19 Haziran 2020

TİP seçime giriyor

TİP'in 1963 İzmir Kongresi'nde çıkan bazı tartışmalar ve parti yönetiminin yasal çekinceler gerekçesiyle bazı eski kuşak sosyalistlere karşı tavır alması nedeniyle yaşanan kopmalar, yaklaşan seçimler nedeniyle kısmen küllenmiş, ayrılanların çoğu partiye dönmüştü

15 - 16 Haziran 1970 "Emek İsyanı"nı andığımız bu günlerde, onun da öncesine dair kısa bir bellek turu yapalım. Her şey 1961 Anayasası ile başlamış; anayasa daha halkoyuna sunulmadan, getireceği sosyal ve siyasal haklara güvenilerek, 11 sendikacı ve bir şoför tarafından ilk Türkiye İşçi Partisi (TİP) kurulmuştu. O dönemdeki seçim yasasına göre en az 15 ilde örgütlenmesini tamamlayamadığı için 15 Ekim 1961 tarihli seçimlere katılamamış olsa da, ilk kez bizzat işçiler tarafından kurulan legal bir "sınıf partisi" siyaset alanına girmişti. Gerçi TİP'i kuran işçilerin, başkan olarak seçtikleri Avni Erakalın, TİP seçime giremeyince partiden istifa edip Yeni Türkiye Partisi'nden (YTP) aday olmuştu ama en azından sınıf mücadelesinin önü açılmış sayılıyordu. Bu arada o dönemin Türk - İş Başkanı Seyfi Demirsoy, tüzüğünü Sadun Aren ve Türkkaya Ataöv'e alelacele hazırlattığı bir de Çalışanlar Partisi (ÇP) kurmuştu ama o da seçime girememişti.

TİP ve daha başlangıçtan itibaren bir "düzen partisi" olarak görülen ÇP örgütlenmeye çalışırken, sendikacıların önayak olduğu "Saraçhane İşçi Mitingi" sadece işçi sınıfı içinde değil, "aydınlar" arasında da büyük bir heyecan yaratmıştı. Uzun uğraşlarla İstanbul valiliğinden izin alınmış ve o döneme göre olağanüstü sayılan güvenlik önlemleriyle 31 Aralık 1961 günü yüz bin civarında katılımla miting gerçekleştirilmiş, bizim küçük sosyalist öğrenci grubumuz da Saraçhane'de yerini almıştı. Az sayıda antikomünist içerikli olanlar yanında "Şartsız grev istiyoruz! Lütuf değil hak istiyoruz! Grevsiz işçi, silahsız askere benzer! Patronlar Kadillaklı, işçiler yalınayak!" gibi, o zamana göre sert sayılabilecek sol içerikli yüzlerce pankart taşınmış, biraz acemice de olsa sınıf öfkesini yansıtan sloganlar atılmıştı. Arkadaşlarla birlikte büyük bir heyecanla izlediğimiz miting, bizler için gerçeklik sınırlarını zorlayan iyimser değerlendirmelerin ve ölçüsüz umutların kaynağı olmuştu. Açıkça dile getirmesek de, aklımızda "Ekim Devrimi"ne dair uçuk hayaller canlanıyordu. Öte yandan Doğan Avcıoğlu ve arkadaşlarının çıkarmaya başladığı Yön Dergisi ilk kez "Türkiye'ye özgü sosyalizm" tezleriyle, Sovyet modeli dışında sosyalizm anlayışına kapı aralıyordu.

Saraçhane mitinginin heyecanı daha dinmeden, TİP'i kuran sendikacılar tarafından, parti başkanlığı için sol çevrelerde büyük saygınlığı olan Mehmet Ali Aybar'a teklif götürülmüş ve Aybar teklifi kabul ederek, arkadaşları Behice Boran, Adnan Cemgil, Nazife Cemgil, Cemal Hakkı Selek, Yunus Koçak gibi tanınmış sosyalistlerle birlikte 1962 başında TİP'e girmişti. Hemen arkasından Yaşar Kemal, Fethi Naci ve o günlerin parlak solcu gazetecilerinden Çetin Altan partiye katılmıştı. Aynı günlerde İstanbul'daki çeşitli fakültelerden 7 - 8 arkadaş partiye girmiş ve gençlik kollarında çalışmaya başlamıştık.

TİP'in 1965'te kullandığı amblem

Partili olmuştuk ama "sosyalizm", "sınıf mücadelesi" vb. konularda teorik bilgimiz yetersizdi. Görece özgürleşen yayın hayatına paralel olarak yeni kitapları, dergileri izliyorduk ama sistemli bir birikimimiz yoktu. Parti içinde kayda değer bir eğitim faaliyeti yapılmıyordu. Mehmet Ali Aybar'ın konuşmalarında dilinden bırakmadığı işçiler, yoksul köylüler nasıl örgütlenecek, bunca kışkırtmaya nasıl göğüs gerecek, varlıklı sınıfların desteklediği partilerle nasıl yarışacaktı? TİP tam anlamıyla legal bir partiydi, dolayısıyla devrim romantizmini bir yana bırakıp sabırla örgütlenmek ve seçimlere hazırlanmak gerekiyordu. Eski dönemlerde türlü sınavlarından geçmiş olanların büyük bir kısmı siyasi yasaklı olduğu için parti çalışmalarına zaten katılamıyordu. Yasaklı olmayanlara karşı da parti yönetimi en azından mesafeliydi. Kapatılma korkusu, teorik eğitim çabalarını ve özellikle parti dışındaki gençlik kesimiyle işbirliği girişimlerini sınırlıyordu. Yön dergisinde"zinde kuvvetler" diye ifade edilen güçlerin başı çektiği "ara tabakalar" eliyle kurulacak "Türkiye'ye özgü sosyalizm" tezleri kuşku yaratıyor, Mihri Belli'nin dergide E. Tüfekçi adıyla yazdığı yazılar ilişkileri daha da geriyordu.

(Milliyet Arşivi)

1965 yılı, bizim kuşağın sosyalist gençleri için, bu ülkede bir şeylerin değişmekte olduğuna dair umutların yeşermeye başladığı bir yıl olmuştu. TİP'in 1963 İzmir Kongresi'nde çıkan bazı tartışmalar ve parti yönetiminin yasal çekinceler gerekçesiyle bazı eski kuşak sosyalistlere karşı tavır alması nedeniyle yaşanan kopmalar, yaklaşan seçimler nedeniyle kısmen küllenmiş, ayrılanların çoğu partiye dönmüştü. Yön dergisi çevresinde toplanan sosyalistler, seçimlerde TİP'i destekleyeceklerini açıkça ifade etmişlerdi. Bütün engellemelere karşın, TİP inatla örgütlenmesini tamamlamaya, çok sınırlı mali olanaklarla Anadolu'nun en ücra köşelerine kadar sesini duyurmaya çalışıyordu. Asker olduğum için Kadıköy ilçesinde kayıtsız üye gibi çalışıyor, işten dönüşte sivil elbiseleri giyinip partiye gidiyordum.

Bir iki istisna dışında hemen bütün arkadaşlar partiye girmişti. İlçe merkezinde yaptığımız halk toplantıları gittikçe artan bir ilgi ile karşılanırken, gecekondu semtlerinde TİP'e karşı önyargılar hȃlȃ devam ediyordu. Eski tüfek arkadaş çevresinden siyaset yasağı olmayan herkes partiye girmiş, canla başla çalışıyordu. 67 ilden 56'sında seçime girebilecek örgütlenme tamamlanmıştı ancak parti yazılı basında yeteri kadar görünür olamıyordu. Bunun için Anadolu'ya seslenebilecek ve köylere kadar ulaştırılabilecek popüler bir gazeteye acilen ihtiyaç vardı. O imkânsızlıklar içinde bir yerlerden borç harç para bulunup, seçime bir ay kala "Kurtuluş" adıyla büyük boy haftalık bir gazete çıkarılmaya başlanmıştı. Yasal sakıncalar dikkate alınarak, gazete parti organı olarak değil bağımsız bir yayın olarak çıkıyordu. Çoğu yazılar imzasızdı.

Yanlış anımsamıyorsam Müntekim abi (Ökmen), o sıralarda Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) için çalışan Türkeş'e karşı polemik yazıları yazardı. Günnur Ormanlar'ın sorumlu yazı işleri müdürü, babası Şerif amcanın (Tekben) ve Hürrem Arman'ın yasal sahipleri olarak göründüğü gazete, 40 - 50 bin adet basılıyor, Cağaloğlu'ndaki küçük bir han odasında bizim arkadaş grubunca katlanıp paketlenerek 40 küsur bin köye tek tek postalanıyordu. O günlerde, her gün bir bahane bulup Kasımpaşa'dan erken çıkıyor, bahriye giysileriyle gazeteye geliyor, üstüme bir iş önlüğü geçirip arkadaşlarla birlikte işe koyuluyordum. En az 4 - 5 kişi çalıştığımız halde, 40 bin gazeteyi katlayıp, adresleyip, postaya verme işi günlerce sürüyordu. Gazetenin birkaç sayısı sorunsuz yayımlanıp postalandıktan sonra, şimdi hangi yazılar nedeniyle olduğunu anımsamadığım soruşturmalar başlamıştı ama resmî bir yayın yasağı henüz yoktu.

O günlerden birinde, daha ortada toplatma kararı yokken, büroyu polisler basmıştı. Benim üstümde her zaman olduğu gibi iş gömleği vardı ama beyaz bahriye pantolonum ayağımda ve bahriye subayı ceketim ve şapkam askıda duruyordu. Yanlış anımsamıyorsam Günnur, polislere fark ettirmeden, soğukkanlılıkla üzerindeki hırkayı çıkarıp benim bahriye ceketimle şapkamın üstüne asmış, böylece beni muhtemel bir beladan kurtarmıştı.

Seçime girme hakkı kazanmış olmasına karşın TİP'in bölge toplantıları çoğu yerde hȃlȃ saldırıya uğruyordu. Özellikle Türkeş ve ülkücü arkadaşları tarafından ele geçirilen CKMP'nin nispeten güçlü olduğu yerlerde saldırılar yoğunlaşıyordu. Bunlardan biri Bursa'da yaşanmış, ülkücü militanların saldırısı sonucu başta Adnan Cemgil olmak üzere bir çok TİP üyesi ciddi şekilde yaralanmıştı. Bunun üzerine parti tarafından, olası saldırılarda güvenlik önlemi olarak, kritik toplantılara gençlerden oluşan kalabalık bir koruma grubuyla gidilmesi kararı alınmıştı. Bursa'dan sonra sıra Yalova toplantısındaydı. Ülkücülerin oraya da saldırmak üzere hazırlandıkları haberi üzerine, o sıralarda partiye giren eski Milli Birlik Komitesi üyesi, emekli Binbaşı Muzaffer Karan'ın yönetiminde yaklaşık 200 kişilik bir savunma birliği hazırlanmış ve bir araba vapuru kiralanarak Sirkeci'den hareket edilmişti. O sırada Muzaffer Karan'ın 27 Mayıs sonrasında 147'lerin üniversitelerden uzaklaştırılmalarında oynadığı rolden yeterince haberdar mıydık bilmiyorum ama onun asker kimliği o günlerde parti için bir koruma kalkanı sayılıyordu.

Bizim gruptan Yalova seferine katılan Uğur Cankocak, Ali Babaoğlu, Esat Eşkazan'ı anımsıyorum. Muzaffer Karan, elinde Yalova şehir planıyla, vapurun güvertesinde bizi bayağı askerî disiplin içinde gruplara ayırarak görevlendirmiş, vapurdan toplu halde nasıl çıkacağımızı, toplantıdan önce ana caddelerde nasıl bir gövde gösterisi yapacağımızı belirlemişti. Bana da bahriye teğmeni(!) olarak, şimdi anımsamadığım stratejik bir görev verilmişti. Yalova iskelesine, vapur düdükleri eşliğinde çıkartma yapar gibi indiğimizi, başımızda Binbaşı Muzaffer Karan olmak üzere kısa bir şehir turu atıp toplantı yerine vardığımızı ama tek bir ülkücüyle karşılaşmadığımızı anımsıyorum. 27 Mayıs'ın öteki yüzü yeteri kadar açığa çıkmış olmasına karşın, Karan'ın milletvekili adayı olmasında bu hizmetinin rolü olduğunu ama daha sonra bu konuda epey tartışma çıktığını biliyorum.

Yazarın Diğer Yazıları

Eski bir dostu anarken

Bazı yıllanmış dostlukların ne zaman ve nasıl başladığını bilemezsiniz. Sanki çocukluğunuzdan beri hep birlikteymişsiniz gibi gelir. Benim için, üç ay kadar önce sonsuzluğa uğurladığımız Ahmet Kaçmaz onlardan biriydi.

Cihangir'in bahar halleri

"Cihangir Tuğrul Eryılmaz'dan sorulur" diye söze başlayıp, ondan izin alarak baharla selamlaşan mahallemizde benim gözüme çarpan manzaralardan söz edecektim ama 'o kadarı fazla olur' diye düşündüm. Çünkü söyleyeceklerim Tuğrul'un görüş alanına giren şahsiyetler ve mekânlarla ilgili değil. Cihangir'in sokaklarından, duvarlarından ve sokaktakilerinden söz etmek istiyorum...

80'lik olmak o kadar da zor değil!

"Marlon Brando'nun üçüncü göbekten akrabasıyım, işte ispatı" diyerek Yılmaz Güney'e gönderdiği aşağıdaki fotoğrafı, meslek haseti yüzünden film artistliği kariyerini daha başlamadan bitirmiş, zavallı çocuk bu yüzden oyun yazarlığına başlamıştı