Haftalık (her cuma yayınladığımız) Netflix film incelemesine bu hafta politik dökümanterlerle devam edelim. Politik dokümanterler çok ilginç. Bazen bizim başka türlü olduğuna inandığımız hikâyeleri de seyrediyoruz. Sırada Roosevelt'ler, Bobby Kennedy, Küba'nın Özgürlük Hikayesi, El Che, Şile'deki Stadyum Katliamı (bunu 1982 yapımı Jack Lemmon ve Sissy Spacek'in oynadığı "Missing - Kayıp" filminden de hatırlıyoruz) gibi pek çok film var. Bir de günümüze ait olanlar Macron, Trump, Berlusconi var. Bu bölümde ise sadece Windsor'larla ilgili dokümantere yer verebileceğiz.
Ama önce Netflix'den bir kaç özel haber verelim. Bu arada hafta içinde Netflix'den kişilerle görüştüm. İlginç bir kaç bilgi vereyim; 2'nci sezonunun çekildiği kaydedilen ilk Türk dizisi "Hakan the Protector" Güney Amerika'da seyrediliyormuş.
Ve 2ci haber, 4 haftada 10 milyon seyredilme sayısına ulaşmış (bir fikir olması açısından verelim, Sandra Bullock'un tartışmalı filmi (ben seyretmedim henüz) Bird Box ilk hafta 45 milyon kişi tarafından seyredilmiş ve bu bir rekor olarak veriliyor. Dolayısıyla Hakan the Protector rakamı da çok başarılı bulunuyor.
Diğer bir haber yine kurgusal bir film olacak olan Beren Saat'in dizisi sürüyormuş (İstanbul ve Göbeklitepe'de çekiliyor). Bu yolla Türkiye'nin tanıtımına katkı sağlanacağı açık. Outlander dizisinin İskoçya turizmini arttırdığını ve hatta dizideki savaş alanına gidip, --aslında tarihte hiç yaşamamış olan-- dizinin kahramanı Jamie Frazer'ın hatırına Frazer taşı dibine çiçek bırakan çok sayıda hayranı hatırlatayım.
Diğer bir konu, Kıvanç Tatlıtuğ'u isteyen Amerikalı seyirciler olduğu kaydedildi. Tatlıtuğ Netflix üzerinde Kurt Seyit & Şura dizisi ile Kelebeğin Rüyası filminde bulunuyor. Yani anlayacağınız Netflix bir yandan Türk oyuncuların dünyaya açılması için de bir fırsat yaratıyor.
Türk pazarında şimdilik sadece dizi çekecekleri kaydedildi. Bu arada Türk seyirci sayısının ilk yayına başlanmasından bugüne doğru 350 kat arttığı belirtiliyor. Nteflix'den haberler şimdilik bu kadar.
3 Seyredilebilir Film
Dokümanter seyretmek istemeyenler için 3 film söyleyelim.
İlki Conclusion ya da Türkçe adıyla "Doğruyu Söyle". ABD'ye giden Nijerya Tıp Fakültesi mezunu adli patolojist Dr.Bennet Omalu'nun hikayesini ve bulduğu CTE (Chronic Traumatic Encephalopathy) hastalığını anlatan bir film bu. 2015 yapımı filmde Will Smith Dr.Omalu rolünde. Alec Baldwin, Albert Brooks, David Morse, Luke Wilson, Eddie Marsan gibi bir kaç ünlü oyuncu daha var (bazılarını tanımakta zorluk çekebilirsiniz).
Nijerya'da doğup büyüdüğü için Amerikalıların futbol merakına yenik düşmeyen (filmin bir sahnesinde bunu ona, eşi "senin bu ülkeye gelmen tesadüf mü sence" diyerek söylüyor..) Dr. Omalu, futbol oynayanların kafa kafaya çarpışmalarının yarattığı hasarı tespit ediyor. Doğal olarak (büyük bir gelir hacmi olan [1]) NFL (Amerikan futbol ligi) bu bilgiyi reddediyor. Film bu olayın safhalarını ve doktorun kapıldığı ruh halini, sonra destek olanları gösteriyor. Herşeye rağmen, dünyada düzgün insanların olduğunu gösteren bir film bu. Ben sevdim.
Doktor Omalu bugün Kaliforniya'da yaşıyor ve çalışıyor.
Diğer bir film, "Edebiyat ve Patates Turtası Derneği (The Guernsey Literary and Potato Peel Pie Society)" adını taşıyor. 2018 Amerikan yapımı bir film. Gerçi adaya gitmek üzere yola çıkıp, sis nedeniyle gidemeyen yazarın havaalanı kitapçısında bulduğu kitaplardan esinlenerek yazdığı bir romana dayanıyor ama sonradan pek çok kişi, ALman işgali sırasında romandakine benzer olayların yaşandığını belirtmiş [2].
Başrollerinde Jessica Brown Findlay (Elizabeth McKenna rolünde) ve Michiel Huisman (Dawsey Adams rolünde) var. Findlay DownTown Abbey dizisi ve Kış Masalı filminden hatırlanıyor. Huisman ise son zamanlarda Brad Pitt'in Zombie filmi Dünya Savaşı Z, Harley and Davidson ve Reese Witherspoon'un yürüyüşcüyü canlandırdığı Yaban filminde oynamış. Filmde ayrıca Matthew Goode ve Tom Courtenay gibi aktörler de yer alıyor.
Londralı bir yazarın, savaş sonrasında aldığı bir mektup üzerine Guernsey isimli adaya gidişi, oradaki insanlarla tanışması ve aşık olması anlatılıyor. Guernsey adası ilginçtir, İngiltere'ye bağlı olsa da, Manş Denizinde ve hemen Fransa'nın dibinde. 2ci dünya savaşında da Alman işgaline uğramış. Edebiyat ve Patates turtası da ona ait bir kavram. Merak ederseniz filmden öğrenebilirsiniz. Kolay seyredilebilir bir film.
3cü filmimiz; "Revenant". 2015'de Leanardo di Caprio'nun başrolünde oynadığı ve gerçek hayattan alınma bir hikaye. 1800'lerin başında, ölüme terkedilen bir adamın tabiatla mücadele ederek, intikam almak üzere geriye dönüşü anlatılıyor. "Asla pes etmemek" ve "nefes aldığın sürece savaşmak" üzerine kurulu bir film.
Tabiat muhteşem ama zorlayıcı. Belki bu nedenle bölge insanlarında vahşilik de had seviyede. Ölüm her an ve heryerden gelebiliyor. İnsan bu filmi seyrederken, 21ci yüzyılda yaşamaktan memnun oluyor. Caprio kendisini zorlayan filmler çekmeye bayılıyor. Bu filmin kamera arkasına bakınca, böyle bir sahada film çekmenin ve aktör olmanın kolay olmadığını düşünüyorsunuz. Seyredilebilir, ilginç bir film.
The Royal House of Windsor ve de Taç (Crown)
Bu hafta bahsedeceğim politik dokümanter "The Royal House of Windsor" ama beraberinde "Taç" yani "Crown" dizisinden de bahsedeceğim. Netflix'de Windsors ailesini ilgilendiren sadece bu diziler de değil. Yanısıra aynı ismi taşıyan bir komedi dizisi, 2 tane Prenses Diana filmi var..
Bir masal anlatarak başlayalım; diyelim ki bir aile olsun ve bu ailenin bir ferdi İngiliz kralı, onun birinci derece kuzeni Alman İmparatoru, diğer 1ci derece kuzeni Rus çarı, diğer kuzen Yunanistan kralı olsun. Kız kuzen ve çocuklara gelince bir kuzen Rus çariçesi, bir diğer kuzen Romanya kraliçesi, diğer kuzen İspanyol kraliçesi, bir diğeri İsveç kraliçesi, yine başka bir kuzen Danimarka ve Yunanistan prensi filan falan olsun. Olur mu? Tabi kraliyet ailelerinin hem ilişkiler, hem de aşağı tabaka ile evlenmemek durumu düşünülünce normal gibi ama yine de tuhaf değil mi?
Bir dönem --tümü yıkılmadan hemen önce-- Avrupa'nın tüm kral ve kraliçeleri yakın akrabaymış ve aslında Alman asıllılarmış. Kraliçe Victoria ve Alman eşi Kral Edward'ın 9 çocuğundan 8'i başka krallıklara (gelin ya da damat) oturmuş. Yukarıdaki resme bakın; İkiz kardeş gibi gözükenler 2 kuzen. Birisi İngiliz kralı V.George (ki Elizabeth'in dedesi oluyor), diğeri ise Bolşeviklerin kurşuna dizdiği Rus çarı Nikolai II. Bir sürü yaz tatilini beraber geçirmişler. Nikolai üzerindeki üniforma İngiliz üniforması, Çünkü George ona bir ünvan vermiş vsvs..
2017 tarihli Netflix orijinali olan "The Royal House of Windsors" belgeseli, 13 haziran 1917'de Alman işgalindeki Belçika'nın Saxe-Coburg-Gotha şehrinden 14 bombardıman uçağı Londra'yı bombalaması ile başlıyor. 18'i çocuk 162 kişinin öldüğü ve büyük infial yaratan bu olayda, şaşırtıcı gerçek şuydu; bombardıman uçaklarının geldiği şehir, İngiliz tahtında oturan 6cı George ve ailesi ile aynı adı taşıyordu. Başka bir deyişle GOTHA ailesinin yönettiği İngiltere'yi bombalayan uçaklar, onların köklerinin dayandığı Gotha şehrinden hareket etmişlerdi.
The Royal house of Windsor - Titles from Compost Creative on Vimeo.
Dokümanter daha sonra, yukarıda anlattığımız hanedan ilişkilerine değiniyor ve bu bombalamadan az öncesine (o yılın başına) gidiyor. Savaş bir kaç yıldan beri sürmekteyken, mecburi asker hizmeti getirilmiş ve ölü sayısı artarken, halk şikayete başlamış.
Bu noktada strateji belirleyen bir adam görüyoruz. Zaten sanırım, İngilizlerin başarısı bir kaç akıllı adama bağlı olmuş. Lord Stamfordham adındaki bu adam kralın savaş sırasında tahta kalmasının stratejilerini çizmiş. Halkla ilişkilerden anlayan bu adam kralı, savaş ilerlerken, şikayete başlayan halkın içine sokmuş. Sonradan tahtından ayrılan VI.Edward isimli veliaht ile birlikte --ki dokümanter kendisini bu safhada çok parlak bir kişi olarak veriyor, ilerleyen bölümlerde çok kötülemese de, kral olmaya çok uygun olmayan ve kral olmaktan da pek hoşlanmayan bir kişi görüyoruz. "Crown" dizisine bakarsak da, aileden her fırsatta para dilenen ya da para almak için röportaj veren bir kişi olarak veriliyor--.
Tam o günlerde, savaş nedeniyle halkın şikayetleri artarken, artık Alman soyadın da değiştirilmesi gerektiği düşünülüyor ve Lord Stamfordham görevlendiriliyor. Özellikle başta bahsettiğimiz bombardıman geniş yankı buluyor ve İngiliz halkında Alman kurt köpekleri dahil, Alman herşeye nefret başlıyor. Dolayısıyla kraliyet ailesi --pek bir İngiliz koktuğu için-- Windsor ismini alıyor.
Belgeselde öncesinde başka bir olay anlatıyor. "Ruhsuz bir adam" olarak tanımlanan 5ci George, o kadar sıkıcıymış ki, biyografi yazarı tahta geçmeden önceki 20 yıllık hayatında pul koleksiyonerliği ve sülün avlama dışında yazacak bir şey bulamamış. Savaş ilerlerken Rus Çarının tahtan indirilmesi üzerine Rus hükümeti İngiltere'ye ve 5ci George'a, çarı almaları başvurusunda bulunmuş. 50 yıl gizli kalan belgelere göre, önce hükümetçe izin verilen bu durumu, daha sonra kral --teamüllerin aksine hükümetten herhangi bir tavsiye istemeden-- kendisi geri çekmiş ve kuzeni Nikolai'yı ölüme göndermiş. Bu olay dizide, tek yaptıkları "hayatta kalmayı becermek" diye anlatılıyor. Yani akrabalarının öldürülmelerine bile aldırmadan kendi tahtlarını koruyarak.
Anlayacağınız İngiltere'nin çok övündüğü kraliyet ailesi İngiliz'den çok Alman ağırlıklı (biraz da Danimarka, Yunan vs) ve alabildiğine bencil.
Kraliçe Elizabeth'in babası olan diğer veliaht (VI.George ismiyle tahta çıkmış) ise Colin Firth'in oynadığı Zoraki Kral (The King's Speech) filminden hatırlıyoruz. Kekeme olduğu halde kral olduğu için konuşma yapmaya zorlanan bir kişi olarak.
Belgesele bakılırsa, Edward çok popüler ama hem ailesinden hem de görevlerinden hoşlanmamış. Biz onu Wallis Simpson (sonra Windsor düşesi) uğruna tahtından vazgeçen aşık kral olarak tanıyoruz ama anlaşılan hep evli kadınlardan hoşlanmış. Oysa Edward dönemin gözde bekarıymış. Buna karşılık, Windsor'dan önceki ilk evli aşkı 10 sene kadar sürmüş. Üstelik kardeşini yani Elizabeth'in babasını da sürüklemiş. Buna karşın baba York düklüğü vererek onu kendi yanına çekmiş. Sonuçta da Elizabeth'in annesi ile evlenmiş.
Edward'ın sonradan aşık olduğu Wallis Simpson yani düşeş de bilindiği gibi evlenmiş boşanmış bir kadın olarak tepki toplamış. Düşeş konusunda dizide bazı imalar var ve dolayısıyla eğer internete dikkatle bakarsanız, Edward ve düşeş hakkında bazı tuhaf içerikler de bulabilirsiniz.
Bu arada belgeselde tuhaf bir konu da, Edward VI'nın 2ci dünya savaşı sırasında Almanlarla anlaşma yapmak üzere görüşmeler yaptıkları şeklinde. İngiliz istihbarat'ı Windsor düşesinin kraliçe olmak istediğini kaydetmiş.
Devamını Crown filminden anlatalım.. Bu filmde anlatılan Kraliçe Elizabeth'in hayatı (II'si var ama biz doğrudan Elizabeth diyeceğiz). Diğerleri yan karakterler olarak ve Elizabeth'in kişiliğini anlatan şekilde veriliyor.
Bugün 92 yaşında olmasına karşın hala Kraliçelikten vazgeçmeyen (Charles'a tahtı bırakmayan) Elizabeth bu filmde, kıskanç, egosu yüksek, kimseye rol kaptırmayan, eğitimsiz bir kadın olarak veriliyor. Öyle ki, birden bire geçtiği taht ile annesini bile tanımıyor. Bu filmde, bir sürü aptallık göreceksiniz. Seyretmekte yarar var. Böylece Lady Diana ile ilgili yaşanan sorunları daha iyi anlamak da mümkün.
2016'da başlayan orijinal Netflix dizisinin 2ci sezonu sitede mevcut. 3cü sezonun da varmak üzere olduğu belirtiliyor. Kraliçe Elizabeth'i Claire Foy çok başarılı bir şekilde oynuyor. Çok başarılı demekle kastettiğim ise, duyguları verebiliyor olması. Hem kocası ile ilgili sorunlarda, hem kardeşi Margareth konusunda. Tabi ki bu sorunların bir nedeni de kendisi (egosu).
Prens Phillipe rolünde Matt Smith var. Karısının altında ezilmemeye çalışan bir kişiliği o da gayet başarılı canlandırıyor. Annesinin rahibe ve şizofren olması bir yana, Philippe'in karakteri de bir çok noktada sarayı endişelendiriyor. Karısına kendi soyadını vermeye çalışıyor. Bu Gandi'nin bağımsızlığı kazandığı dönemin Hindistan Valisi ve prensin amcası olan Lord Mountbatten'ın soyadı. Ama olmuyor. Mountbatten Gandi ile ilişkilerinin gösterildiği filmlerde mantıklı bir adam olarak verilir ama bu filmde bir hayli hırslı olduğu görülüyor.
Başka sorunlu bir kişi ise kardeşi Prenses Margareth (Vanessa Kirby oynuyor). Devamlı uygunsuz adamlara aşık olan bir kadın olarak bilinen Margareth epeyce sorun yaratıyor. Buna Elizabeth'in kıskançlık duyguları da karışıyor (basında daha fazla yer aldı diye kardeşinin evlenmesini engellemesi gibi).
Benim filmde ilgimi çeken bir konu da, kraliçe ile hükümetin ilişkileri ve Churchill ile ilgili bölümler. Churchill'i pek çok filmde ikinci roller oynayan John Lithgow oynuyor.
İngilizlerin efsanevi lideri, bu dizde hiç de öyle gözükmüyor. İngiliz hükümetlerinin ve muhalefetinin yaşadıkları boşluklar bir yana, Churchill'in kendi egosuyla 70'li yaşlarda bile koltuğunu kendisinden çok daha genç olan Eden'a bırakmaya yanaşmayışı ve görevden alınacağını anladığında gazeteleri kullanarak algı yaratması ilginç detaylar.
Churchill filmde bir hayli işlenmiş. Mesela yaşlılığın getirdiği yorgunlukla kendisini çalışıyor gösterip ama içeride uyuyor olması. Sonra çok önemli olaylara ilgisiz kalması ve kriz zamanında bile kararlar alamayışı gibi detaylar var. Öyle ki, 2ci dünya savaşından çıkmış İngilizlerin şikayet etmelerini engellemek için, şehrin ortasında yer alan elektrik santrallarının yaktığı kömürlerin dumanı, görülmemiş düzeydeki alçak basınç yüzünden şehri kaplıyor. Bu olayın detayını burayı tıklayarak okuyabilirsiniz.
5 gün soran bu olayın yarattığı trafik kazaları ya da göğüs hastalıkları (nefes alamamak) yüzünden 8-12 bin kişinin öldüğü iddia ediliyor. Buna karşılık doğal afet sürerken, Churchill'in kriz için toplanan kabineye getirdiği tek konu; "Prens Phillippe'in uçmayı öğrenmesi"nin engellenmesi (kralın uçağı düşüp bir kriz yaratmasın diye). Bu 4cü bölümde görülebilir.
Bu arada dönemin muhalefet liderini de görmenizi isterim (Churchill ona koyun kılığına girmiş koyun diyormuş). Kendisine bu krizle ilgili açıklama yapması, harekete geçmesi ve iktidarı yıpratması önerildikçe, adım atamayan, Churcill'den korkan, geri çekilen muhalefet lideri Clement Attlee o dönem önemli bir fırsatı kaçırıyor. Churchill'in koltuğu bırakmamış olmasının cezasını ise İngilizler çekiyor (ölenler ya da ölmeyenler).
Bu dizi aslında dünyanın önemli ülkelerinden birinde işlerin nasıl yürüdüğünü göstermesi açısından önemli bir film. Tavsiye ederim, seyredin. Ülkedeki moral bozukluğunu düzeltebileceğini de (herkeste aynı sorunlar varmış diyerek) düşünüyorum… Dizi ve belgesel birbirini tamamlamış...
[1] Ligin parasal boyutunu görmek için baktığımda 2016 yılında 13 milyar $ ettiğine dair bir kayıt buldum. Bu aşağı yukarı büyüklük konusunda fikir verir. Which Professional Sports Leagues Make the Most Money?
[2] Is 'The Guernsey Literary And Potato Peel Pie Society' A True Story? The Netflix Movie Spotlights A Heroic Group