"