Bugün 17 Aralık 2020 yani Tunus'ta Muhammed Buazizi'nin kendini yakmasıyla başlayan ve arkasından Mısır, Yemen, Cezayir ve Ürdün'e sıçrayan ve "Arap Baharı" olarak adlandırılan protestoların 10. yıldönümü [1].
Zamanında bir demokrasi şöleni gibi sunulan "Arap Baharı"nın ne menem bir şey olduğunu, aradan geçen 10 yıldan sonra gayet net görüyoruz. Aslında 1953'te, Roosevelt'in yeğeninin darbe organizasyonu ile Başbakan Musaddık'ın devrilmesinin bir örneğini bu 5 Arap ülkesinde "Arap Baharı" başlığı altında gördük [2]. 1953'de CIA'in ilk resmi organizasyonunda, başkanlarına 300 dolar ödenen 100 kadar pehlivanın sokaklarda kaos yaratması kullanılmıştı, 2010'da aynı kaos Twitter kullanılarak oluşturuldu.
Bahar cümlesinin yarattığı umut ile Twitter bir demokrasi kahramanı haline geldi[3]. Bu ünvanını uzun süre de korudu. Günümüzde de, sosyal medya platformları arasında Twitter muhalif fikirlerin daha yoğun kullanılabildiği bir platform halinde. Temmuz ayında ülkemizde yapılan sosyal medya düzenlemeleri bu nedenle hepimizi kızdırdı. Çünkü iktidarın baskı altına aldığı geleneksel medyadan sonra, sosyal medya fikirlerin paylaşımı için adeta bir vaha gibi görülüyor.
Trilyon dolarlık şirketler dönemi
Ama olayın bir de başka boyutu var. Dünyanın en değerli şirketleri listesine bakıldığında ilk 10'da 7 teknoloji firması var. İkisi Çinli beşi ABD'li olan firmalar, 1 trilyon doların üstündeki değerleriyle Microsoft, Apple, Amazon ve yarım trilyon doların üstündeki değerleriyle Alphabet (Google), Facebook, Alibaba ve Tencent. İlk üç, Türkiye'nin üç katı büyüklüğünde, diğer dört ise Türkiye kadar ya da az büyükler.
2000'lerde teknoloji sektöründe, -globalleşmenin ve finansal sistemlerdeki boşlukların etkisiyle de- tarihte görülmemiş boyutlara yani trilyon dolara erişen firmalar oldular. Peki neredeyse dünyadaki 10 ülke hariç hepsinden daha büyük hale gelen bu internet devlerinin işi gücü "demokrasi" mi?
Bu doğru bir fikir değil. Hatta giderek daha korkutucu hale gelen bir fikir. Çünkü bu firmalar şu ana kadar hep büyüdüler, büyüdüler. Bu uğurda önlerine geçen her şeyin üstünden atladılar. Yani bunlar bir "demokrasi tool" değiller. Bunlar bir ticari firma, hissedarları var ve tüm amaçları "kâr etmek".
Evvelki yıllarda kullanıcı tepkilerini çok umursarlardı. Mesela kullanıcıları kızdı diye Google Çin'den çekilmişti. Çünkü sermayeleri "kullanıcı" idi. Ama gitgide bu hassasiyetin yok olduğuna dair emareler yoğun görülüyor. Firmaların kullanıcı sayısı arttıkça, şu kullanıcı grubunun, ya da bunun kızması, tepki göstermesi önemini kaybediyor.
Zaten bu şirketler buraya gelirken hukuk içinde de gelmediler. Boşlukları kullandılar. İrlanda'nın yabancı yatırımcıları ülkesine çekmek için vergi almama açıkgözlüğünü mesela. Ya da globalleşmeyi motor olarak kullanarak, hukuku kendilerine göre eğme, bükme şansını. Rekabet kurallarının yeni şekillenmesi nedeniyle, belli alanlardaki güçlerini başka alanlardaki firmaları yok etmek ya da satın almak için kullanma fırsatını.
Tarihe bakarsanız, pazar ekonomisinde açılan her yeni iş alanında mutlaka bir veya daha fazla girişimci diğerlerinden daha hızlı yol aldı. Yeni bir alanın işleyişi hemen anlaşılamıyor ve bu alanların hukuki-ticari kuralları en başta konulamıyor. Ülkeler arkadan düzenlemelerle bu hızlı büyüyen firmalara fren yaptırmaya uğraşıyorlar. ABD'de 1890 Sherman Rekabet Kararı ile başlayan, çelik, türün, tren yolları, petrol ve 1970 sonrasında AT&T ve Microsoft davaları var.
Arap Baharı güzel, ta ki Amerikan baharı yaratmasın
Avrupa'nın tüm rekabet ve vergi şikayetlerine ve önlem almaya çalışmalarına rağmen bu firmalar büyüdüler, büyüdüler. Çünkü bu firmaların büyümesi ABD için iyi bir şey oldu. Gereğinden az vergi veriyor olsalar da, istihdam, para ve en önemlisi istihbarat sağlıyorlar. Arada bir darbe bile yaptırıyorlar. Ama işin rengi dört yıl önce değişiverdi. Anlaşıldı ki, sosyal medya Amerikan Baharı da yaratabilir. Trump'ın seçimi muhtemelen böyle bir olaydı. Yarattığı şoku hatırlayın.
Şimdi ise başka şoklar mı var? Ekimde yayınladığı videosunda Prof. Dr. Özgür Demirtaş, Amerika'yı bekleyen kaos'u anlattı. Bu kaosta ekonominin, şunun, bunun kadar sosyal medyanın da payı var.
Bugün sokaklarda Trump taraftarlarının çılgınlık yaptığına dair haberler görüyoruz. (Bkz: Multiple People Stabbed after thousands gather for pro-Trump demonstrations in Washington)
Dört yıl önce Trump'ın, Cambridge Analytica destekli seçilmesi, birden sahne ışıklarını önce Facebook, sonra tüm sosyal medya kuruluşlarının üstüne çevirdi. Bu seçimle ilgili olarak Rus dezenformasyonu yapıldığı teorileri, arkasından Fransız seçimlerinde Rus parmağı görülmesi vs derken, sosyal medyanın sadece kendi istedikleri ülkelerde "bahar" yaratmadığı, bu silahın kendilerine de dönük olduğu fark edilmeye başlandı. (Son olarak bu hafta Facebook Afrika seçimlerine karşıt adaylar için destek yapan çok sayıda Fransız ve Rus sahte hesabını yok ettiğini açıkladı. [4])
Trump'ın seçim kampanyasına başlayacağı Tulsa'daki kongresinin TikTok üzerindeki kullanıcılar tarafından sabote edilmesi çok ilginç ama siyasetçilerin açısından bakıldığında korkutucu bir olaydı [5].
Twitter'ın hazirandan bu yana Trump ile yaptığı mesaj güreşi de işin tuzu biberi oldu. Gerçi bana göre, yalan yanlış bilgileri yaymaya çalışan Trump'ın mesajlarına "gerçeği ara" etiketi takılması güzeldi ama bir yandan da, bu firmaların kendilerini, ülkenin yarısından fazlasının oyu ile seçilen bir başkanın sözlerine karışacak düzeyde güçlü hissettikleri anlaşılıyor.
Yani Amerikalı ve Avrupalı siyasetçiler, Godzilla haline gelmiş firmalar kendilerine dokunmaya başlayınca, zamanında uyanamadıklarını farkettiler.
Rekabet?
Olayın bir de "rekabet" boyutu var. Yani bu firmalar, ABD'de bile diğer başka firmalara -hatta sektörlere- hava bırakmıyor. Globalleşmeden bir motor olarak faydalanıyorlar ve bir yandan yayılırken, diğer yandan bir alanda elde ettikleri üstünlüğü diğer alanları ele geçirmede kullanıyorlar. Örneğin e-ticaretten gelen Amazon, bulut alanında şu anda lider durumda ve yetmedi donanıma soyundu. Microsoft masaüstünde yarattığı liderliğini Azure yani buluta geçirerek devam ediyor. Google arama motoru diye başladı, Facebook ile birlikte dünyanın reklam pazarı ellerine geçti ve medyayı da sallıyorlar. Veriler sayesinde siyasete de yön verdiler.
Bu kadar büyük firmalarla şu anda ücretsiz hizmetleri rahatlıkla kullanıyor durumdayız. Ancak acaba bu tam tersine her şeyi yok eden bir motor mu? Mesela reklam pazarı Facebook ve Google'un eline geçince, gazeteler etkilendi. Siz reklamınızı "N" dolara satarken, şimdi fiyat kontrolünüz bile giderek yok oluyor. Google üzerinden belirlenen "bet" türü fiyatlarla "N/10"a filan satıyor durumuna gelebiliyorsunuz. Sonuç yok olan gazetecilik istihdamı ve insanların okuyacağı haberlerin sosyal medya tarafından öne alınarak belirlenmesi şekline dönüşüyor. Bunun başka alanlardaki örnekleri çok, mesela ülkemizde Rekabet Kurumu'nun verdiği kararlara bakın. Android ya da Google Shopping kararları aslında tüketicilerin ve ülkenin lehine kararlar ama bunlar sanki Android ülkeyi bırakıp gidiyor vs. diye sunuldu.
Bu konuyu, zihin açmak için bu düzeyde ve sizin fikir yürütmenize açık uçlu olarak bırakalım ve başka yazılarımızda tartışalım.
Peki ne olacak?
2021'de en çok konuşulacak konuların bu olacağını şimdiden görüyoruz. Yılın sonunda Amerikan eyaletlerinin Google ve Facebook aleyhine açtıkları rekabet davaları başladı. Bugün bile Google üçüncü bir davayla karşılaştı. Bunlara muhtemelen Amazon ve Apple da eklenecek.
Avrupa da, Amerikalı devlerin Avrupa operasyonlarını ya Avrupalı firmaların rekabet edecekleri düzeyde küçültmelerini ya da satmalarını istiyorlar. Dün de hareketlerini kontrol altına almayı hedefleyen kanun taslağı yayımladılar. İnternet vergisi koydular ama Trump'ın "peynire vergi koyarım" tehditi ile karşılaştılar. Bu sene bunun da nereye evrileceğini göreceğiz.
Ama sosyal medyanın kontrol altına alınması yolunda belirleyici adımların atılması kaçınılmaz gözüküyor. Belki aynı gözükecek ama daha fazla devlet kontrolü altına girmesi kaçınılmaz. Bu da sonrasında kullanıcıları nasıl etkiler bilinmez.
Çin de benzer bir sorun yaşıyor. Çok büyümüş olan Jack Ma imparatorluğunun sonuna dair işaretler görülüyor. Önce Ant Group isimli finansal şirketinin 35 milyar dolarlık rekor halka arzı engellendi. Bunun Jack Ma'nın Çin'de demokrasi gerekli olduğuna dair bir konuşması nedeniyle olduğu yorumları yapılırken, aniden AliPay'in teminatsız verdiği bir nevi tüketici kredilerinin (alışveriş anında mobil cihazla ödeme) 230 milyar dolara yakın ödenmemiş meblağa ulaştığı gibi bir iddia ortaya kondu[6]. Bu ise Çin bankaları açısından büyük bir sorun. Neler olduğunu göreceğiz.
Türkiye'de ise 2023 ya da öncesinde yapılacak seçimde oy kullanacak kişilerin ağırlığının sosyal medya kullanıcısı gençler olması AKP'yi korkutuyor. Bugüne kadar internet altyapısının ve mobil şebekenin geliştirilemediği sadece göz önündeki bölgelerde bazı yapılar kurulduğu ortaya çıktı. Yani AKP Türkiye'de 3G ve 4G ihaleleri yaptı ama bunları yüzde 30-40 düzeyinde kurdu. Bugün ülkenin büyük bir kısmı hâlâ 2G düzeyinde. AKP bu yolla interneti kontrol altında tutuyor. Ama yetmediği yılın ortasındaki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın canlı yayını sırasında gençlerce atılan binlerce "dislike" olayı ile fark edildi. Önümüzdeki dönemde internetin ve özellikle sosyal medyanın kontrolünün arttığını görmek çok olası.
Üzücü ama şu anda önümüzde gözüken manzara bu…
[1] Wiki-Turk : Arap Baharı
[2] İran'da Musaddık Dönemi : 1951-1953
[3] Özgür Uçkan : Arap İsyanlarını Çıkaran Değil ama Başarıya Ulaşmalarını Sağlayan İnternet Oldu – 1
[4] Facebook, Afrika Seçimlerinde Fransız Ordu Mensuplarının Dezenformasyon Yaptığı Hesapları Kaldırdı
[5] TikTok Kullanıcıları, K-Pop Hayranları Trump Seçim Toplantısını Sabote mi Ettiler?
[6] Jack Ma'nın Ant Group'u Çin Bankacılık Sisteminin Altını mı Oydu?
[7] 56GBps İnternet Ha.. Bakan Bizimle Eğleniyor mu?