07 Mayıs 2023

12. Alaçatı Ot Festivali

Bahar olunca, Ege'm yemyeşil olur. Türlü türlü otlar, rengarenk çiçekler, uçuşan böcekler, arılar, kuşlar… Baharda Ege cennettir bana göre. Yaşamın devamının kanıtı, yeniden doğuşun tanımı, umudun ateşidir. Ağırlaşan dallarla, pazarlarda dolan tezgahlarla hayat iyidir artık. Bir kış daha bitmiş, uzunca bir süre güneşli günler göreceğimizin sinyalidir…

Trajediler yakamızı bırakmıyor öte yandan…

Bazen bu cennet vatana sahip olmanın bedeli olsa gerek diye düşünüyorum. Bir ekonomik çalkantılar çakıyor, bir fırtına, bir sel, sonra en büyüğü toprak sallıyor. Hile ve desiselerin ülkesi Türkiye'm, politika rüzgarlarıyla savruldukça savruluyor. Riya ve yalanla harmanlanmış binalar, kumdan kuleler gibi eriyor. İstinat duvarları durduk yere çöküveriyor. Ne olduğu anlaşılamayan bir terör, bir kumpas, yakamızı yıllardır bırakmıyor. Afganistan'dan korkutucu kılıklı binlerce erkek göçmen, şehirlerimizi dolduruyor. Bir doğa vuruyor, bir cehalet…

İşin kötüsü, biz böyle yaşıyoruz artık. Bir Danimarkalı'nın hayatı boyunca maruz kalmadığı kadar çok, acı, sarsıcı, derin haberi, en çok bir hafta içinde yaşayıp olayları kanıksıyoruz. "Sıradaki gelsin" diye bağırıyor içimizdeki ses neredeyse. Yılmıyoruz, yıkılmıyoruz, vazgeçmiyoruz.

Ama ben bu kalpten soğuyorum artık

Bu yaşıma kadar başka hiçbir yerde yaşamam, yaşayamam diyordum.

Yoruldum. Bittim. Soğudum.

Aklıma o şahane söz geldi. Hani hep yanlışlıkla Cemal Süreyya'ya atfedilir, ama aslında Mehmet Ceyhan'ın on yıl kadar evvel attığı bir tweet olduğu ortaya çıkan o müthiş tespit:

Baktım da sana kırgın değilim, kızgın değilim, dargın değilim… Kısacası ben artık sana 'hiçbir şey' değilim…

O hiçbir şey olma durumuna doğru hızlı bir düşüş halindeyim.

Apatik bir ruh haline geçiş; umursamazlık, aldırmazlık, tınmazlık hâli. Bu kadar yılın emeği, sevgisi, kalbimin her atışında dalgalanan Türk bayrağı bir tarafta dursun. Bütün rüyalarım, hayallerim, dualarım da.

Ama sıkıldım yahu. Kendi kalbimden değil de, içimde atan, en güzelini olması için çabaladığım bu sevdadan vazgeçmeye başlıyorum sanki. İnsanın ne yaparsa yapsın vatan duygusundan uzaklaşamayacağını da çok iyi biliyorum beri taraftan.

Offf…

Bilmiyorum, aslında hiçbir şey bilmiyorum…

Yeşil ilaçtır, şifadır, devadır

İçim kararmıştı, ez cümle böyle diyeyim.

Tam o anda Çeşme Belediyesi'nden Seher Deniz aradı. "Alaçatı Ot Festivali'ne davet etmek istiyorum sizi" dedi. Günler çok uygundu, randevuları sıkıştırmaya gerek yoktu. "Tamam, geliyorum" dedim ve uçağa atladım.

Alaçatı, zaten insana çok iyi gelir. Birçok Yunan adasından daha çok severim. Uzun kalınca sıkar artık, ama birkaç gün içimi coşturur.

Hele bu mevsim!

Koşa koşa vardım, Seher'le tanıştım önce. Bir Hataylı, uzun zamandır Çeşme'de yaşıyor. Depremde ailesinden hayatını kaybeden olmamış. Tabii kim bilir ne çok akraba, ahbap… Evler gitmiş, hayaller yıkılmış…

Seher, canlı bir kadın. İşini çok seviyor, Çeşme'yi ve Alaçatı'yı da. Elimde dopdolu bir program, önümde hızlı bir üç günle, üniversiteye yeni başlayan bir genç havasına girdim hemen. Hani kampüste hangi binanın adı ne, hangi ders hangi sınıfta; bir yandan da yeni insanlar, yepyeni kitaplar…

Amavi Restaurant, Alaçatı'nın en iyilerinden

İlk akşam yemeğimiz, Alavya Otel'in bahçesindeki Amavi'de. Şef Can Aras açmış. Bölgenin bütün ürünlerini kullandığı şölen sofraları düzenliyor. Sübyeli deniz börülcesi, paella, tablacı salatası, crudo, Ege otları tabakları sıra sıra dizilmiş. Mekan, tamamen "şimdi ve burada" hissi yaratıyor. Yemekler enfes, servis şahane.

Bizim masanın sohbeti ise fevkaladenin fevkinde. Gazeteciler grubuyuz. Derken Çeşme Belediye Başkanı Ekrem Oran da masaya katıldı. Ekrem Bey ile aynı okul, aynı bölüm mezunuyuz. O benden birkaç sınıf küçükmüş. Eşi Nuriş Oran ve Ekrem Bey'le konuşacak konular hiç bitmedi, zamanlar hiç yetmedi.

Arada Antakya Medeniyetler Korosu'nun konseri vardı. Yemeğe geçmeden az evvel. Acıları taptaze güzel insanlar, birliktelik mesajlarını şarkılarla verdiler. Onlar bile tek yürek olmuşlardı. Umut doluydular. Yaralar sarılacak, hayat daha güzel olacaktı. Onlar bile benden daha güçlü duruyorlardı. Medeniyetler Korosu, sanırım benim içimde de bir yeşil ışık yaktı.

Yeniden Doğuş, yine ve yeniden

Alaçatı Ot Festivali'nin bu yılki teması, Yeniden Doğuş. Deprem bölgesinden gelen yerel ürünler, festival kapsamında sergileniyor. İçli köfte ve künefe Hatay'dan geliyor. Gaziantep'ten baklava, Malatya'dan da kayısı. Sonra Ege'de olmayan, yetişmeyen yöre otları ve yemekleri. Adeta bir el ele, birlikte, daha sağlam bir doğuşun sinyali yayılıyor.

Cuma sabahı kahvaltı sonrası korteje gittiğimde de, bu hissim iyiden iyiye canlandı. Birlikteydik işte. Hepimiz bir aradaydık. Eski arabalar, canlı renklerde balonlar, gençler, yaşlılar… Bir de upuzun bir stantlar sırası. İnce uzun bir pazar gibi de düşünebilirsiniz. Envai çeşit ot, bazen de "Tembel Avrat Otu" gibi isimlerle karşımıza çıkan karışımlar. İster böreğe koy, ister çorbaya veya biraz soğanla şöyle bir kavur, oh mis gibi bir yemek!

Limon'da ikinci akşam yemeği

Bu festival kapsamında öyle güzel yerlerde ağırladılar ki gazeteci grubunu, tek başıma olsam böyle çok yere gitmezdim. Halim olmazdı, bütçem tutmazdı.

Mesela Stay Warehouse. Böyle hoş bir mekan olabilir mi? Ciddi bir mühendislik harikası var mimaride. Oturup kapının çalışma mekanizmasını inceledim saatlerce. Sadece kokteyle davetliydik, ama küçük atıştırmalıklar çok lezzetliydi. New York havasında bir mekan. Bayıldım.

Stay Warehouse'da Ayşe Sicimoğlu'nun da konseri vardı. Gündüz, aydınlık bir mekandan ziyade, gece ve loş bir ortamda dinlemek daha keyifli olabilirdi. Ses güzel, Fransızca şarkılar muhteşem; ama saat daha geç olaymış…

Ama vakit yoktu.

Akşam yemeğine, Limon'a geçtik. Kocaman bir avlu, yine çok lezzetli mezelerle donatılmış uzun masalar var mekanda. Otlar, etler, uzak diyarlardan lezzetler masada buluşmuş. Ama masanın yıldızı, tartışmasız tabaklar ve çanaklar. Yediklerim çok lezzetli, o ayrı; o seramiklerin büyülü desenlerine ne demeli? Tam Ege; bol güneş, mavi, yeşil, rüzgar, deniz işlemiş sanki. Bayıldım, nerden aldıklarını sordum. İlk fırsatta yerlerine gitmek istiyorum. O zaman detaylı yazarım zaten.

Yine sohbet, yine kahkahalar, yine yeni dostluklar… Daha önce yolumun hiç kesişmediği, Ankara'daki efsanevi Trilye Restaurant'ın sahibi Süleyman Üzmez'le çok yakın oturduk Limon'daki yemekte. Süreyya Bey'in sohbetine doyum olmuyor, doğuştan canlı insanlardan. Tabii aynı zamanda çok gün görmüş ve çok zeki olduğu da gerçek. Yanımda Sermet Severöz, karşımda Hürrieyet'ten Savaş Özbey de muhabbete katıldı; yine saatler uçuverdi.

Benim yıldızım: Karsu

Karsu'nın en çok doğallığını, acısını anlatma biçimini, yumuşaklığını seviyorum. Sahnede su gibi yumuşak; ama "ben buradayım" derken de tutkulu ve yakıcı. Canım benim, Karsu son yıllarda en çok sevdiğim sanatçılardan biri.

Alaçatı'nın girişindeki meydanda harika bir sahne kurulmuştu. Çok kalabalıktı. Karsu yine hem ağlattı, hem güldürdü, hem coşturdu. "Neredesin sen", olayın şahikasıydı. Adını Hatay'ın Karsu köyünden alan bu dünya güzeli insan, sahnede iki saat boyunca adeta yaralarımızı sardı. Mütevazı, olgun, halden anlayan, duyguları yansıtan, acıları sarıp sarmalayan bir ruhu var onun. Bir gün bir yerde görürsem, nedensizce boynuna sarılmak istediğim insanlar listesinin en başına adını yazdırdı.

Karsu
Karsu

Yemek atölyeleri, konserler ve bahar

Alaçatı Ot Festivali, yemek festivalleri, yemek atölyeleri ile devam etti. Duman konseri, ikinci akşam yine meydandaydı. Bu kez gençler, farklı türde, başka türlü bir coşkuyla eğlendiler.

Üç gün, göz açıp kapayıncaya kadar geçti.

Amma da klişe bir cümle oldu! Ama inanın aynen böyle oldu. Ekrem Başkan'a yazmayı "Bu iş böyle olmaz, festival bir haftaya uzasın" demeyi düşündüm.

Öte yandan ömürler de göz açıp kapayana kadar geçmiyor mu? Çocuklar bir çırpıda büyüyor, dertler geçmişe gömülüp unutulmuyor mu?

Adını ne güzel koymuşlar, adeta yeniden doğduk biz de. 1,5 milyon katılımcıyla bir rekora imza atıldı. Yeşil, bolluğun ve bereketin simgesiydi. Soğumuş kalbim, tekrar ısındı. Doğa ve festival, şarkılar ve yemekler, Ege ve birliktelik ruhu, tam bu zamanda ne kadar da iyi geldi.

Otlar yeniden büyüdü, çiçekler yeniden açtı, kuşlar yeniden cıvıldadı.

Memleketime yine bahar geldi…

Fatih Türkmenoğlu kimdir?

Fatih Türkmenoğlu İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olduktan sonra New York Üniversitesi'nde 'işletme diploması' programını bitirdi.
University of Michigan'da bir yıl 'konuk gazeteci' olarak seminerler verdi. Northwestern Üniversitesi'nde Ortadoğu bölümünde araştırma yaptı. Kent Üniversitesi'nde 'klinik psikoloji' yüksek lisansı yaptı. Çeşitli terapi eğitimleri aldı, almaya da devam ediyor.

Gazeteciliğe 1995 yılında Sabah grubunda başladı. Sabah ve Yeni Yüzyıl gazeteleri ile Aktüel, Esquire, Cosmopolitan dergilerinde gezi, izlenim yazıları yazdı, çok sayıda röportaj yaptı.

Kuruluş döneminde ilk özel haber kanalı olarak yayına başlayan NTV'ye geçti. Beş yıl çalıştığı kurumda hazırlayıp sunduğu programlarla ödüller kazandı. İzleyen dönemde geçtiği CNN Türk televizyonunda 13 yıl boyunca gezi programları ve belgeseller hazırladı ve sundu.

Milliyet, Cumhuriyet ve Hürriyet Seyahat için yıllarca yazı yazdı. CNN International televizyonu için Türkiye'den uzun süre haber yaptı.

"Her Perşembe Saat 4'te", "Hayat Gezince Güzel", "Türkiye'de Görülmesi Gereken 101 Yer", "Amerikan Rüyası Tabirleri", "Üç Kuruş Fazla Olsun Kırmızı Olsun" adlarıyla beş kitabı yayımlandı.

Moderatör, sunucu olarak da çalışan, şirket yöneticileri ve bürokratlara sunum teknikleri ve medya ile ilişkiler konularında danışmanlık yapan ve TedX konuşmacısı olan Türkmenoğlu, uzman klinik psikolog olarak da danışan kabul ediyor.

ABD ve Türkiye'de yaşıyor. Evli ve iki kız çocuk babası.

Yazarın Diğer Yazıları

Patagonya'dan selam olsun: Ben yokum, dünya var

Biraz ilerisi Antartika; burası da kıtanın da, dünyanın da sonu gibi bier yer. Devasa buzullar, çatur çutur yarılıyorlar. Sonsuz bir ses; ekolu ve derinden… Çok hüzünlü, çok sevinçli, çok çaresiz ve çok hiçbir şey gibi hissettiğim bir an. Ben yokum, dünya var. Burası Patagonya

Anlar, anılar ve hisler: Ressam Ayşe Kazancıgil Döler'in dünyasında bir yolculuk

Adı: Ayşe Kazancıgil Döler. Yaptığı işleri uzun zamandır takip ettiğim bir ressam. İnsanın içini açan, şaşırtan eserleri var. Biraz muzip, bazen geleneksel motiflerle bezeli, bazen şen şakrak şarkılar söylermiş gibi resimler yapıyor. Yaptıkları hiçbir kalıba sığmıyor, ölçeklere nanik yapar bir halde, durmadan çalışıyor…

Arjantin mutfağı: Et, empanada, dulce de leche!

"Ne yeniyor?" diye çok soran oluyor. Malum, Arjantin çok dikkat çekiyor, çok gezginin rüyalarını söylüyor. Konuya açıklık getirmek için buradayım! "Ne yenir?" sorusunu aslında tek kelime ile özetlemek gerekirse, "et" demem yeterli olacaktır. Hadi iki kelime isterseniz; et ve hamur işi. Üçüncü kelimeyi de zorla araya sıkıştırabilirsem: Et, hamur, dulce de leche!