12 Haziran 2024

Prof. Dr. Merih Tangün: Tiyatro bence de altın çağını yaşıyor ama herkes çok sıkıntıda, hâlâ çok ciddi desteğe ihtiyaç var

"Her şey çok iyi, müthiş oyunculuklar, müthiş oyunlar olmasa da olur. Biz neyi biraz daha dikkatli izleyeceğimizi bilelim. Onun için bence de tiyatro altın çağını yaşıyor. Ama herkes çok sıkıntıda, hâlâ çok ciddi desteğe ihtiyaç var. Tiyatrodan eminim hâlâ para kazanılmıyor. İnsanlar diziler yapmasa, başka şeylere koşturmasa, bu sanata bu kadar destek veremeyecekler"

Merih Tangün

Türkiye’nin en prestijli ödülü Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri sahiplerini buldu. Bu yıl 26'ncısı düzenlenen Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri jürisi, tiyatro tarihine geçen ustalara takdim edilen Muhsin Ertuğrul Özel Ödülü’ne Prof. Dr. Ayşegül Yüksel’i oyun yazarlarına adanan Cevat Fehmi Başkut Özel Ödülü’ne ise Çarpışma isimli oyunuyla Müge Oskay’ı layık gördü. Komedi ya da müzikal dalındaki oyunlara verilen Haldun Dormen Özel Ödülü’nü Mutlu Aile Tablosu isimli oyunuyla Duru Tiyatro kazanırken, Yapı Kredi Özel Ödülü’nün sahibi ise Murat Ovalı oldu.

Yılın en iyi erkek oyuncusu Çirkin oyunundaki tavuk rolüyle Onur Berk Arslanoğlu, en iyi kadın oyuncusu Kel Diva’daki Bayan Smith rolüyle Zuhal Olcay, en başarılı yönetmeni 39 Buçuk Basamak oyunuyla Oğuz Utku Güneş ve yılın en başarılı oyunu ise Kocaeli Şehir Tiyatroları’nın sahneye koyduğu Yaşamak Mı Yoksa Ölmek Mi? oldu.

26. Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri’nin jüri başkanı ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Sahne Sanatları Bölümü Tiyatro Anasanat Dalı bölüm başkanı Prof. Dr. Merih Tangün, Afife Tiyatro Ödülleri’yle ilgili merak edilenleri ve tiyatroya dair birçok konuyu T24’e anlattı.

- Jüri bir sezonda toplamda kaç oyun izliyor?

Sezonda yeni başlayan, yeni olan, yeni sahnelenen ve en az on kez İstanbul'da sahnelenmiş olan oyunlar bizim sonuçtaki değerlendirme potamızın içindeler ama tabii bunu söylerken şunu da atlamayayım. Eylül-Ekim ayında başlamış daha 10 tane oynamamış oyunlara da gidiyoruz. Çünkü belli ki oynayacak. Zaten tiyatrolar da onun için uğraşıyorlar. Dolayısıyla sezonda kaç tane yeni oyun varsa o kadarına gidiyoruz. Bir sezon önce, hafızam beni yanıltmıyorsa 226 oyundu.

- Neden o kadar fazlaydı?

Çünkü ondan önceki sezon pandemiye geldiği için yaklaşık 2,5 sezonu birleştirdik. Ondan sonraki sezonda da birleştiği halde sarkan oyunlar vardı. Dolayısıyla oyun sayısı gerçekten çok fazlaydı. Ama onu da yaptık. O kadar oyunu da izledik.

Bu sezon ise bizim izlediğimiz 196 tane yeni oyun vardı.

Bu sene başvurular tiyatrolardan geldi

- Değerlendirmeye alacağınız oyunları neye göre seçiyorsunuz?

Artık bu sezon biz seçmiyoruz. Ama önceden biz bu oyunlar için tiyatroların arkasına düşüyorduk. İnanamayacağınız bir telefon trafiği, bir e-posta trafiği ve hakikaten bazen canlarına yetiyorduk herhalde. “Kim oynuyor? O rolde ki kim? Oyun yeni mi?” gibi binlerce soru soruyorduk. Türkiye’de bazı tiyatrolar kurumsal, bazıları daha çok yeni ve onların durumunu da biliyorsunuz.

Genç insanların oyunlarını kaçırmak istemiyorum ama çok işin kurumsal tarafında değiller doğal olarak. Öyle olunca da onlara ulaşmak ayrı problem, cast’ı doğru dürüst yakalayabilmek, ayrı bir problemdi. Emin olun çok yoruluyorduk ama bunların da üstesinden geliyorduk.

- Peki bu seneden itibaren ne oldu?

Bazen tiyatrolar bize “değerlendirmeyin bizi” diyorlardı. Biz arkasına düşüyorduk ama ben değerlendirilmek istemiyorum diyorlardı. O zaman sanki onları biraz rahatsız edip sıkıştırıyormuş durumuna da düşüyorduk.

Bu sene ise tiyatrolara şöyle dedik: Bu işin arkasında çok ciddi teknolojik bir sitem var ve sistemimiz de oturdu. Biz sizin için bir başvuru sayfası hazırlayalım ve gelin beni değerlendirin deyin bize. Ama oradaki sayfada künyenizi siz doldurun.

Çok teşekkür ediyorum hakikaten hepsi bizim için künyelerini doldurdular. “Kimin peşinde koşalım, kimi arayalım, doğru insan kim?” diye sormaktan kurtulduk. Bu sorumluluktan kurtulmuş olduk. Ve tabii onların isteklerini gördükçe, künyeler girdikçe oyunları gidip izlemek için biz daha çok motive olduk.

- Sizinle beraber 33 jüri üyesi var. Bildiğim kadarıyla bütün üyeler, bütün oyunları görmüyorlar. O süreci de anlatır mısınız?

Ona çok güzel bir sistem oturttuk. Ben aman bu işler sistemli olsun dedim. Bana önce yok olur mu filan dediler ama oyunlar çoğaldıkça zaten çok ihtiyacımız oldu.

Yani benim dışımda kalan 32 kişi gruplara ayrılıyoruz. Çünkü benim hepsini kontrol edip her oyuna da bir şekilde kendim için gitmek istiyorum. Yoksa jüri başkanı sadece son yirmi oyunu izler. Yönetmelikte de öyle yazar ama bu sene izlediğim 52 tane oyun var.

Sekiz grubumuz var. Her grubun oyunlarını, ben her ay toplantımızdan önce hazırlayıp yeni oyunları düzenliyorum. Her grubun oyunlarını listeler halinde veriyorum.

Tabii bu bir ay boyunca “aman o oyun iyiydi ya da bir oyunu sevdik ve oyunda şöyle bir şey var, bu enteresan galiba, bir başkası da baksa” falan dediğimiz pek çok şey oluyor.

Bir grubumuz var, kendi aramızda konuşuyoruz. Sizin listenizde olmasa da siz o oyuna gidiyorsunuz. İkinci toplantıda biz zaten bir önceki listeyi gruplar önce oturup çalışıyorlar. Bütün listeyi çıkarıyorlar.

Neler var neler izlediler neler mutlaka izlenmeli nelere biraz dikkat edilmesinde yarar var. Bizimle paylaşıyorlar bunları. Her grup prezantasyonunu yapıyor. Tartışıyoruz. Aramızda “Şunu mutlaka görün, bu gümbür gümbür geliyor arkadaşlar, bunu şimdiden görün” diyoruz. Biz kendi listelerimizin dışında o oyunlara da gidiyoruz. Ama her grup aşağı yukarı 28-30 tane oyunu zaten izlemek zorunda. Her oyunda beğenin ya da beğenmeyin en az altı kişi izleyip ona göre karar vermek zorunda. Aman bir kişi beğenmemiş, hadi bakalım bunu kenara koyalım diye bir şey yönetmelikte yok.

- Biz bu söyleşiyi törenden yaklaşık 3 saat önce yapıyoruz. Kazananlar belli ama jüri başkanı olarak siz dahi bilmiyorsunuz. Bu süreçten de biraz bahsedebilir misiniz?

Biz bütün toplantılarımızı bitirdikten ve basın toplantımızı da yapıp adaylarımızı açıkladıktan sonra bu törenden bir gün ya da iki gün önceki pazar günü tekrar son toplantıda noter eşliğinde bir araya geliyoruz.

26 yıldır değişmeden bizimle beraber olan Beşiktaş 6. Noteri Müjgan Ertuğrul Hanım da geliyor ve kapalı zarf usulü yapıyoruz.

Adaylarımız belli ve üç, dört sayfalık formumuz var. Sekiz-on tane odamız var, herkesi ayrı odalara alıyoruz. Biri girip biri çıkıyor ama işi biteni çıkarıp yeni olanı almak için kapıda mutlaka birileri bekliyor. İçeride tek başımıza adayları işaretledikten sonra o kâğıdı katlayıp zarfın içine koyup zarfı da yapıştırıyoruz ve o zarfı notere siz teslim etmek zorundasınız.

İki oda ileride bekleyen notere kimse sizin için alıp götürmüyor, işiniz bittikten sonra notere onu siz veriyorsunuz. Biz orada oturup bekliyoruz.

Noterle birlikte bu konudan sorumlu Yapı Kredi tarafından bir arkadaşımız daha var. Onunla beraber oturuyor ve sonuçları ortaya koyuyorlar.

- Siz neden bekliyorsunuz?

Eşitlik çıkarsa diye. Bu sene olmadı ama bazen oluyor.

Eşitlik çıkmıyorsa eğer noter hanım bize gelip çok “Teşekkürler, eşitlik yok. Hepiniz serbestiniz, gidebilirsiniz” diyor ve biz dağılıyoruz.

Biz de dahil sonuçları hiç bilmiyoruz. Hepimizin adayları ilk beşten farklı olabiliyor.

Eşitlik çıkarsa da noter hanım “Şu kategoride eşitlik var” diyor. Şu isimler, o isimler diye değil de mesela erkek oyuncu kategorisinde eşitlik var diyor.

Herkese tekrar yeniden o kategoride yeni formlar veriliyor girip tekrar işaretliyor. Onlar sayılıyor. Eğer tekrar eşitlik çıkarsa jüri başkanı olarak benim oyum iki tane sayılıyor.

"Jenerasyonlar tazelendikçe bu konuda çok daha başka türlü değerlere sahip genç insanlar geliyor ve bu çok sevindirici"

- Geçtiğimiz hafta TÜİK bir rapor yayınladı. Genel tiyatro seyircisi 2023 yılında bir önceki sezona göre yüzde 15,2 arttı. Ama bu artışın çok önemli bir kısmı çocuk seyirci ve oyunlarında gerçekleşti. Bu durum nasıl yorumlanabilir?

Ben bunu; çocuk yetiştiren genç insanların bakış açılarının, yeni gelen jenerasyonun biraz daha sanatı sahiplenmesinin, sanatın evrenselliğini yakalamasının bir sonucu olarak görüyorum. Çünkü o zaman çocuğunuzun elinden tutup “Çocuk dur anne/baba dese de ebeveyn; hadi bakalım evladım, yürü gidip bu oyunu izleyelim” diyor.

Geçen gün Fransız Sarayı'nda eşimle beraber, İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın çok güzel bir konserine gittim. Önümüzde genç bir anne/baba, ortalarında da 9-10 yaşlarında çocukları oturuyordu. Çocuk yere iniyor, yukarı kalkıyor, sağa dönüyor ama anne baba gıkını çıkartmadı. “Hadi evladım, birazdan evladım. Bak arkadakiler rahatsız oluyor, hadi izleyelim” dediler.

Arada ben, “Çok lokum, bravo iyi ki getirmişsiniz” dedim; “Ya biraz söyleniyor ama getiriyoruz, böyle olmazsa çocuk neyi bilip de sevecek” dediler.

Antik Yunan’dan kalan bir laf gibi, “İnsanın iki kanadı vardır. Biri bilgi, biri sevgi” bilirseniz seversiniz, ondan sonra uçar gidersiniz. Şimdi bu çocuk bilirse, hele küçük yaştan itibaren bilirse sever ama bunu sağlayan anne/baba.

Jenerasyonlar tazelendikçe bu konuda çok daha başka türlü değerlere sahip genç insanlar geliyor ve bu çok sevindirici. Sanatın birleştiriciliğinin çok net bir şekilde farkındalar.
Bilerek götürüyorlar. Çocuk sevmese de üç kere deniyorlar. Eskiden çocuk ne anlar biz kendimiz izleyelim derken şimdi öyle demiyorlar.

"Tiyatroya nasıl istiyorsa gelsinler; sadece Allah aşkına, tiyatroda şu telefonunu açmasın"

- TÜİK'in açıkladığı veriler, bazı gazetelerin attığı manşetler tiyatronun yükselişte olduğunu söylüyor. Tiyatro gerçekten bahsedildiği gibi ‘altın çağını’ mı yaşıyor?

Çok oyun demek, sunabileceğiniz seçeneğin çok fazla olması demek; bilinçlendirdiğiniz seyirci sayısının çok olması demek. Onun için iyi bir şey.

Biraz önce dediğim gibi üniversite öğrencileri, daha genç insanlar tiyatroya gitmekten müthiş keyif alıyorlar. Tiyatro seyircisinin yaşı ve ilgisi de çok net bir şekilde görünüyor. Dolayısıyla da altın çağı yaşıyor diyebiliriz.

Pandemiden önce üç dört yıl biz hakikaten ‘vay’ dedik. Çünkü birdenbire sayılar arttı. Afife Tiyatro Ödülleri’nde son on yılda 50 oyundan, 70 oyundan değerlendirilen 200 oyunlara geldik. Bu acayip bir şey, ne oluyor da öyle oluyor? Hele ki pandemiden sonra da inanılmaz bir patlama oldu.

Her şey çok iyi, müthiş oyunculuklar, müthiş oyunlar olmasa da olur. Biz neyi biraz daha dikkatli izleyeceğimizi bilelim. Onun için bence de altın çağını yaşıyor.

Ama herkes çok sıkıntıda, hâlâ çok ciddi desteğe ihtiyaç var. Tiyatrodan eminim hâlâ para kazanılmıyor. İnsanlar diziler yapmasa başka şeylere koşturmasa, bu sanata bu kadar destek veremeyecekler.

Bu konuda Yapı Kredi Bankasını tepemizde taşımamız lâzım. Ben bakıyorum, sporda o kadar çok sponsor var ki, sanatta kaç tane var? Ben unuttuysam siz bana hatırlatın ama o kadar az ki, böyle destekler çok ama çok kıymetli ülkemizde.

- Tiyatroya giderken dikkat edilmesi gereken bir şey var mı? Bu geleneksel kuralların, tiyatro kitlesinin de gençleşmesiyle değişmesi gerektiğini düşünüyor musunuz?

Bazen yaşım itibariyle kendi kendime “Güzel evladım, sen bu şortla gelmeseydin, bu parmak arası terlikle gelmeseydin, ne güzel olurdu” diyorum. Ama sonra da “O çocuk öyle rahat ve ondan keyif alıyor. O rahatlığı ile de tiyatroya gerçekten severek ve koşa koşa geliyor” diye düşüyorum.

Nasıl istiyorsa gelsinler. Sadece Allah aşkına, tiyatroda şu telefonunu açmasın, fotoğraf çekeceğim diye uğraşmasın. Kayıt yapacağım, Instagram'a, sosyal medyama koyacağım diye uğraşmasın. Çok rica ederim. Fuayede de bağıra çağıra oyuncuları ya da oyunu yermesin. Seviyorsa yapsın. Çünkü içeride her şeyi duyuyor insanlar. Demotive olabiliyorlar. Biraz onlara dikkat etsinler. Onun dışında neyle geliyorlarsa gelsin. Başımızın üstünde yerleri var.

Yazarın Diğer Yazıları

Nobel Ödüllü yazar Annie Ernaux’yu beklerken, perküsyoncu ile tanıştı; yazdığı oyunla Afife ödülünü kazandı!

“Tiyatro yapmaya devam etmek için tiyatroya duyduğun aşk, yaşayacağın zorluklar ve sıkıntılarla dengelenecek kadar büyük olması lazım. Sanatçı dediğimiz şey hassas bir varlık. Böyle bir mücadele içerisindeyken çok kırılabilir, dökülebilir bu hassas ruh. Bu yüzden bunun altından her zaman belki en iyiler, en yetenekliler değil de daha dayanıklı olanlar ya da buna hazırlıklı olanlar kalkıyor da olabilir. Bu yüzden yetenekli insanların, özel insanların, tiyatro aşkıyla üretmek isteyenlerin ancak birbirimize destek olursak belki hâlâ tiyatro yapmaya devam edebileceklerini umut ediyorum. Böyle bir güven ve birlik ancak bu zorlukları dengeleyebilir herhalde”

Kaybolan cansız manken ‘Sabit Efendi’yi arayan bir memurun hikâyesi

"Aslında birden fazla Sabit Efendi var. Sosyal yaşamımız -geçmişimiz- onlarla dolu. Hepsi bir dükkânda bir köşe başında, bir pencere arkasında konumlanmış. Akış içinde bize yol gösteriyor, selam veriyorlar. Kiminin her gün önünden geçiyoruz kimini de uzun süre görmüyor bir vakit sonra karşılaştığımızda ‘evet bu da vardı, ne güzel!’ diyoruz. Onlar bizim için bir kılavuz ve gerçekçiliğimizin sabit kanıtları. Şüphe ve kuşkularımızı örtbas ediyorlar. Bu doğrultuda varlıkları bizi şekillendiren kalıpların, mutlak düşüncelerimizin sonucu. Tabi bazen o köşeleri ve dükkânları kaybediyoruz. Yolumuzu şaşırıyoruz. Sanırım bu Sabit Efendilerin içinde bir tanesi hakikati en çok temsil eden hangisiyse onun yokluğu bizi yıkıma götürüyor"

Aşk, keşif ve macera dolu kuir bir anlatı; genç tiyatrocu Berfin Ertan, Mahallemiz Eşrafından'ı anlatıyor

"Ben ilk 11 yaşımda tiyatrocu olacağım dediğimde Oscar’a gideceğim diye başlamıştım. Sektörün gerçek yüzüyle karşılaşınca o çocuksu hayallerin biraz zarar görüyor. Ama 'Sektörün dışında kendine daha farklı bir yol çizebilirsin' diye kendime sürekli hatırlatıyorum. Bu konuda ufkumu hep geniş tutmaya çalışarak daha çok insana ulaşmaya çalışıyorum. İçinde yaşadığımız zenginliği alıp uluslararası alana, yaratılan bütün bu sınırların ötesine taşımak istiyorum ve hep bunun peşinden koşacağım"