Tiyatrocu Ceren Sarp, sanatçı bir ailenin kızı olarak 1992 yılında dünyaya geldi. Anneannesi usta oyuncu Deniz Türkali, annesi şarkıcı Zeynep Casalini olan Sarp, Koservatuvar sınavını kazanamayınca “Kadıköy’ün ortasında çığlık çığlığa, ‘Ben nasıl yapamadım?’ diye ağlamıştım” diyor.
Ailesini bütün itirazlarına rağmen içinde yanan tiyatro ateşini söndüremeyen Sarp, ilk olarak yedi yaşında oyunculuğu deneyimledi. “Duygusal olarak çok çabuk yıpranıp bırakabilen bir insan” olduğunu söyleyen Ceren Sarp’ın tek vazgeçmediği alan ise tiyatro oldu.
Birçok deneyimden sonra yolu Tatavla Sahne ile kesişen Sarp, Süper Kar Taneleri ve Getto adından iki oyunla sahne tozunu ciğerlerine çekmeye devam ediyor.
Getto’nun oyuncularından Ceren Sarp ve Ece Bağcı, sanat yolculuklarını, Tatavla Sahneyi, yaptıkları çocuk oyunlarını ve politik bir metinle izleyiciyle buluştukları Getto’yu T24’e anlattı.
Şimdi sizi Getto oyuncularından Ceren Sarp’ın söyleşisiyle baş başa bırakıyorum. Ece Bağcı ile yaptığımız söyleşi ise haftaya cumartesi yine bu köşede sizlerle olacak.
- Öncelikle sizi tanıyarak başlayalım.
Ceren Sarp, 32 yaşındayım, dört yaşına girmek üzere bir çocuğum var, oyuncuyum (Gülüyor). Yedi yaşımda Eylül Fırtınası diye bir filmde oynadım. O zaman oyunculuk yaparken bir şeylerin farkında değildim ama çok hoşuma gittiği anları dün gibi hatırlıyorum.
Lisedeyken İstanbul Halk Tiyatrosu’yla oyunculuk eğitimine başladım.Orada bir dönemi bitirdikten sonra Çağ Çalışkur’un Craft Oyunculuk Atölyesi’ne geçtim. Ardından İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı sınavlarına girdim ve başaramadım. Kadıköy’ün ortasında çığlık çığlığa, “Ben nasıl yapamadım?” diye ağlayarak anneannem Deniz Türkali’yi aradım, bu sırada şans bu ya Aliye Uzunatağan yanındaydı ve "Hemen gelsin" demişti ve gerçekten bir vapura binip Aliye Uzunatağan’ın yanına gittim, gider gitmez çalışmaya başladık çünkü iki hafta sonra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın seçmeleri vardı. Seçmelere girdim ve 700 kişinin katıldığı 10 kişinin seçileceği sınavı başarıyla tamamlayıp oradaki eğitimime başladım ancak 2 sene boyunca tersliklere çok takıldığım, hem duygusallığım hem de hayata dair tecrübesizliğim nedeniyle bir sonraki sene üniversiteye gitmeme kararı alıp İngiltere’ye taşındım.
İngiltere'de Hira Tekindor ile tiyatro tiyatro dolaştım bir sürü oyun izledim, tabii ki barda ve bir iki şirkette çalıştım ve 6 ay sonra İstanbul’a döndüm. Döndüğümde Tiyatro Laboratuvarı diye bir oluşum vardı ve hemen oyuncu olarak girip orada var olan oyunlarda dekor, kostüm, sahne gibi her şeyle birlikte ilgilenerek sonrasında Yüzbaşı Voigt oyununu çıkardık.
Ardından tekrar eğitimime dönüp Şahika Tekand’ın Studio Oyuncuları’nı bitirdim. Bitirdiğim ve bundan çok mutlu olduğum tek yer, keşke en başından Şahika Tekand’a gitseymişim.
Tabii birçok farklı tiyatronun ve eğitimin içine girip çıkmak her alanda farklı yollar olduğunu, aslında hayatta da olduğu gibi hiçbir şeyin tek bir yolu olmadığını, oyunculuğa dair de çeşitli eğitimlerin oynadığın karakterde yararlanabileceğin çeşitlilik olduğunu görme fırsatı da verdi.
Şahika Tekand’ı bitirirken oyunlarına girme fırsatı yakalamıştım ama o sırada kızımın babasıyla tanışıp aile kurma isteğimin üzerine gittim ve zaten çok kısa bir süre sonra da pandemi patlak verdi. Üç yıl boyunca sadece anne oldum ancak içimdeki oyunculuk yapma ateşi gün geçtikçe tekrar alevlenmeye başladı ve Tatavla’nın seçmelerini gördüm.
Ceren Sarp
Tatavla Sahne’de oyun izlemişliğim vardı elbette ardından yollarımız dedemin (Vedat Türkali) Dallar Yeşil Olmalı oyununu okuduğumuz “Vedat Türkali 100 Yaşında” projesiyle kesişmişti. Açık Radyo’da ve Podacto’da hâlâ kayıtları duruyor.
Sonra Getto oyununun seçmeleri olduğunu gördüm ama cast belli olmuştu. “Çocuk oyunu var” dediler ve hemen kabul ettim. Aktif olarak oynamaya devam ettiğimiz Süper Kar Taneleri oyunuyla Tatavla Sahne’ye girdim.
Getto oyununu izlediğimde; tek bir beden gibi ekibin birbirine olan güvenini, rahatlığını, ayakta durma halini ve böyle bir dönemde bu metni oynamasını görünce "Keşke ben de olsaymışım" dedim. Ne şans ki oyunda dönüşümlü oynama durumu varmış ve ben bunu bilmiyordum, son olarak Getto’ya girdim.
- Yazar Vedat Türkali büyük dedeniz, tecrübeli oyuncu Deniz Türkali anneanneniz, şarkıcı Zeynep Casalini anneniz. Aileniz sizi sanatla uğraşmanız için teşvik etti mi?
Ailem beni buna hiç teşvik etmedi hatta aksine istemediler. “Oyuncu olma, şarkıcı olma” dediler ama bu benim vazgeçmediğim tek alandı.
Kamera önü için söyleyemem, bir iki dizi deneyimim oldu ve kendimi tiyatro sahnesindeki gibi hissetmedim, kamera önü oyunculuğuna dair çok hevesim yok ama tiyatro sahnesine çıkmayı varoluş sebebim gibi hissediyorum. Tiyatro yaptığınızda tiyatroya, dünyaya ve birçok alana dair çok şey öğreniyorsunuz. Bu direkt insan olarak beni çok etkiliyor.
Ceren Sarp, Deniz Türkali, Zeynep Casalini
- Getto oyununu izlemeye geldiğimde izleyiciler arasında anneanneniz Deniz Türkali de vardı. Deniz Hanım şu anda tiyatrocu olmanız hakkında ne düşünüyor?
Denizella (Deniz Türkali) beni başka oyunlarda da izledi. Sahnede beni gördüğünde çok mutlu olduğunu, sahneye çok yakıştığımı hep söyler. Bir anneanne olarak değil de tecrübeli bir oyuncu olarak beni eleştirir. Hiçbir zaman bana “aman canım kızım yaparsın, halledersin” gibi bir yerden yaklaşmaz, kötüyse eleştirisini de yapar.
Getto’daki ilk oyunumdu ve annemi de (Zeynep Casalini) “Gelip beni izleyeceksin” diyerek Bodrum'dan getirttim. İkisi de gördükleri şeyden çok memnun kalarak ayrıldılar. Zaten benim Tatavla Sahne’ye dahil olmamdan da çok mutlu oldular.
Çünkü Tatavla sürecine kadar çok sürüncemeli şeyler yaşadım. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi örneğinde olduğu gibi çok çabuk kopabilen, duygusal olarak çok çabuk yıpranıp bırakabilen bir insandım, yaş ilerleyip de tecrübe kazandıkça bu yönden de dönüşüyor insan. Ailemin, arkadaşlarımın geri dönüşleri de güzel olduğu için istikrarlı bir şekilde devam ediyorum.
- Tecrübeli oyuncu Deniz Türkali anneanneniz, Türk sinemasının ‘Sultan’ı Türkan Şoray çok yakınınız. Bu isimlerden oyunculuk anlamında nasıl besleniyorsunuz?
Ailemle çalışmıyorum ama tabii ki konuşuyorum. Denizella (Deniz Türkali) ile zaten her an konuşuyoruz, fikir paylaşıyoruz. Tecrübeler kıyaslanamayacak kadar farklı onun tecrübesine ulaşmamız mümkün değil ve tabii ayrıldığımız noktalar oluyor, sonuçta bir jenerasyon farkı var.
Türkan'la (Türkan Şoray) da çok konuşuruz. Üç yaşımdan beridir o benim Türkan’ımdır ben ise onun Ceren’iyimdir. Her zaman destek verir, görüşlerini paylaşır, inşallah o da gelip izleyecek.
- Biraz da Tatavla Sahne serüveninden bahsedelim. Yeri geliyor oyuncu olarak sahnedesiniz yeri geliyor izleyicilere yer gösteriyorsunuz. Çok kollektif bir ruhla çalıştığınızı görüyorum. Bu deneyimi de anlatır mısınız?
Geçen gün Eraslan Sağlam’la konuşuyorduk, hep aynı yerlerde bulunup bir türlü denk gelemeyişlerimiz olmuş. Açık Radyo’sundan, tiyatroya kadar dünyaya bakış açımız ve savunduğumuz değerler açısından da aynı yerlerde durmuş ve bulunmuşuz. Karşılaşmamışız bir türlü.
16 yaşımdan beridir bazı yerlere girip çıktım ve şimdi 32 yaşımdayım, şu anda Tatavla Sahne’de yaptığım şeyleri yapmış olarak geldim buraya. Yaş küçükken bunlar hem külfet geliyor hem de ne işe yarayacağını anlamıyorsun. ‘Sadece oynamak istiyorum’ gibi bir yerde oluyorsun. Tiyatroyla ilgili herşeyi bilmek oyuncunun işi, sahneye çıktığında kostümün sana nasıl bir yararı veya zararı olacağını, ışığın neresinde duracağını da biliyor olmalısın.
Tatavla Sahne bir kurum ama biz aile gibiyiz. Tatavla’nın mutfağını, tuvaletini, sahnesini biliyorum. Bir oyunda başrol oynayıp bir başka oyunda yer göstermenin; insanın yaşı, cinsiyeti ne olursa olsun bir dengeyi kurduğuna inanıyorum.
Bu meslek, popüler kültürün empoze etmesiyle de beraber bir hava veriyor. Bütün bu işleri yaptığında işlerin nasıl yürüdüğünü görüyorsun baştan sona ve o havanın altını da gerçek taraflarını da görmüş oluyorsun. Kendini de buluyorsun, neyi yapacağına veya yapmayacağına karar veriyorsun.
Kostümü, dekoru bilmediğinizde oynadığınız karakter kadar kalıyorsunuz ve kendinize bir sınır çizmiş oluyorsunuz aslında. Sahnede her şeyle bir bütünsün çünkü ve en ufak bir aksilikte karakterinden çıkmadan oyunu aksatmadan kotarmayı becerebiliyorsun.
Ceren Sarp | Süper Kar Taneleri oyunu
- Arzu Suriçi ve Eren Akova ile sahnelediğiniz Süper Kar Taneleri diye bir çocuk oyununuz var. İklim krizine dikkat çektiğiniz bir oyun biraz da onu konuşalım.
Yaklaşık altı yıldır veganım ve kendimi bildim bileli de Ömer Madra ile eskiden izin verildiği zamanlarda Kadıköy’deki, Taksim’deki bütün aktivist eylemlerin içinde vardım. Şimdi de her sabah Açık Radyo'dan dinleyerek devam ediyorum.
İklim krizi çok yeni bir şeymiş gibi gösterilmesine rağmen bu çok uzun zamandır var olan bir şey ve artık “dönülmez bir akşamın ufkundayız.”
Süper Kar Taneleri oyunu iklim krizinden bahsediyor. Arzu Suriçi, Eren Akova ile ben, üç kar tanesiyiz ve bir türlü yağamıyoruz, ‘inişler’ iptal oluyor. Oyunda çocuklara “Neden inemediğimizi” sorduğumuz ve onlardan da fikir aldığımız interaktif bir bölümümüz var. Öğretme kaygısı da barındıran müzikli, danslı, iklim krizini anlatan; Sinan Yıldırım’ın yazıp yönettiği bir Tatavla Sahne oyunu.
Prömiyerimizi Cadde Bostan Kültür Merkezi’nde yaptık ve şu anda okullara gidiyoruz.
- Bir izleyici ve anne olarak, çocuk oyunlarında nelere dikkat ediyorsun?
Ben çok zorlu bir doğum geçirdim. Doğurduğum sırada bir anda aklıma dünyadaki bütün bebekler ve çocuklar geldi ve zaten çok duygusal bir an, hormonlar vs. manyak bir hal.
Kendi çocukluğumdan ötürü, bu yaşa kadar gördüğüm, duyduğum bir sürü çocuğun aile hikâyesinden ötürü bilinçli bir anne olmayı seçtim otomatik olarak. Çocuğuma yalan söylememek, bir şey sorduğu zaman kesinlikle net ve doğru cevap vermek ve ona bir şeyleri empoze etmemeye çalışmak gibi…
İlla ona bir şey öğretmek zorunda değilsin, zaten çocuk belirli bir yaşa kadar içgüdüleri, hayal gücü, kendi karakteriyle büyüyor. Onu törpülememek ve ona yoldaşlık etmek aslında benimkisi. Elimden geldiğince.
Eren Akova, Arzu Suriçi, Ceren Sarp
Çocuğum iki buçuk yaşındayken ben Bodrum'da yaşıyordum ve Şahika Tekand’dan bir arkadaşımla Korkunç Havuç Ham Ham diye 2 kişilik 15 dakika süren interaktif bir oyun yapmıştık. İçinde hiçbir öğretme kaygısı barındırmayan, yine iklim krizine dikkat çeken, sebzelerin, hayvanların başına gelenler üzerinden tatlı bir şey yapmıştık.
Orada ilk defa çocuklarla bir araya geldim. Tiyatro sahnesinde de değildik, çocuklarla iç içeydik. Soru soracağım ve en aşağı 200 çocuk hadi şansa 50’si sustu 150 çocuğu nasıl susturacağım diye çok korkmuştum. Çünkü oyunun devam etmesi de gerekiyor. Benim onları sakinleştirip oyunun devam etmesi için biraz tecrübeye ihtiyacım var gibi düşünüyordum.
Normalde ben çocuklar konuşmaya ve koşmaya başlığında pek anlaşamıyorum, çünkü dinlemez oluyorlar genelde büyüklerini ya. Ama işte sahneye çıktığımdaki Ceren’le hayattaki Ceren arasında bir fark var ve onu çok güzel döndürebildim.
Dikkat ettiğim şeyse az önce de bahsettiğim gibi “Bakın, bu budur şu şudur” demek yerine çocuğun hayal gücüne bırakmak.
- Getto oyununa dahil olma sürecinden bahseder misiniz?
Getto oyununu ilk izlediğimde kimsenin öne çıkmadığı ya da batmadığı, sanki herkesin tek bir bedende toplanmış gibi oynadığını hissettim. İnsanların sahnede birbirine olan güvenini gördüm, oyuncu olarak rahatlıklarını gördüm. O sırada ekipteki kimseyi de çok tanımıyordum. Sadece Ece’yle (Ece bağcı), oyunlarımızın müziğini yapan Hande Tecik Öztürk ve diğer oyundan partnerim Eren Akova ile biraz ilişkimiz vardı. Oyunu izlerken “Bu oyunun içinde ben de olmalıyım, neden yokum” diye düşündüm.
Oyun, benim anne tarafından Sabetay olmamdan ötürü genetik olarak da tetikleyici bir etki yaptı. Ayrıca oyundaki karakterlerin gerçekten yaşamış olması, bu acıları anlatırken belki dünyayı kurtarmıyoruz ama kurtarmak için bir şeyler yapıyoruz hissi gibi bir noktaya getiriyor beni. Çocuk oyunlarında olduğu kadar yetişkin oyunlarında da özellikle bu tür konularda bir soru işareti bırakabilmek, belki de bir kişinin fikrini değiştirebilmek önemli bence.
Normalde böyle bir şey yapmam içime atardım ama hayatımda ilk defa Eraslan Sağlam’a “Keşke ben de olsaydım” dedim. Bir 15 dakika sonra “Sana bir sürprizimiz var” dediler ve Getto oyununa dahil olduğumu söylediler.
Ceren Sarp | Getto oyunu
Daha sonra “Bunca zamandır prova yapmışlar, oyun zaten çıkmış, insanları bir kere daha yoracağım. Bu anlaşmış grubun içine girdiğimde bu enerji devam edecek mi?” gibi kaygılar yaşadım.
Bir de insan olarak da biraz utangacımdır. Hiçbir konuda kimseye sıkıntı vermek istemem. Oyuna girdiğim an itibariyle hiçbir negatif enerji almadım aksine herkesin desteği oldu. Bir bütünün içine ekstra dahil olmuş olsam da başından bir bütünle devam ediyor gibi hissediyorum. Daha bir kere oynadım ama sahnede Getto'nun içinde olmak o karakterlerden biri olmak bana oyuncu olarak daha önceki tecrübelerimden çok daha farklı şeyler hissettiriyor, öğretiyor.
- Getto da hem oynuyorsunuz hem enstrüman çalıyorsunuz hem de şarkı söylüyorsunuz aynı anda bütün bunları yapmanın ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyorum. Bunun hazırlık süreci nasıl oldu?
Ben Berda Akar’la dönüşümlü olarak aynı rolü oynadığım için, onunla prova yaptım. Daha sonra Eren Akova’yla zaten bir sürecimiz olduğu için kendisinden destek aldım. Hande Tecik Öztürk, hem Getto'nun müziklerini yapan kişi olduğu için hem de arkadaşım olduğu için müzikal olarak kendisinden yardım aldım.
Zaten bana “Getto’ya girdin” dediler, ben La Vie en rose dinlemeye başladım. Onu söyleyeceğim diye sabah akşam kulağımda La Vie en rose vardı.
Tabii provalar başladı. Çok büyük, günler süren provalar yapmadık ama ben her oyunu izledim. Oynayacağım güne kadar ki oynamadığım her oyunu izledim. Milimetresine kadar kim nerede duruyor, hangi kaşı oynuyor diye gözlem halindeydim. Bunları her an içimden geçirerek, metne bakarak ve şarkısını dinleyerek sürekli bir pratik halindeydim zaten.
Getto oyunu
- Unutmadan kadroyu da bir sayalım.
Ece Bağcı, Eraslan Sağlam, Ertan Deniz Tatlı, Memo Sağlam, Murat Yılmaz, Murat Avni Yürekli, Tuba Sağlam, Ulukan Özpolat, Amirreza Sadeghi/İlkim Özpolat (çello), Berda Akar (ukulele, shaker), Ceren Sarp (ukulele, shaker), Dafne Beri (akordeon), Derya Günaydın (akordeon), Emre Akkaya(tambur), Eren Akova (saksafon), Hande Tecik Öztürk (oyun müzikleri ve piyano), Mert Özmen (trampet).
- Karakterinizden bahseder misiniz?
Bracha karakteri; şarkıcı, aktris, söz yazarı, müzikolog bir kadın. Annesiz babasız büyümüş Yemenli bir yahudi. Einstein'ın karşısında da şarkı söylemiş, zamanında müzik ödülü de almış bir kadın.
Metindeki Bracha’ya bakacak olursak yaşının ve yaşadıklarının da verdiği etkiyle bir olgunluğa sahip ve bütün bu faşist ortamın içinde biraz yumuşatıcı ya da koruyucu olabilecek bir yerde ama tabii ki her an ölebilir bir halde. Fotoğraflarına baktığımda kafamda canlanan buydu. Bir tık tecrübeli, bir tık anaç, biraz cesur aslında. Gözlerinin delici ifadesi aklımdan hiç çıkmıyor.
Verdiği pozlardan bana hissettirdiği hakikaten dik başlı ve cesur bir kadın. Fotoğraflarından biri; takım elbise giymiş, siyah ceket, siyah pantolon, beyaz bir gömlek, saçlar kısa ve öyle bir duruyor ki her şeyi kaldırabilirim, korkusuzum diyor sanki.
Tabii Getto oyunu içerisinde bu gördüklerimi, okuduklarımı unutmadan ama oyundaki Bracha olarak, ona soru sorarak, kendimden de bir şeyler katarak elimden geleni yapıyorum.