17 Mart 2024

Hayat dediğin upuzun bir uçuştur

Gittikçe bitmeyen bir yoldayım yine. Benim fıtratımda "gitmek" var. Artık bu yaşımda, bundan yüzde yüz eminim. Çok para, başarı, büyük kazanımlar değil; alnımda yazan sadece gitmek…

Kaderim bu, böyle yazılmış yazım!

Psikolog bakış açısı ile, şemam böyle.

Bundan şikayetçi falan da değilim. Hayat yolculuğunun zaten kendi başına bir "gitme" eylemi olduğunun çoktan farkındayım. Hem bu biçilen ömürde, bu sayılı günlerde bir yere varmaya çalışmak; hem de her zaman dilimini, kendi içinde de bir yerden bir yere giderek şekillendirmek…

Çocukken bile bilmediğim bir otobüse binip, hiç görmediğim bir semtte dolaşmaktan çok heyecanlanırdım. Büyüdükçe de yeni şehirler, yeni ülkeler, daha uzak ülkeler büyüledi beni. Yani hem bir yere doğru yönelerek kendini şekillendiriyorsun, hem de durmadan hareket edip kilometre yapıyorsun.

Hayat bence bu.

Son güne kadar.

Rüyalarımın ülkesi Arjantin

Arjantin'i üç kez gördüm daha önce. Gezi programı zamanlarında tango ve futbol konularında programlar yapmaya gelmiştim. Bayılmıştım. Çok eğlenmiş, çok gülmüş, çok şey görmüştüm. Çekimler çok renkli, röportaj yaptığım herkes çok canlıydı. Müzik, yemek, mimari, insanlar; her şey çok güzeldi.

University of Michigan'da gazetecilik programında bir yıl eğitim almıştım. Bu program dahilinde gezilere gidiliyordu. Arjantin, gidip çalışılacak ülkelerden biriydi. Dünyanın her yerinden gelen yirmi gazeteciyle gelmiştik Buenos Aires'e. O zaman cumhurbaşkanı, parti liderleri, büyük gazetelerin genel yayın yönetmenleri ile de tanışmıştık. Ülkenin politikasını, geçmiş acılarını, demokrasi yolunda yaşadıklarını yakından görmüştük, hissetmiştik.

Ne çok benzerlikler vardı…

Enflasyonla bitmeyen mücadele, kayıp gençlerin annelerinin çığlıkları, garip bir sınıf bilinci (veya bilinçsizliği), yemeğe atfedilen önem, insanların sıcacıklığı…

Son gelişimin üzerinden yirmi sene geçti; hep istedim, ama gelemedim bir daha. Evet, yıllar geçti, ama Buenos Aires aklımdan hiç çıkmadı. Haberlerini hep okudum, birkaç filmini seyrettim. Ülkeyle bağlarım, her gündem takip eden insandan belki bir tık daha fazla, ama yine de çok sıkı değildi.

Aklımın bir köşesindeydi her zaman. Rüyalarımda, hayallerimde, bir elin parmakları kadar ülkenin yanında Arjantin hep vardı: Gidilecek, hatta mümkünse bir müddet yaşanacak, oradaki dostlar aranacak, turist maskesini atıp yerel havasında aylar geçirilecek ülkeler listesi.

"Ne yaparsan yap, bir an evvel bu ülkelere yine git" ülkelerin listesi.

Hayat kısa, kuşlar uçuyor listesi. 

Uçmak için ne gerekir? 

Kanatlar?

Cesaret?

Para?

Zaman? 

Kuşlar, zamanı gelince annelerinden ne kadar doğallıkla öğreniyorlar uçmayı. Yaşadıkları günler boyunca da gökyüzünde özgürce süzülüyorlar…

İnsanların uçması için biraz cesarete, biraz da mutluluğa ihtiyaçları var belki de. Cemal Süreyya ne güzel demiş: "Uçmak için kuş olmak gerekmiyor, küçük sevinçlerin olsun yeter" diye.

Dibine kadar Cemal Süreya'nın dizelerine, yüreğine, ruhuna dalıyorum yine. Kafamda hep dizeler, hep geçmiş, hep anılar…

Bazen sizin de belli şairlere, bazı şarkılara, belirli kitaplara takıldığınız dönemler oluyor mu? Sanki zihninizin içinde açılmış bir ekran, kapanmıyormuş gibi hani? Hep o aynı satırlar, hep o notalar, hep o duygular…

Hayat kısa kuşlar uçuyor
Uzaktan seviyorum sen

Uzaktan seviyorum seni
Kokunu alamadan,
Boynuna sarılamadan,
Sadece seviyorum. 

Öyle uzaktan seviyorum seni
Elini tutmadan
Yüreğine dokunmadan
Gözlerinde dalıp gitmeden.
Şu üç günlük sevdalara inat,
Serserice değil, adam gibi seviyorum.
Öyle uzaktan seviyorum seni,
Yanaklarına sızan iki damla yaşı silmeden,
En çılgın kahkahalarına ortak olmadan,
En sevdiğin şarkıyı beraber mırıldanmadan.
Öyle uzaktan seviyorum seni.
Kırmadan,
Dökmeden,
Parçalamadan,
Üzmeden,
Ağlatmadan.
Uzaktan seviyorum seni.
Sana söylemek istediğim her kelimeyi
Dilimde parçalayarak seviyorum
Damla damla dökülürken kelimelerim,
Masum, beyaz bir kağıtta seviyorum.

Her okuyuşta insanın gözleri dolar mı? Burnu sızlar mı?

İşte böyle bir şiir bu. İçimi titreten şiirlerin efendisi, bu şiir…

Kuş ölür, sen uçuşu hatırla

Cemal Süreya, bana bir de her zaman ölümsüz şair Furuğ Ferruhzad'ı anımsatır. Yakın ülkelerde yaşayan iki şair; yaşanan birbirine yakın dalgalar, aşklar, kederler. Yaşadıkları hayatın çok ötesinde bir sevgi sanki. Saatle ölçülemeyen bir zaman dilimine yayılan, günlere sığmayan, kelimelere hapsolamayan aşklar ve acıların şairleri onlar.

Ben maviye inanırdım.
Boynumdaki yorgun damarların mavisine,
Beyaz dalgaları omuzlayan deniz mavisine,
Denizin bittiği yerde başlayan göğün mavisine inanırdım.
Bir de ensemdeki dövmeye inanırdım.
Kuş ölür, sen uçuşu hatırla.

Şiirin sadece bir bölümü, sadece sonu bu. Sizi sıkmayayım dedim. Tamamını okumanızı, o şiddetli duygu yumağını hissetmenizi çok isterim. Genzinize bir yumruk oturacak; korkmayın.

Hadi, gitmek zamanı

Neden ve nereye kadar erteleyeceğiz hayatı?

Bilemiyorum bazen.

Tabii gerçekleşecek hayaller, tamamlanacak projeler, ödenecek faturalar, tamir edilecek eşyalar, sigorta ödeme zamanı gelmiş arabalar, gidilecek doktor randevuları var; ayrıca liste uzar da uzar… Ama bir an var ki, insanın "aaaah, yeter artık" dediği. Tüm ince ipleri, sorumluluk zincirlerini, tereddütsüz tek bir hamleyle koparttığınız o büyülü an.

O an geldi ve ben gittim.

Plan yapmayı bırakmak bazen çok güzel. Memur olmamak, her gün gidilecek bir büro olmaması, hayatın ajandasının biraz esneyebilmesi… Sanki insanların "o öyledir, bazen böyle gider" demesi de. Hani hafiften çatlak kategorisine girince insanlar sizi çok yargılamaz ya, o hesap.

"Hayallerimde hep renkli kalan Arjantin'i bir kez daha yaşamak için neyi bekliyorum ki" diye düşündüm. 65 yaşına gelmeyi mi? Fazladan biraz daha paramın olmasını mı? On kilo daha verip gençlik günlerime dönmeyi mi?

Aslında hiçbir şeyi beklemediğime ve de beklememem gerektiğine karar verdim.

Ve gittim. 

Uzun bir uçuş ve uzun bir hayat 

Uzun uçuşları seviyorum. Kendimle kaldığım, ne istersem yaptığım, geçmişten hangi hatırayı istersem, onları tekrar tekrar yaşadığım zamanlar. İster okurum, ister seyrederim, istersem de sadece düşünürüm veya dinlerim…

Neredeyse yirmi saat, ne istersem yaparım zamanı. Ayrıca gerçekten, gerçek dediğimiz günlük hayattan biraz uzaklaşmanın, yani uçmanın tam zamanı!

Havaalanı kalabalık, uçak neredeyse hiç boş yer kalmamacasına doluydu. Brezilya'nın Sao Paolo şehrine kadar direkt uçuyoruz; orada iki saat kalıyoruz. Temizlik, bazı yolcuların inmesi, yenilerinin gelmesi; hadi üç saat daha uçup Buenos Aires'e varıyoruz. İndi – bindi yirmi saatlik bir macera. Bir uzun uçuş. Geçmişe, uzağa ve çok yakına, hatta içeriye doğru bir uçuş. Tüm mevsimlerin yaşandığı bir yirmi saat… 

Uçak rutinleri: Albümler, şarkılar ve anılar

Hayat rutinlerle güzel. Rutinler, yaşamı biraz daha anlamlı kılıyor sanki. Yaş aldıkça rutinime daha çok bağlandığımı, yeni rutinlerle detaylar eklediğimi fark ediyorum. Sadece uzun uçuşlarda dinlediğim albümlerim var örneğin. THY'nin "My Music Planet" uygulamasından, gözüm kapalı seçiyorum şarkılarımı. Kulaklığımı takıp, anılara dalıyorum. Nedense sadece Türk Sanat Müziği şarkıları dinliyorum. Bendeki eşleme böyle oldu: Uçak ve TSM!

Önce Yıldırım Gürses şarkıları ile Emre Altuğ'u dinliyorum. Müthiş bir albüm, Emre Altuğ harika söylemiş. Sadece "Feryat" diye bir şarkı var, onu hiç sevmem, hep geçerek dinliyorum.

Sonra Nev'den "Bir Nev'i Alaturka" gelir. Nev'in ses rengine de bayılıyorum. Tarkan'ın "Ahde Vefa" albümü müthiştir mesela. Sadece uçuşlarda dinlememem ne büyük kayıp. Zengin bir orkestra eşliğinde, Tarkan'ın şarkıları yorumlama şekli çok net ve canlıdır.

Hüner Coşkuner'in albümlerini çok severek dinlerim. Ayşe Tunalı, benim uzun uçuş sanatçılarımın başında gelir. Hatta albümlerinin birinde arka arkaya üç şarkı var: Kader Diyemezsin, Biri Vardı ve Sen de Seversin. Aman yarabbi, duyguların doruğu. O şarkılar ne öyle? Tüylerim diken, gözüm kapalı, bu üç şarkıyı beş kere dinlerim arka arkaya.

Hani mutluluktu bu aşkın sonu?
Hani sevecektik bir ömür boyu?
Nasıl yaptın zalim sen bana bunu?
Kader diyemezsin, sen kendin ettin…

Filmlere, albümlere takılırım, yeni neler var diye bakarım hep. Bu kez de Murat Karahan'ın Limak Flarmoni Orkestrası eşliğinde doldurduğu bir albüme takıldım: Zeki Müren şarkıları. Murat Karahan'ı çok seviyorum, o ayrı; ama bu albümde başka türlü iyi bir performans yakalamış. O şarkılar beni nerelere götürdü… Ne unuttuğumu zannettiğim kokular, heyecanlar, gözyaşlarıyla dinledim. Albümün bir de sürprizi var: Çok bilinen Napoliten şarkı "Torna a Surriento", zamanında Zeki Müren tarafından seslendirilmiş. Hayal meyal hatırlıyordum. Sonra Murat'la yazıştık, hatırlarım yerli yerine oturdu. Şarkıyı ve ilk kez nerede, ne zaman dinlediğimi hatırladım. "Yasemenler Solmadan Gel", çok gençlik zamanından bir acılı anıydı içimde…

Varılmaz demiştim, vardım işte

Bitmez dediğin tüm yollar son bulur hayatta. Geçmez dediğin her zaman geçer, unutulmaz dediğin her anı, çöplük yığınına süpürülüp unutulur…

Yirmi saat nedir ki!

Ben 55 yıllık anı biriktirmişim, "yirmi saat ne yaparım" diye mi endişeleneceğim? İki film ve albümlerle, kitabımdan tek sayfa okumadan, Buenos Aires'e vardım.

Ne güzel, hava sıcaktı. Ama ben çok yorgundum.

İlk gördüğüm manzara, otel odasından gördüğüm bu büyük şehir resmiydi. İlk yaptığım şey, bir "faktura" ve bir kahveyle kahvaltı yapmak oldu. Otelin hemen yanındaki şirin kafede.

İki cadde yürüdüm sadece. Dizlerim titriyor. Hatta sadece dizlerim değil, sanki içim titriyor.

Saat kaç? Hangi gün? Ayın kaçı?

Karıştı her şey.

Daha çok uzun buralardayız nasılsa. Şimdi ılık bir duş ve rahat olduğunu zannettiğim yatağa gömülme zamanı. Gerçi rahat olmasa ne olacak ki? Ben çoktan uyudum bile!

Fatih Türkmenoğlu kimdir?

Fatih Türkmenoğlu İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olduktan sonra New York Üniversitesi'nde 'işletme diploması' programını bitirdi.
University of Michigan'da bir yıl 'konuk gazeteci' olarak seminerler verdi. Northwestern Üniversitesi'nde Ortadoğu bölümünde araştırma yaptı. Kent Üniversitesi'nde 'klinik psikoloji' yüksek lisansı yaptı. Çeşitli terapi eğitimleri aldı, almaya da devam ediyor.

Gazeteciliğe 1995 yılında Sabah grubunda başladı. Sabah ve Yeni Yüzyıl gazeteleri ile Aktüel, Esquire, Cosmopolitan dergilerinde gezi, izlenim yazıları yazdı, çok sayıda röportaj yaptı.

Kuruluş döneminde ilk özel haber kanalı olarak yayına başlayan NTV'ye geçti. Beş yıl çalıştığı kurumda hazırlayıp sunduğu programlarla ödüller kazandı. İzleyen dönemde geçtiği CNN Türk televizyonunda 13 yıl boyunca gezi programları ve belgeseller hazırladı ve sundu.

Milliyet, Cumhuriyet ve Hürriyet Seyahat için yıllarca yazı yazdı. CNN International televizyonu için Türkiye'den uzun süre haber yaptı.

"Her Perşembe Saat 4'te", "Hayat Gezince Güzel", "Türkiye'de Görülmesi Gereken 101 Yer", "Amerikan Rüyası Tabirleri", "Üç Kuruş Fazla Olsun Kırmızı Olsun" adlarıyla beş kitabı yayımlandı.

Moderatör, sunucu olarak da çalışan, şirket yöneticileri ve bürokratlara sunum teknikleri ve medya ile ilişkiler konularında danışmanlık yapan ve TedX konuşmacısı olan Türkmenoğlu, uzman klinik psikolog olarak da danışan kabul ediyor.

ABD ve Türkiye'de yaşıyor. Evli ve iki kız çocuk babası.

Yazarın Diğer Yazıları

Anlar, anılar ve hisler: Ressam Ayşe Kazancıgil Döler'in dünyasında bir yolculuk

Adı: Ayşe Kazancıgil Döler. Yaptığı işleri uzun zamandır takip ettiğim bir ressam. İnsanın içini açan, şaşırtan eserleri var. Biraz muzip, bazen geleneksel motiflerle bezeli, bazen şen şakrak şarkılar söylermiş gibi resimler yapıyor. Yaptıkları hiçbir kalıba sığmıyor, ölçeklere nanik yapar bir halde, durmadan çalışıyor…

Arjantin mutfağı: Et, empanada, dulce de leche!

"Ne yeniyor?" diye çok soran oluyor. Malum, Arjantin çok dikkat çekiyor, çok gezginin rüyalarını söylüyor. Konuya açıklık getirmek için buradayım! "Ne yenir?" sorusunu aslında tek kelime ile özetlemek gerekirse, "et" demem yeterli olacaktır. Hadi iki kelime isterseniz; et ve hamur işi. Üçüncü kelimeyi de zorla araya sıkıştırabilirsem: Et, hamur, dulce de leche!

Arjantin'de iki mücevher: La Recoleta ve Teatro Colon

Ana yazı içinde geçirsem, yazık olacaktı, güme gidecekti. İki çok özel yer; birisi bir mezarlık, diğeri de opera binası. İkisini de görmeden, gezmeden, hatta özel tur almadan Arjantin'den dönülmez. İkisi de birçok sanat eserini barındıran, kendileri de kocaman birer sanat eseri olan şaheserler…