Küçücük yaşımda, hayatımın anlamını kendimce bulmuştum ben. Çok yere gitmek, çok insanla tanışmak, çok sayıda yaşama dokunmak… Para, kariyer falan hep çok sonra geldi. Havaalanına gidip uçakların geldiği ülkelerin, şehirlerin isimlerini görüp heyecanlanan; kamp alanlarında turistlere merhaba deyip mutlu olan bir farklı çocuktum işte…
Kader ağlarını güzel ördü. Benim gayretimle de herhalde, hedef şaşmadı. Hep istediğim şeyler oldu. Fıtratımda dolu seyahat, pek çok insan, deneyimlenecek sonsuz yaşamlar vardı…
Evet, çok yaşam.
Hayatımdan çok yaşam geçti, geçiyor. Hem ben çok farklı yaşamları deneyimliyorum, hem yakınımdakiler yüreklerini açıyorlar bana. Fiziksel ve yüreklerarası yolculukların yorulmaz kovboyuyum. Yalnız, kalabalık ve yorulmaz kovboy. Heyt be!
Geriye dönüp bakıyorum sık sık. Hep "bundan daha zengin yaşanamazdı" diyorum. Her seyahat, başka insanlar getiriyor. Yeni insanlar ise, onlarla yaşanacak yepyeni deneyimler. Tadına doyulmaz sohbetler, paylaşılan duygular, senkronize kahkahalar…
Bin kere şükür, on bin kere şükür.
Ankara'nın en çok nesini seversiniz?
Yok yok, İstanbul'a dönüşünü falan değil!
Düzenini, insanını, iklimini, memur kenti oluşunu, mütevazılığını, entellektüel yatırımlarını, kültür ve sanat olaylarına kolay erişilebilirliğini.
Daha sayayım mı?
Tunalı Hilmi'de yürümeyi, Kebap 49'da kıymalı pide yemeyi, "Piknik" dedikleri büfelerde bir tost bir ayranla öğünleri geciktirmeyi de çok severim.
Müzelerine bayılırım. Eski sokakları, tek tük kalmış eski evleri seyre dalarım. Ankaralı dostlarımın sağlamlığına, düzlüklerine, dedikodu bilmezliklerine de hayranım.
Askerliğimde bir yıldan fazla yaşadığım Ankara, bende çok güzel anılarla yaşar. Büklüm Sokak'tan Genel Kurmay'a yürüdüğüm yol, her sabah selamlaştığımız trafik polisi, akşamları alışveriş yaptığım evin karşısındaki bakkal…
Sonraki yıllarda çıkan her Ankara gezisi fırsatı, benim için bir nevi terapi seansıdır aslında. İyi anılarla, hoş duygularla buluşup, iyileşmedir. Güzel zamanlarla kucaklaşmadır.
Dünya Kültürleri Festivali
Serap Gürkan Firdevsi, oğlunun adını verdiği Sirus Vakfı ile, dünyaya iyi tohumlar ekme derdinde bir Ankaralı. Aradı, "Dünya Kültürleri Festivali düzenliyoruz, sizin sunmanızı çok isterim" dedi. Ne para, ne hangi otelde konaklayacağım, ne kulis sordum. Sadece "ne zaman" diye sordum, tarihler uygundu, "peki" dedim.
İyi ki demişim.
İki gündür buradayım ve iki gündür geçmişim ve tüm dünya önümden geçiyor sanki. Danslar, şarkılar, gastroshow'larla ne çok kültür tanıdık. Ne çok sohbet, ne çok hikâye…
Kimsenin bilmediği Ankara
Hemen olaya girdim. Heyecandan, affedin. Sırayla gideyim, önce Ankara'yı dolaştım.
Pek gidilmeyen, bilinmeyen Ankara'yı.
Geldiğim günün akşamı, Ulus'a kadar yürüdüm. Etnoğrafya Müzesi'nin arka sokaklarındaki eski evleri gördüm. Akay Yokuşu'ndan çıktım, Tunalı'yı geçip otele vardım. Şimdi yeni yeni semtler var. Çukurambar mesela, adını askerliğimde hiç duymamıştım. Eskide, bildik Ankara'nın sokaklarında kaldım ben.
Ertesi sabah erkenden etkinlik alanına gittim. İki gün sürecek olan etkinlik, Cermodern Kültür Merkezi'nde. İlk kez gördüm burayı da; bayıldım. Eskiden trenlere bakım yapılan yermiş, şimdi açık ve kapalı harika bir etkinlik alanı ge kültür merkezi yaratılmış.
55 büyükelçilik ve bazı vakıflar stantlarda kurulumlarını tamamlamışlar. Yerel kıyafetli insanlar salınıyor, hafiften müzik sesleri duyuluyor. Havada değişik bir koku var. Huzurlu bir dünyanın kokusu…
Hemen ses, müzik, barkovizyon provası; iş başlasın artık!
Kültürel zenginlikler paylaşılınca değerlenir
Sevgi, verdikçe büyür. Merhamet, provayla çoğalır.
Geçen gün, İstanbul'da, çok dolu bir belediye otobüsündeydim. Sabah saatleri, gerçekten çok kalabalıktı.
Homurdanmalar başladı:
"Başka otobüsler de çıksın!
Zaten yatıp duruyorsunuz bütün gün!
Ne bu halimiz böyle!"
Şoför, herkes girsin içeri diye uğraşıyor. Bileti mileti unuttu; tüm kapıları açıyor duraklarda. Kibarca "Yanaşalım, yer açalım" diyor sadece.
Dayanamadım. "Yapmayın, adamcağız her yolcuyu almaya çalışıyor işte. Sıkışıp birbirimizi kollayalım, ne var bunda" dedim.
Bana saldırdılar bu sefer. İki genç, siniri burnunda cahil ve kötücül adam.
"Nerede sizin merhametiniz, insanlığınız" dedim. "Birbirimizi sevdiğimizi, düşündüğümüzü göstermezsek, yaşamın ne anlamı var ki" dedim. Dünyanın en iyi insanı havalarında falan değilim ama. Tavrım gayet nötr, sesim gayet alçak. Vatandaşlık 101, Toplumsal Yaşam Kuralları, Hayat Bilgisi İlkokul 3 seviyeleri.
Anlamadılar tabii.
Tek düze, bencil ve sinirli bir dünyanın baş kahramanı olmayı seçmişlerdi. Hem kırıcı hem kırılgandılar. Hem kurban hem caniydiler. Hem sinirli hem saldırgandılar…
Sudan'ın çay partisi
Oysa, insanlar birbirlerine sarıldıkça, sarmalandıkça büyürler.
Burada onu gördüm ben; bir kez daha. Ukraynalı dansçıların gösterileri müthişti. Bengladeş, Afganistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin stantlarında tattığım yemekler enfesti. Fas Büyükelçisi'nin eşi, aynı zamanda da modacıymış; harika bir defile hazırlamıştı. Kıyafetleri ağzımız açık izledik.
Ama Sudan'ın "Çay Seremonisi" mükemmeldi.
"Düğün sonrası çay seremonisi", tema buydu. Kırmızı tuvaletli gelin, altınlara sarılıydı. Mahallenin bilir kadını, gelinin tüm vücudunu esanslı yağlarla ovdu. Bir yandan çay servisi yapılıyordu. Yanında atıştırmalıklar: Kuruyemiş, tuzlu kurabiyeler, patlamış mısır.
Müzik bangır bangır çalıyor, ritm tüm çay partisine katılanları kucaklıyor. Aynı bizim Güneydoğu'da olduğu gibi, zılgıtlar çekiliyor. Neşenin doruğu, birlikteliğin en saf hali.
Ah unuttum, yine bir benzerlik: Geline ve yakınlarına kına yapılıyor! Desenli, renkli resimler. Ellerin üzerleri birer tabloya dönüşüyor…
Buradan dünyaya selam olsun
Her dünyanın bir sonu, sınırı, duvarı var. Truman Show'da o duvar yıkıldı işte.
Aslında karşısındakini anlayabilen her insan, duvarı yıkmaya bir adım yaklaşır. Yenilikleri hayatına dahil edenler, bir adım daha. Kendini değiştirdikçe mutlu olanlar iki adım birden…
Burası, tüm sınırların şeffaflaştığı bir kurtarılmış bölgeydi.
Koşar adım birlikteliğe kavuşulan yerdi. Herkes ne kadar aynı, ama bir o kadar da farklıydı.
Burası, "Birlikte, Daima, İyi" olunan bir sahneydi…
Fatih Türkmenoğlu kimdir?
Fatih Türkmenoğlu İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olduktan sonra New York Üniversitesi'nde 'işletme diploması' programını bitirdi. University of Michigan'da bir yıl 'konuk gazeteci' olarak seminerler verdi. Northwestern Üniversitesi'nde Ortadoğu bölümünde araştırma yaptı. Kent Üniversitesi'nde 'klinik psikoloji' yüksek lisansı yaptı. Çeşitli terapi eğitimleri aldı, almaya da devam ediyor.
Gazeteciliğe 1995 yılında Sabah grubunda başladı. Sabah ve Yeni Yüzyıl gazeteleri ile Aktüel, Esquire, Cosmopolitan dergilerinde gezi, izlenim yazıları yazdı, çok sayıda röportaj yaptı.
Kuruluş döneminde ilk özel haber kanalı olarak yayına başlayan NTV'ye geçti. Beş yıl çalıştığı kurumda hazırlayıp sunduğu programlarla ödüller kazandı. İzleyen dönemde geçtiği CNN Türk televizyonunda 13 yıl boyunca gezi programları ve belgeseller hazırladı ve sundu.
Milliyet, Cumhuriyet ve Hürriyet Seyahat için yıllarca yazı yazdı. CNN International televizyonu için Türkiye'den uzun süre haber yaptı.
"Her Perşembe Saat 4'te", "Hayat Gezince Güzel", "Türkiye'de Görülmesi Gereken 101 Yer", "Amerikan Rüyası Tabirleri", "Üç Kuruş Fazla Olsun Kırmızı Olsun" adlarıyla beş kitabı yayımlandı.
Moderatör, sunucu olarak da çalışan, şirket yöneticileri ve bürokratlara sunum teknikleri ve medya ile ilişkiler konularında danışmanlık yapan ve TedX konuşmacısı olan Türkmenoğlu, uzman klinik psikolog olarak da danışan kabul ediyor.
ABD ve Türkiye'de yaşıyor. Evli ve iki kız çocuk babası.
|