31 Temmuz 2022

Bodrum'da sessiz ve derinden

Ben sosyete mensupları ile gerçek jetsetter'lar arasındaki farkı heyecanla deneyimliyorum. Jetsetter güzel yemek, çok iyi müzik, ciddi ve özel deneyim yaşamak istiyor. Bunları kırolaşmadan, bağırmadan yapmak istiyor. Sürdürülebilir ve bohem lüks istiyor. Cebine çok iyi, değerli, dünyaya da fayda katmış deneyimler koymak istiyor

Burası artık dünyanın en popüler tatil destinasyonlarından biri. Yükselen bir turizm değeri, markası, mücevheri. Öyle bir lüks var ki, St. Tropez, Miami falan halt etmiş. Öyle rafine yerler var ki, arogan Avrupalılar bile afallıyor.

Bodrum burası. Dünyanın cazibe merkezi.

Çok inşaat, çok bina

Bana göre çok yorucu Bodrum. Mahalleden mahalleye gitmek bir saati buluyor bazen. Park yok, her yer pis, en sıradan şeyler bile çok, pek çok pahalı.

Neyse, şimdi bunlardan bahsetmeyeyim. Bu hafta konum başka.

Bu hafta az bilinen yolu seçenler, lüksü sadeleştirip yaşayanlardan bahsedeceğim sizlere... Şarkı söyleyen deniz kızıyla buluştuk, işte izlenimlerim...

Burası artık kocaman bir şehir

Üç aydır Bodrum'dayım. İşler, çekimler, röportajlar olunca kısa kısa gidip geliyorum. Seanslarım online. Ama açıkçası henüz ne denizin tadını çıkarabildim ne de yaz başlamış gibi hissettim. Eskiden Bodrum'a gitmek kısa tatillerle sınırlıyken ve o kısacık zamana sonsuz tecrübe sıkıştırmayı becerirken, bu sefer sanki deniz kıyısı bir şehirde günlük hayatımı yaşıyormuşum hissine kapıldım. Bodrum kalabalığı, gürültüsü, tozu ve toprağından şikâyet ettiğim birkaç yazı yazdım. Güzelim denizin rengini bile gözüm görmüyor, dedim. İlknur Selimoğlu, "Seni Susona Bodrum'a farklı bir deneyime davet ediyorum, üç gün, lütfen gel" dedi. Çok eski ahbap, peki dedim.

Sosyete mi, jetsetter mı?

Şimdi, önce biraz dünyada ne olup bitiyor, onları anlatayım. Geçen hafta biraz başlamıştım ya. "Yeni dünyanın lüksü", sanırım son zamanlarda en çok duyduğum kavramlardan biri. Lüks lükstür, eski dünya, yeni dünya diye ayrılır mı, neden ayrılır ki, farklı olan nedir, soruları kafamda uçuşurken, okuyarak dinleyerek değil, deneyimleyerek anlattı burası bana...

Tabii ki insanoğlu çeşit çeşit. Dünyanın heyecanının kaynağı da budur zaten. Daha az gidilmiş yol, görkemli malikanelerin, fütursuzca yiyip içmenin, binlerce dolarlık en son moda kıyafetlerle plajlarda salınmanın, tekrar başlaması planlanan Concorde uçuşlarına ön rezervasyon yapmanın tam tersi yönde bir yoldan bahsediyorum... Üzerinde eşek kadar puntolarla markalarla dolaşanlar bugün konumuz bile değil. Sosyete sayfaları, bilmem hangi şehrin zengin çocukları hesaplarına bulaşmıyorum.

İnsan sevmek, doğa sevmek

Az bilinen yolu seçenler, lüksü sadeleştirip yaşayanlardan bahsedelim biraz. Evin emektar hizmetlisini sarılıp öpen, çalışanının düğününde şakır şakır oynayan, Uzak Doğu'yu kamyon kasasında gezip meyve bahçelerinde elma toplayan bir güruhtan bahsediyorum. "Bu dünyadaki herkes bana hizmet eder" değil, "Bu dünyaya ben ne veririm, nasıl daha güzel tecrübeler yaşayıp geriye hoş sada bırakırım" diyenler.

"Sadece ben en zengin olayım" değil, "Nasıl yaşarsam bu döngüye katkım olur" yeni bakış açısı. "Sustainable" yani sürdürülebilirlik kavramına bile yeni bir basamak çıkılmış: "Regenerative Sustainability". Yemek artıkları kompost yapılıyor, günlük hayata pozitif katkı mutlaka sağlanıyor.

Bu yeni nesil trendi belirleyenler, daha çok eski para sahibi, kültürel zenginliği finansal zenginliğin önünde tutanlar...

Okul okul, bir yere kadar

Paranın satın alabildiği en iyi okullar, evet ama beş kuşaktır o okullardalar bu insanlar. En şaşaalı oteller, birinci sınıf uçuşlar tabii yapılmış, yapılıyor da, ama amaç değil. Anahtar tanımlama burası: Amaç değil. En şık lokantalarda yenmiş ama asıl istenen yeni deneyimler. Doygunluk hissi, hayatı her seviyede sevme, her koşulda güzellikler yakalayabilme becerisi.

Ayrıca bütün bunlara, çevreci bir yaklaşımı, sürdürülebilir bir ortam yaratmayı hedefleyen bir bakış açısını da ekleyin. Bu yeni insan, yeni jetsetter, yeni moda yaratıcısının da karakteri. Yeni tatil şekli de buradan doğdu. Ya da bu şekilden, bu insandan yeşerdi, ya da zeitgeist, zamanın ruhu diyelim.

Yeni jetsetter'lar bambaşka

Ben sosyete mensupları ile gerçek jetsetter'lar arasındaki farkı heyecanla deneyimliyorum. Jetsetter güzel yemek, çok iyi müzik, ciddi ve özel deneyim yaşamak istiyor. Bunları kırolaşmadan, bağırmadan yapmak istiyor. Sürdürülebilir ve bohem lüks istiyor. Cebine çok iyi, değerli, dünyaya da fayda katmış deneyimler koymak istiyor.

Lokal deneyimler, müthiş yemekler, minimal ama özenli detaylar istiyor. Gezilerinde insani bir dokunuş, bir hayat hikâyesi, yüreğinde taşıyacağı yeni birkaç dost istiyor…

Sessiz lüks mekanları iyi iş yapıyor

LXR konsepti, yerelliğe çok önem veriyormuş, bunu öğrendim Susona'da. Tesis içindeki restoranlar, anlatılmaz, yaşanır yerler. Frankie Beach Club, şimdiye kadar deneyimlediğiniz cıstak beach club'lardan çok uzak. Harika ama sohbetin önüne geçmeyen bir müzik, partilemeden son derece keyif alan bir kalabalık, menüde sofistike sadelik... Malva deseniz bambaşka. Yerel ürünler, Bodrum mandalinası ve bahçenin zeytinlerinden sıkılan yağ, tüm yemekleri ve kokteylleri tatlandırıyor. Kaya Demirer sayesinde yeni bir tanım daha öğrendim; menüler kilometre ile ölçülüyor, ne kadar az, o kadar yerel, başarması da bir o kadar zor. Son olarak otelin genel müdürü Funda Eratıcı'dan da bahsetmeden geçemeyeceğim. Cıvıldayan sesiyle, yumuşacık disipliniyle ve bitmeyen enerjisiyle güne onun günaydını ile başlamak bambaşka bir lüks. Ama asıl lüks, kısa süreli kaldığımız bir yerden ayrılırken yanımıza kâr kalan anılar değil mi?

Şarkı söyleyen deniz kızı...

Hilton grubu da bu rüzgârı görmezden gelmemiş. LXR şemsiyesi altında, dünyada dört tane özel konsept konaklama tesisinden oluşan segmente, Bodrum'u eklemiş. Torba'da müthiş bir koyda, Susona adıyla bir masal yaratmış. Susona, Türk mitolojisinde güzel şarkı söyleyen deniz kızlarına verilen isim. Sirenlerden farklı, denizcileri baştan çıkarmıyorlar. Susonalar sadece suyu yönetiyorlar. Bu sadece 76 daireli konaklama tesisine Susona denmiş. Suyla dans etsin, güzel şarkılar söylensin, akıllarda müthiş melodiler kalsın diye…

Casa dell'arte ve M Gallery

Artık içinde sanat barındıran çok sayıda konaklama tesisi mevcut. Haftaya sanat ve otel ilişkisini yazmayı hayal ettim. Ancak son zamanlarda gördüğüm en iyi sanat otellerinden biri M Gallery oldu. İnsanı sıkmayan bir atmosferde sunuluyor hepsi. Müthiş parçalar var.

Bu tarz otellerin ilki de, Yunus Büyükkuşoğlu'nun koleksiyonunu paylaşmak için Torba'da yaptırdığı Casa dell'arte. Açılalı neredeyse yirmi sene oldu. Neredeyse bir klasik. Ama hâlâ sessiz ve derinden lüksün, zen ve duyarlı tatilin en sağlam kalesi.

Fatih Türkmenoğlu kimdir?

Fatih Türkmenoğlu İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olduktan sonra New York Üniversitesi’nde ‘işletme diploması’ programını bitirdi.

University of Michigan’da bir yıl ‘konuk gazeteci’ olarak seminerler verdi. Northwestern Üniversitesi’nde Ortadoğu bölümünde araştırma yaptı. Kent Üniversitesi’nde ‘klinik psikoloji’ yüksek lisansı yaptı. Çeşitli terapi eğitimleri aldı, almaya da devam ediyor.

Gazeteciliğe 1995 yılında Sabah grubunda başladı. Sabah ve Yeni Yüzyıl gazeteleri ile Aktüel, Esquire, Cosmopolitan dergilerinde gezi, izlenim yazıları yazdı, çok sayıda röportaj yaptı.

Kuruluş döneminde ilk özel haber kanalı olarak yayına başlayan NTV’ye geçti. Beş yıl çalıştığı kurumda hazırlayıp sunduğu programlarla ödüller kazandı. İzleyen dönemde geçtiği CNN Türk televizyonunda 13 yıl boyunca gezi programları ve belgeseller hazırladı ve sundu.

Milliyet, Cumhuriyet ve Hürriyet Seyahat için yıllarca yazı yazdı. CNN International televizyonu için Türkiye’den uzun süre haber yaptı.

"Her Perşembe Saat 4’te", "Hayat Gezince Güzel", "Türkiye’de Görülmesi Gereken 101 Yer", "Amerikan Rüyası Tabirleri", "Üç Kuruş Fazla Olsun Kırmızı Olsun" adlarıyla beş kitabı yayımlandı.

Moderatör, sunucu olarak da çalışan, şirket yöneticileri ve bürokratlara sunum teknikleri ve medya ile ilişkiler konularında danışmanlık yapan ve TedX konuşmacısı olan Türkmenoğlu, uzman klinik psikolog olarak da danışan kabul ediyor.

ABD ve Türkiye’de yaşıyor. Evli ve iki kız çocuk babası.

Yazarın Diğer Yazıları

Latin Amerika'nın Paris'i: Buenos Aires

Gezginlere hep "En beğendiğiniz şehirler hangileridir" diye sorarlar. Veya "Nerede yaşamak istersiniz?" Cevaplarım yıllardır hiç değişmez: İstanbul'dan asla vazgeçmem, ama zamanda geri gitmek mümkün olsa 50'lerin 60'ların İstanbul'unda yaşamak isterdim; bu bir. Floransa, Avrupa'da en sevdiğim şehirdir. Yeterli maddi imkanım olursa, oradan bir ev alıp yılın yarısını Floransa'da geçirmek isterim; bu iki. Buenos Aires, uzaklarda beni en çok cezbeden şehirdir. Büyüleyici bir karışımdır, şahane bir mimarisi vardır. Ayrıca insanlarını çok severim. Ömrümün bir kısmını da orada geçirmek isterdim; bu da üç

Hayat dediğin upuzun bir uçuştur

Gittikçe bitmeyen bir yoldayım yine. Benim fıtratımda "gitmek" var. Artık bu yaşımda, bundan yüzde yüz eminim. Çok para, başarı, büyük kazanımlar değil; alnımda yazan sadece gitmek…

En güzel sanat eseri hayatsa eğer...

Bir ağızdan, bağıra çağıra söylüyoruz şarkıları. Gece yarısını çoktan geçmiş saat. Yaşını başını almış üç kişi, bir Nişantaşı evinde, ansızın oluşan bir parti atmosferinde, kendimizden geçiyoruz. Kalpler hep genç, figürler hep 80'lerden, şarkılar her daim yaren…