21 Ekim 2020

Belediyeler baz istasyonu kaldırma saçmalığına son versin

Cep telefonlarınızı kullanmak istiyorsanız, baz istasyonlarını kaldırmak daha tehlikeli...

Belediyeler 'yerel yönetim' olarak halkın refahı, rahatlığı ve anayasal hakkı olan haberleşmenin iyi bir şekilde sürdürülmesi için var. Daha doğrusu böyle bakmalılar. Ama pek çok konuda böyle gözükmüyor.

Belediyelerin uzun süredir sürdürdüğü bir saçmalık var. Baz istasyonlarını çeşitli bahanelerle kaldırmaya çalışıyorlar. Bunda insanların 'baz istasyonlarının kanser yaptığı'na dair inançları da önemli bir faktör ama belediyelerin baz istasyonlarını bir çeşit kazanç kapısı olarak gördüğüne dair işaretler de çok.

Bunu internet altyapısı (fiber) için kazı izni vermekle ilgili fiyatlar ve engellemelerde de gördük. Baz istasyonları konusunda da görüyoruz. Bugünlerde baz istasyonlarının konulduğu alanlar için % 200-400 arası fahiş fiyat artışı yaptıklarını öğrendik.

Oysa baz istasyonu kaldırmak konusundaki saçmalığı 10 yıldır yazıyoruz[1] [2]. Özeti şu;

Cep telefon kullanmak istiyor musunuz?

İstemiyorsanız tamam... Baz istasyonlarını kaldırabilir ve hayatımızdan silebiliriz..

Ama cep telefonlarınızı kullanmak istiyorsanız, baz istasyonlarını kaldırmak daha tehlikeli..

Neden tehlikeli?

Çünkü baz istasyonunun ışıması bize ulaşmasın diye ne kadar uzağa konulmuşsa, kulağımıza dayadığımız cep telefonu o baz istasyonuna ulaşmak için o kadar fazla enerji harcıyor, o kadar fazla ışımayı kulağımıza/yanağımıza veriyor.

Yani 'kaş yapayım derken göz çıkarmak' türünden bir olay bu..

Özetle asıl zarara, komplo teorileri ve kulaktan dolma bilgilerle hareket ettiğimizde uğruyor olabiliriz. Baz istasyonlarına bakanlar, neden şehrin ortasında evlerin yakınında olan 'yüksek gerilim hatları'na bakmıyor. Asıl onlar yoğun hacimleri nedeniyle 'lösemi' yaratabiliyor.

Elektromanyetik alanlar tamamen zararsız mı?

O zaman yapabileceğimiz en önemli şey; 'baz istasyonunun kurallara uygun olup, olmadığına bakmak'  Sonuçta elektromanyetik bir ortamdan bahsediyoruz. Bu ortamın sağlığa nasıl bir etkisi var, bunu uzmanlardan dinlemek lazım.

Biz de konuyu İstanbul Aydın Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyofizik Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr.Tunaya Kalkan'a sorduk (bu arada radyasyon konusunda ben de Yüksek Nükleer Mühendis olarak bir şeyler söyleyebilirim ama sağlık konusunu hocama bıraktık). En aşağıda videosunu izleyebilirsiniz.

Bunları size aktarmadan önce not edelim.

Bu söyleşideki bilgiler şu andaki baz istasyonları ve onlarla ilgili kurallar ve kabullerle ilgilidir.

5G konusu halen tartışılmaktadır (çünkü baz istasyonu sayısı bugüne nazaran çok yüksek olacak[3])

IoT dediğimiz her şeyin interneti (buzdolabının e-ticaret şirketi ile temas kurup, eksik malzemeyi sipariş etmesi hayali ya da otonom sürüşler gibi) durumu yine baz istasyonu sayısını arttıracak bir durumdur... Bu yazıda bu da konuşulmamaktadır.

Aşağıda elektromanyetik spektrumu görüyorsunuz. Birçoğumuz bunu okulda fizik dersinde gördü. Tunaya Hoca ile yaptığımız söyleşinin sonlarında da bu spektrumdan bahsediliyor. Bu resmin ilk satırında elektromanyetik dalganın atmosfere nüfuz edip etmediği, ikinci satırında metre olarak dalga boyu, üçüncü satırında kafada canlandırmak için bu boyutun somut bir şeylerle benzetimi, dördüncü satırda Hz olarak frekansı ve en sonunda da bu dalgayı yaratan cisimlerin sıcaklığı görülüyor (1 Kelvin = -272,15 C).  Tunaya Hoca'nın sözlerini dinlerken bu spektruma da bakmanızı öneriyorum.

Elektromanyetik alanlar tamamen zararsız mı?

Prof. Dr.Tunaya Kalkan 'biyofizik' yani 'insan vücudu ve diğer biyolojik sistemlerdeki tüm yaşamsal süreçlerin barındırdığı fiziksel ilke ve mekanizmaları inceleyen ve çözümler geliştiren' alanın uzmanı. Dolayısıyla elektromanyetik alanlar ve baz istasyonları konusunda kendisini aradık. Bakın bize neler anlattı.

Baz istasyonları kanser yapıyor mu? Bu dedikodular nereden ve nasıl çıkıyor?

Prof. Dr.Tunaya Kalkan: Öncelikle baz istasyonlarını telefonla eşleştirmemek gerek. Elektromanyetik dalgalar olarak nitelendirmek gerek. Bu işin aslı 1960'lı yıllara dayanıyor. 1960 yılının çok daha öncesinde elektromanyetik dalgalarla ilgili çalışmalar var. Radyo, telsiz gibi, daha o zamanlarda elektromanyetik dalgalarla iletişim üzerine çok çalışılmış. Ancak çok ilginçtir; ne radyo, ne televizyon ne de iletişim araçları,  ilk defa elektromanyetik dalga denilen dalgaların biyolojik etkileriyle ilgili çalışma yüksek gerilim hatlarından çıkıyor. Hiç haberleşme ve iletişimle ilgisi olmayan bir konu.

Çünkü bir yerde bir baraj veya santral, santralden çıkan elektrik hatları yüksek gerilimle şehirlere getiriliyor. Burada yüksek gerilim dediğim zaman, 400.000 volta kadar bahsediyoruz. O yıllarda İsveçlilere ait bir çalışma bulunuyor. 400.000 kişide sağlık taraması yaparak, bu insanların altında yaşayan ya da yaşamayanlarda, lösemi ve beyin tümörlerinin daha sık olduğu görülmüş.

İlk defa 1980'lerin sonunda yayınlanınca herkes şaşırdı. Daha Türkiye’de böyle bir çalışma hiç yoktu. 50Hz çok düşük frekans ama çok yüksek elektrik alan, çok yüksek manyetik alan. Ve bunların hakikaten olumsuz etkileriyle ilgili birçok şey görüldü.

O senelerde cep telefonu, baz istasyonu, iletişim yoktu. Açık söylemem gerekirse kimse de hâlâ ilgilenmiyor.

Radyasyon kavramını şu ana kadar hiç kullanmadım çünkü radyasyon başka bir şey uyandırıyor insanda. Benim aklıma Hiroshima-Nagazaki, Çernobil, atom bombaları geliyor. Radyasyondan bahsetmiyoruz. Elektromanyetik dalgadan bahsediyoruz. Ya da ışımalardan bahsediyoruz.

Işık da elektromanyetik bir dalga. Radyasyon dediğimiz, alfa, beta, omega ışınları da elektromanyetik dalga ama çok yüksek frekanslı, çok zararlı dalgalar. Ama düşükleri, Dünya’da, iyonize etmeyen elektromanyetik dalgaların etkileriyle ilgili uluslararası bir kurum var, bu kurum çok eskiden beri bunların standartını belirliyor.

Buna girdiğimizde 50Hz yani, şehir şebeke cereyanını sağlayan yüksek gerilim hatlarının böyle bir şey yaptığı biliniyordu. Laf böyle başladı. Ve buradan sonra, günün birinde bir şekilde ilk cep telefonları çıktı. O zamanlar yüksek gerilim hatlarıyla ilgili çalışma yaparken, telefon çıkınca 'Bir de buna bakalım' dedik.

Bir baz istasyonu, cep telefonu, yüksek gerilim hattı ya da telsiz, aklınıza gelebilecek her türlü iletişim cihazından yayılan bu tip dalgalar acaba insanoğlunu nasıl etkiler? Biyolojik olarak nasıl etkiler? Etkilemesi için birkaç tane koşul var.

İlk olarak; şiddet. Bir insana fiske ile vurabilirsiniz ya da bir yumruk atarsınız. Yumruğu gözüne vurduğunuzda göz morarır. Sivrisineğin çarpması sizi etkilemez ama kamyon çarpması ezer, dümdüz eder. O zaman şiddetini bilmemiz lazım.

İkincisi; süre. Size fiske ile vursam ama üç gün süreyle, aralıksız, devamlı aynı yere fiske ile vursam, vurduğum nokta yara olur. Demek ki süre de önemli.

Üçüncüsü; mesafe. Size fiske ile vurmaya çalışıyorum ama uzakta kalıyor. Biyolojik yapıyı etkileyen ana faktörler bunlar.

Prof.Dr.Tunaya Kalkan: Cep telefonu baz istasyonu meselesi çıktığında, bir şekilde birileri kalktı, bunun üstüne atladı. İlk çıkan cep telefonları ve baz istasyonları gerçekten yüksek şiddetliydi.

Dünya Sağlık Teşkilatı'nın kabul ettiği 'İyonize Etmeyen Elektromanyetik Alanlar Kurulu' bunun standartını koyarken, baz istasyonu ya da cep telefonunun şiddetini, volt/metre diye geçen, 40 volt/metre ile sıraladı. Bunun zararı yoktur diye belirledi ve defalarca herkes üzerinde çalışmalar, deneyler yapıldı. Ve 40 volt/metre bir şekilde standart kondu.

İlk çıkan telefonlar nasıldı? 120-150 volt/metrelerdeydi. Teknoloji ilerledikçe buradaki şiddet düştü. Daha düşük şiddetle iletişim kurabilir hale geldiler. Yine de, nedenini kesin bilmediğim, belki de tamamen duygusal olarak, korku unsuru haline getirildi. Ortaya söylenti çıktı ve bizler de "Tekniğimiz mümkünse şiddeti düşürelim" dedik. 

Türkiye bu şiddeti 10 volt/metreye indirdi. Şimdilerde ise 8,75 volt/metre olması lazım, daha da indirildi. Dünyada 40 volt/metreyi hâlâ kullanan var ama Türkiye’de 8,25 volt/metreye kadar düştü. Cep telefonu ile baz istasyonu arasındaki iletişimi sağlayan özel frekanslar var.

İlk çıkan birinci nesil telefonlar 900 MegaHertz(MHz) civarındaydı, sonra ikinci nesil telefonlar çıktı derken 4G’ye geçtik, 5G’ye geçeceğiz. Burada sinyallerin özellikleri, frekansları, frekans aralıklarına bağlı olarak değişti ve şu ana kadar birkaç volt/metreyi geçmiyor.

Şimdi bununla ilgili çok ilginç bazı şeyler de yaşadım. Bilirkişi olarak soruluyor, hâkimle baz istasyonunun olduğu yere gidiyoruz, mahalleli sarıyor etrafımızı. "Bizi kanser yapar" diyorlar. Ama bunun frekansında ve şiddetinde kanserin nasıl olduğuna dair yüzbinlerce çalışma var. Daha henüz kanıtlanamadı. Hiç kimse bu konuda “Şu şunu yapar” diyemedi. Ben de diyemedim. 50Hz ile bazı teoriler var ama bununla ilgili yok. Yakalanamadı. Yarın bir şey olur mu, olursa ilk söyleyecek olan da benim.

40 volt/metre örneği verdiniz, kanıtlanmış verilerden yola çıkarak bizi kansere dönüştürmesi için 40 volt/metrenin kaç olması gerekiyor?

Prof.Dr.Tunaya Kalkan: Öncelikle bu 40 neyin nesi, kim çıkardı? Bu 40 volt/metrenin meselesi şu; elektromanyetik dalga insan vücuduna geldiğinde, diyelim ki televizyon kulesinden yayınlar çıkıyor ve insan vücudundan geçiyor, geçerken enerjisinin bir kısmını oraya bırakır. Dolayısıyla o enerjiden dolayı vücut ısınır. Vücut ne kadar ısınırsa, vücut için zararlıdır.

Bunun için de sınır 1 derecedir. Bizim vücut içi sıcaklığımız 37 derecedir. 38 dereceye çıkarsa eğer terlemeye başlarız. O zaman vücut hastalık gibi kabul eder bunu. Gribal enfeksiyonda ne oluyor, vücut sıcaklığı yükseliyor, terliyoruz. Bunun gibi.

Ya da soğuğa girdiğimizde de titriyoruz, vücut ısıyı artırmaya çalışıyor. O zaman elektromanyetik dalga insan vücudunu 1 derece ısıtırsa bu benim hasta olduğumu söyler. İnsan vücudunu ısıtan değer 2000 volt/metre.

Biz sınır olarak 40 volt/metre kabul ettik. Isıtma miktarı ise 0,02 derece. Yani ben sağımdan soluma dönerken bu sıcaklık farkını oluşturuyorum.

Elektromanyetik dalgaların iki etkisinden bahsedilir; Ya termik ya da non-termik etki. Yani ısıl ve ısıl olmayan etki. Isıl etkiye göre sınır koyabildik. Çünkü ısıl olmayan etkilerle ilgili standartımız yok. Yani, bunu belirleyecek belli bir şeyimiz yok. Neyi ölçüp de işte budur diyeceğiz. Duygulara göre mi, yoksa ölçtüğümüze göre mi?

Ölçebildiğimiz sıcaklık 2000, izin verdiğimiz 40, Türkiye’deki sınır 8,25, bizim ölçtüğümüz 1-2 volt/metre. Kanser yapan oran nerede? Hani? Ne kadar düşük şiddet. Araştırmalara baktığımda, yüksek gerilim hatları ile ilgili 50Hz araştırmaları var. Başka birisi "9MHz ile bir şey bulamadım" diyor. Şimdi bunu okuyan, bilimsel bilgiye yatkınlığı yoksa, "Elektrik ve manyetik alanda sperm sayısında azalma tespit edilmiş" diyor. Baz istasyonlarıyla ilgili değil ki. Bu başka bir konu. Peki şiddet olarak ne kullanıyor? Şiddet olarak kullandığı şey 40 volt/metreyi kullanıyor. 40 kullandığı ya da en üst sınırı kullanıyor ki, bir şey çıksın diye. Orada bile fazla bir şey yakalayamadık.

Elektrofobiye dikkat

Prof.Dr.Tunaya Kalkan: Bunun aksine düşünen insanlar var mı? Ben bir kavram kullandım, elektrofobi olarak. Bunu ilk defa uluslararası elektromanyetik alanların biyolojik etkileriyle ilgili atölyede kullandım. Elektrofobi, elektromanyetik alanların insanda yarattığı fobidir. Fobiler ise bir hastalıktır. Hastalıklar tedavi edilir.  Fobi destek ister. Bilirkişi olarak baz istasyonunun olduğu yere gittik, mahalleli etrafımızı sardı, huzursuz olduklarını söylediler, ölçüm yaptığımda değer yok. Sıfır. Firmanın temsilcilerini çağırdık, geldiler, bize “Bu istasyonu daha açmadık ki” dediler. İnanmadım, kimseye söylemeden bir hafta sonra kendim gidip tekrar ölçüm yaptım, hakikaten açılmamış.

Anadolu’da bir yerde şikâyet üzerine çocuk bahçesinin tam ortasına direği dikmişler ve ana kutu, güç kaynağı aşağıda, kablolar ve kutunun kapağı açık. Apartmanın tepesine koyun, anlarım. Kabloları açıkta, çocuğun freni olmaz, alır demir çubuğu sokar, elektrik çarpar. Bunun da elektromanyetik alanla bir ilgisi yok. Dünyada, pandemiden sonra bunları da yaşayacağız, yepyeni bir şeyler geliyor. Bütün aletlerin haberleşmesi 5G ile beraber çok daha yaygınlaşacak.

Biliyorsunuz,  "Koronavirüs'ü 5G yaptı" diye bir söylenti yayıldı 

Prof.Dr.Tunaya Kalkan: Korona dediğimiz şey, bir virüs, bir canlı. Sadece orada iddia edilen şey şuydu; Özellikle 60GHz’de iletişim olarak bir frekans kullanılacak, çok yüksek bir frekans. Frekans yükseldikçe frekansın şiddeti daha yüksek olabilir, düşük şiddetlerdeki etki daha fazla. 60 GHz özel olarak oksijenin rezonans frekansıdır. Oksijeni ısıtır.

Dediler ki, Koronavirüs akciğeri tutuyor, akciğerde solunumu zorlaştırıyor, oksijenle ilişkisi var, 5G de yapmış olabilir. Bunu benzetme yapmak için söyleyeyim, mikro dalga fırın frekansı çok özel bir frekanstır. 2450 MHz. Suyun rezonans frekansıdır, suyu ısıtır ve içine koyduğumuzda, milyonlarca volt/metrelik enerji verir ve bir tavuğu koyduğunda kemik iliğinden derisine kadar neresinde su varsa suyu ısıtır. Ve sadece suyu ısıtır.

2450 MHzyi de şu anda kullanıyoruz. Wi-Fi'larda kullanıyoruz. Çok düşük, anormal düşük volt/metre değeri var. 60GHz’nin de oksijeni ısıttığından dolayı atladılar. Ama o şiddetle oksijen 0,001 derece bile ısınmaz. Dolayısıyla oksijenin etkisini ya da insandaki solunum sistemini etkileyecek durumda değil.

Telekom sektöründen bir arkadaşım 5G için şu anda 3500MHz kullanılıyor, kapasite içinde 26-27.000, henüz 60.000 olmadı diye bilgi gönderdi

Prof.Dr.Tunaya Kalkan: Bu sadece cep telefonu ile ilgili iletişim hattı. Onun dışında başkaları da var. Sizin buzdolabınız ya da sizin şoförsüz aracınız yol kenarındaki baz istasyoncuklarıyla iletişim kurarak o kadar çok frekansta olduğu zaman değil 3-5, 30-40-50-60GHz’lere kadar çıkacak. Bunlar da gelecek.

5G için, 2-3-4G de bulunandan daha fazla sayıda baz istasyonu gerekiyor, bu bir problem midir?

Prof.Dr.Tunaya Kalkan: Haberleşme için mutlaka sizin baz istasyonunuza sinyal göndermeniz ve baz istasyonunun da size sinyal göndermesi lazım. Bu sinyali gönderebilmek için baz istasyonu ya yeteri kadar şiddette gönderecek ya da o da onu algılayabilecek. Eğer baz istasyonu uzakta, şiddeti yeteri kadar değilse, siz elinize cep telefonunu aldığınızda, baz istasyonuna gönderdiğiniz sinyal yerine ulaşamaz. O zaman cep telefonu kendi kendine şiddeti yükseltecek. Örneğin çaycıya sesleniyorsunuz, duymadı. Sesinizi yükseltiyorsunuz, duymadığında ciyak ciyak bağırıyorsunuz. Yani şiddetinizi yükseltiyorsunuz. Baz istasyonu yoksa, azsa, sizden uzaktaysa şiddeti düşükse o zaman korkun. O zaman cep telefonunuz size daha fazla enerji verir.

Yani şu andaki inancın tam tersi

Prof.Dr.Tunaya Kalkan: Evet tam tersi. Bakırköy’de bir dönem baz istasyonlarını kapattılar. Telefonumu açmaya korkuyordum. Çünkü telefonum çekmiyordu, çekmediği için şiddeti yükseliyordu, bu sefer gerçekten 10 volt/metrenin üstüne çıkıyordu.

Kısacası biz cep telefonlarından, baz istasyonundan, elektronik teknolojiden vazgeçebilecek miyiz? Sanmıyorum. Köprüden önceki son geçişi çoktan geçtik, köprüye girdik. Artık geri dönüş yok. Bunların hepsini kaldıralım, başka haberleşme sistemini kullanalım; keşke öyle bir teknoloji daha olsa. Belki de onlar da gelecek. Sağımıza solumuza, beynimize çipler takıp, belki onlarla iletişim kuracağız. Belki telepatiyle iletişim kuracağız, bunlar da mümkün. Geleceği doğanın kendisi de bilmez. Benim sadece bildiklerim ölçebildiklerim. Korku, korkulacak şeyden daha tehlikelidir. Ve bunları bilmek de bazılarının davranışını değiştirmeyecek. Çünkü bilgi davranışı değiştirmiyor.

Peki, hep bu konular konuşulduğunda, “Bakın böyle bir araştırma çıktı, GSM şirketleri sildirmeden önce okuyun.” minvalinde söylentiler vardır. Gerçekten bu konuda araştırmalar engellenebilir mi ya da az araştırma mı var bu konuda?

Prof.Dr.Tunaya Kalkan: Benim elimde imkân var, kim beni engelleyecek? Mümkün değil. Kongrelere gidip bir şey anlatacağım, biz birbirimizi biliriz. 2016’da uluslararası atölye yapmıştık, ben onur başkanı olarak gittim ve komitede bunları tartıştık. 2012, 2014, 2016'da da tartıştık. Elektromanyetik alanlarla ilgili zararlı etkiler üzerine çok yoğunlaştık ama bir şey bulamadık, bari başka bir şey yapalım, elektromanyetik alanları tıpta teşhiste ve tedavide nasıl kullanırız? "Bunun üzerine yoğunlaşalım" dedik.

Biliyorsunuz bir de Çin’in Rusya’nın üzerinde çalıştığı elektromanyetik silahlar var. Çin’in ABD Büyükelçiliği'ne saldırılar yaptığı söyleniyor. Burada bahsettiğimiz, baz istasyonlarının yarattığı elektromanyetik alanlar. Başta da söylediğiniz şiddet, frekans vb. birtakım özellikler var. Tekrar vurgular mısınız?

Prof.Dr.Tunaya Kalkan: Askeri şeyleri çok iyi bilememem normal. Hakikaten bunları bilmiyorum. Türkiye’de nerede radar istasyonları var, ne nerededir bilemem ama literatürde gördüğüm kadarıyla ABD Büyükelçiliği'ne bir dönem o zamanki Sovyetler Birliği’nin çevresine mikrodalga çok yüksek şiddetli elektromanyetik alan yayan, bakın kavramı özellikle ünlemle söylüyorum, çok şiddetli vererek oradaki insanları hasta etmeye çalıştıklarına dair ya da rahatsız etmeye çalıştıklarına dair bilgi vardı. Bu söylediğim 1990'lı yıllardan, daha sonrasında İngilizlerin TOMA'lar gibi araçların üzerine bir çeşit mikrodalga ya da radyo frekans koyup, kitlelerin hareketlerini, ciltlerinde uyuşma, huzursuzluk, rahatsızlık yaratan çok şiddetli elektromanyetik alanlarla bir şeyler yaptıklarını duydum.

Bir şeyin silah olması, şiddetini de artırır. O zaman bunu cep telefonuyla konuşmanın ya da görüntü almanın sinyaliyle karıştırmayalım. Bir tanesinin şiddetinin düşük, diğerinin ise çok yüksek şiddeti var.

Belediyeler baz istasyonlarını kaldırmadığı için, GSM firmalarına ceza kesmiş durumda. Yeni bir kanun tasarısı çıkacak deniyor. Baz istasyonu söküm başına belediyeler 35 bin TL ceza kesecek. Bazı haberlerde, “Türkiye’de 200 bin baz istasyonu var, 35 bin lira cezası var, 200 bin baz istasyonu istendiği gibi sökülmemesi üzerine ceza tasarısı çıkıyor, böylece operatörler 7 milyar lira ödemekten kurtaracak.” deniliyor. 

Bir problem daha var, hocam biraz evvel çok net söyledi. Biz cep telefonlarından vazgeçecek miyiz? Vazgeçmiyorsak baz istasyonları hayatımızda olacak. Ve de baz istasyonları ne kadar uzağa giderse bu sefer asıl kulağımıza dayadığımız cep telefonu bize daha fazla ışıma verecek. Bunun karşılığında belediyelerin yeni bir uygulaması da baz istasyonlarından %200-400 civarı daha fazla para istemesi. Yani belediyelerin bu konuların daha dikkatli ve bilen insanlarla çalışması lazım. Bu belediyeler için kafadan atılacak bir konu ya da bir para kazanma kaynağı değil. 

Geçen sene Çernobil dizisi başladığında bir anda herkes nükleer mühendisi oldu, konuyu çözmeye başladı. Başta da belirttiğiniz gibi, bu bir radyasyon değil, ışıma. Radyasyon ve ışıma arasındaki farkı söylerseniz insanların kafasında somutlaşır diye düşünüyorum. Çernobil’de açık füzyona 15 dakika maruz kalan herkes hayatını kaybetti. İkisinin arasındaki fark nedir?

Prof.Dr.Tunaya Kalkan: Bakın, doğada iki tür dalga var; Biri ses dalgası gibi boyuna dalgalar, biri de ışık gibi radyasyon gibi, elektromanyetik dalgalar gibi enine dalgalar. Bu ses dalgalarını bir kenara koyalım ama elektromanyetik dalgaların en çok bilineni ışık.

Işık bütün elektromanyetik dalga dizilerinin içinde frekansına göre dizilerse tam ortada. Kırmızıdan maviye kadar olan bölgede, ortada. Maviden daha yüksek frekanslara çıktığınızda, frekansı o kadar yüksek ki, tanecik etkisi yapıp, darbe etkisiyle atomdan elektron kopartabiliyor. Elektron kopardığında atom iyon haline geliyor, herhangi bir madde parçacığında elektronu kaybediyor, geri alıyor. Ama eğer canlı organizmaysa, hücre canlı, hareketli, sürekli yaşayan bir sistemde, içindeki bir yapıyı kırıyor, kırdığı zaman o yapı bozuluyor. Eğer bu bir DNA zinciri gibi genleri taşıyorsa, kansere kadar gidebilir. Ya da o molekül işlemez hale gelir. Veya o hücre ölür, yenisi yerine yapılır.

Ama ışıktan daha düşük frekansta olanlar, kızılötesi, radyo frekans, radyo dalgaları, telsiz dalgaları, televizyon, radyo, 50Hz şehir şebeke cereyanındaki titreşimlerin frekansları yani titreşimleri o kadar küçük ki atomu iyonize edemiyor, bu kadar enerjisi yok. Edemediği içinde kanser yapan etkisi ispatlanamadı.

Sorun burada. Bir tanesi iyonize eden, diğeri iyonize etmeyenler. Bunun Türkçe’de ki karşılığı ışıma. Ne yazık ki diğer dillerde tam bir karşılığı yok, tümüne radyasyon diyorlar. Bazı arkadaşlarımız da İngilizce bildiklerinden dolayı, 'radiation' demeyi tercih ediyorlar. Hâlbuki ben kendi dilimi severim. Bazı kavramların bir dilde birbirinden farklı karşılıkları vardır. Örneğin; Eskimolarda kışın yağan karın karşılığı 200 küsüre yakın kelimesi var. Biz tümüne birden neden radyasyon diyelim? Birinin zararlı etkisi ya da farklı özelliklerinden dolayı ona 'radyasyon' diyoruz, ötekine de 'ışıma'diyelim, ortada ki ışığa da 'ışık' diyelim. Hiç ışığa radyasyon dendiğini duydunuz mu? Işığa radyasyon dendiğini duymadıysak, buna da ışıma diyelim. İşte ışıma dediğim kısım, düşük frekanslı, atomun bir şekilde elektronunu koparacak, iyonize edecek özelliği olmadığı için ışıma diyoruz. Siz bana sordunuz ama ben de size sorayım; Diyorsunuz ki, "Baz istasyonlarının kaldırılmasını istiyorlar". Bunun gerekçesi acaba baz istasyonunun yapılaşma izni olmadığından mı yoksa baz istasyonundan aldıkları kira ücretini düşük buldukları için mi? Cevabı içine koyarak verdim.

Belediyeler bunu bir kazanç kapısı olarak görmeye başladılar. Vatandaşın haberleşme hakkı olduğunu düşünmüyorlar. %200-400 artış yapmışlar bu sene.

Prof.Dr.Tunaya Kalkan: Bir şey gözden kaçıyor, dedik ki cep telefonu çok güzel bir iletişim aracı. Acaba biz sadece cep telefonuyla mı iletişiyoruz? Yoksa yarın hatta bugünden başlamış olan eğitim sistemimizde bu sistem üzerinden gelmeyecek mi? Biz çocuklarımızın eğitimini mi keseceğiz? Baz istasyonlarını kaldırdıklarında benim torunumun dersi kesilecek ya da ulaşılamayacak ya da hiç eğitim alamayacak akıllarına gelmiyor mu acaba?

Şu anda eğitim konusunda zaten büyük bir sorun var. Belediyeler de bunu yaparak katkıda bulunuyor. Belediyelerin neden konuyu bilen insanlara danışmadan böyle şeyler yaptığını anlamakta zorluk çekiyorum.

Prof.Dr.Tunaya Kalkan: Ben bir tek cümleyle cevap vereyim: Emeksiz ekmek olmaz. Emek sarf etmeden para kazanmayı istiyorlar herhalde. Kendilerine çok daha iyi sistemler bulabilirler. Tabii ki belediyeler para kazansınlar, bir şekilde bizim de vatandaş olarak bir katkımız olsun ama belediyeler yanılmıyorsam "Hizmet için geliyoruz" diyorlardı. O hizmet kavramını onlar farklı, ben farklı mı algılıyorum acaba?

Programda herhangi bir operatör almadık, yanlış anlaşılmaması için. Operatörler baz istasyonlarını anlatsın diye çağırmadık. Haberleşme açısından baz istasyonlarının önemini biliyoruz. Sağ olun siz de en önemli bileşeni olan sağlık endişelerini gayet güzel anlattınız.

Prof.Dr.Tunaya Kalkan: Çok net söyleyeyim, bugün için durum bu. İnanın bana yarın sabah kalktığımda ya da herhangi bir çalışmamda, hâlâ üzerinde çalıştığımız deneysel çalışmalar var, eğer bir şeyi görürsem ilk söyleyecek kişi benim. Çünkü bu benim hayatım, çocuklarımın, torunlarımın, hepimizin hayatı. Bunu saklamak zorunda değilim. Üstelik bundan sebeplenmiyorum. Sırtımda yumurta küfesi de yok. Ben şu anda İstanbul Aydın Üniversitesi’nde Tıp Fakültesi öğretim görevlisiyim. Kimsenin beni bunu şöyle yapmaya zorlayabilecek elinde gücü yok.

Dünya Sağlık Örgütü’nün kanser listesini düzenli takip ediyoruz. Kanser listelerini çok güzel ayırmışlar ve bakıyoruz.

Prof.Dr.Tunaya Kalkan: Cep telefonları, baz istasyonları kaçıncı sınıfa giriyor? Class 2-B. 2-B, çok aşırı kullanılması halinde sağlığa zararlı etki yaratabilir demektir. Bakın yaratır demiyor, yaratabilir diyor. Mesela 2-Bde olan iki şey söyleyeyim, biri kahve, biri turşu. Turşuyu da aşırı miktarda tüketirseniz mide kanserine neden olur. Ama işin aslı zannediyorum ki bir ranttır. Önemli bir rant. Elektromanyetik alanlarla iletişim kurmak –ki bunun içine artık A’dan Z’ye eğitim de girdi-  sürekli kontrol etmemiz gerekiyor, her dakika olabildiğince ölçmek, denemek, araştırmak, varsa bir şey söylemekle yükümlüyüz.

[1] Baz İstasyonları Aptallığa Kurban Gidiyor
[2] Türkiye’deki Gibi, ABD’de Belediyelerle FCC’nin Baz İstasyonu Tartışmasında, Yüksek Mahkeme FCC’yi Haklı Buldu
[3] 5G Sağlık Açısından Risk Taşıyor mu?

Yazarın Diğer Yazıları

Depremi yaşayan 4 ilde nüfus 300 bin azalmış

Bölge nüfusundaki yüzde 7-8'lere varan azalma, sığınmacı açmazı ile birlikte düşünüldüğünde, Hatay başta olmak üzere bölgenin geleceği ve özellikle güvenliği açısından odaklanılması ve strateji geliştirilmesi gereken bir konu olarak önümüzde duruyor

Bakan "Türkiye emin ellerde" diyor, ama öyle mi?

USOM ya da Ulaştırma Bakanlığı gerçekten ülkemizin vatandaşlarının "emin ellerde" olması için çalışmak isterse, öncelikle operatörler-bankalar-savcılık-kolluk arasındaki eksik olan koordinasyon ve süreçleri tanımlamakla işe başlayabilir

Mahalli yönetim seçimlerin analizi (I)

Ekonomisi ve diğer tüm alanları güzel bir ülkede yaşamak istiyorsanız "cahil halk" retoriğinden kurtulun, iyi bir yurttaş olarak seçim kanunlarını, siyasi parti kanunlarını ve de ilgili mevcut gelişmeleri vs. yakından takip edin. En önemlisi gerçek verilere güvenin. O zaman "yine mi" mutsuzluğunu yenmek mümkün olur