08 Şubat 2025

Linçler ve Dudaklar | Bu oyun isminin kurbanı mı oluyor?

“Düşünmek ve tarafsız bakmak reflekslerimiz arasında yok. Son dönemde yapılan gözaltı ve tutuklamaların hangi etiketlerle topluma sunulduğunu, insanların sapla samanı nasıl da birbirine karıştırdığını görüyoruz. Bir menajerin mesela kendi işinde yapmış olduğu haksızlığın pornografik hırsı, insanları politik olarak sessizleştirebiliyor, haksızlığa ses çıkarmaz hâle getirebiliyor”

Hare Sürel ve Cihat Süvarioğlu | Linçler ve Dudaklar oyunundan

Halil Babür’ün yazıp yönettiği ve Cihat Süvarioğlu, Hare Sürel, Onur Gürçay, İlyas Özçakır ile Ceren Köse'nin rol aldığı Linçler ve Dudaklar, 28. İstanbul Tiyatro Festivali'nde prömiyerini yaptı.

Yeni sezonun ses getiren yapımlarından biri olan oyun, tek romanıyla tanınmış yazar Cemal’in hayatını ve çatışmalarını ele alıyor. Babasından kalan eski bir evde yaşayan Cemal, sosyal medya yayıncılığı yaparak "aykırı fikirleriyle" insanları etkiler.

Linçler ve Dudaklar, modern dünyada bireyin var olma çabalarını, sosyal medyanın ve linç kültürünün bu süreçteki etkilerini çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor.

9 Şubat'ta Zorlu PSM'de, 18 Şubat'ta ise Mall of İstanbul MOİ Sahne'ne oynayacak oyunun yazarı ve yönetmeni Halil Babür; Linçler ve Dudaklar'ın yaratım sürecini, son zamanlarda hayatımız da geniş yer tutan linç kültürünü ve sansür ve otosansüre dair düşüncelerini T24’e anlattı.

Halil Babür

- Linçler ve Dudaklar’da linç kültürünü derinlemesine işliyorsunuz. Böyle güncel bir meseleyi anlatma fikri nasıl ortaya çıktı? Biraz oyunun yaratım aşamasından ve hikâyesinden bahsedebilir misiniz?

Linç artık rutinimiz. Ondan bahsetmek klişe bile sayılır artık. Zaten benim için de temadan öte bir şey değil. Hikâye kurarken bir konunun etrafında dolaşmayı seviyorum ve onu doğru buluyorum ben. Bu meseleler merkezde tek bir şekilde durursa politik doğrucu anlatıdan kaçmak zor. Linç kaçamayacağım toplumsal bi gündem. Bizim kafamıza takıp uğraştığımız şey eskimek, uyum sağlamak ve insanın özünde ne olduğuyla ilgili karar vermesi gereken süreçlerle ilgiliydi. Onu prova ettik, onun üzerine konuştuk daha çok. Belki isminin de kurbanı oluyor oyun. Benim gündemim toplumun katıldığı ve sıradanlaştırdığı eylemler değil, bireyin kendi iç gündemi ve kendisi hakkında düşünme şekli.

- Ana karakterimiz Cemal’in babasının fiziksel varlığı oyunda olmasa da, onun anıları ve eşyaları Cemal'in yaşamında büyük bir yer tutuyor. Babası, Cemal'in çatışmalarında bir yol gösterici mi, yoksa bir yük mü

Zamanla değişir bunlar. Önce yük olarak gördüğünüz miraslar, günün birinde, 35 yaşında, mesela yol göstericiye dönüşür birden. “Aile faşist bir kurumdur” gibi tek doğrucu cümlelere inanmıyorum ama hayatımızda çok net karşılıkları var, o kesin. Ebeveynin yokluğu bile bu kadar büyük iz bırakıyorken, onlar hakkında belirli olaylar üzerinden yargıya varamayız. Ben karar vermiş anlatıdan ziyade, düşünen anlatıdan yanayım. Babayı göstermeli, parçalar halinde gerçeğe temas etmeli ve üzerine düşünmeliyiz. Böyle olması için çabalıyorum şimdilik.

İlyas Özçakır, Hare Sürel, Cihat Süvarioğlu, Ceren Köse ve Onur Gürçay (soldan sağa)

- Cemal, komşularını kentsel dönüşüme ikna edemediği eski bir binada yaşıyor. Mekânın karakterlerin kimliği üzerindeki etkisi sanatta sıkça karşımıza çıkıyor. Sizce bir mekân sadece fiziksel bir alan mı, yoksa karakterlerin duygusal ve düşünsel dünyalarını da şekillendiren bir unsur mu?

Kentsel dönüşüm depremle yaşayan ve gelişmekte olan ülkelerin kimliği. Mekandan bağımsız olamaz hiçbir hikâye. Biz mekansızlığı hayal edebilecek veriye sahip değiliz insan olarak. Mekan varsa bize de bir etkisi var. Dolayısıyla evet, yazdığım çoğu şeyin tek mekan olması, genelde ev gibi yaşam savaşı verilen, kapalı devreler olması falan benle ve benim hayattaki bilgimle örtüşüyor. Yaşamı entelektüel düzeyde pek bilmediğimi, hatta böyle bir arzumun da olmayışını, bu yüzden genelde ev gibi tek mekanlı işler yazdığımı biraz kafa yorunca anlayabiliyorum. İnsan yazdığı şeye dikkatle incelirse kendi falına da bakıyor bi bakıma.

- Oyunun temelindeki linç kültürü, bireyleri yalnızca toplumsal değil, psikolojik olarak da etkiliyor. Sizce bu kavram bireysel özgürlüğü ve ifade alanını nasıl şekillendiriyor?

Linç bir eşik. O eşikle karşılaşıp ayakta kalırsan özgürsün. Yoksa yapmış olduğun eylemin sorumluluğunu topluma bırakır, sürüye katılırsın. Bütün terazin topluma göre şekillenir. Daha vasat ama belki daha mutlu bir seçim. Bilemiyorum. Cemal’in de sorusu bu. “Ben bu eşikle mücadele edip özgürleşecek miyim, yoksa vasatlığımı kabul edip topluma karışıp huzur mu bulacağım?”

Linçler ve Dudaklar oyunundan

- Sizce insanlar linç kültürünü nasıl bu kadar kolay benimseyebiliyor? Birey olarak bu akımdan kurtulmak mümkün mü?

Düşünmek ve tarafsız bakmak reflekslerimiz arasında yok. Mesela son dönemde yapılan gözaltı ve tutuklamaları hangi etiketlerle topluma sunulduğunu, insanların sapla samanı nasıl da birbirine karıştırdığını görüyoruz. Bir menajerin mesela kendi işinde yapmış olduğu haksızlığın pornografik hırsı, insanları politik olarak sessizleştirebiliyor, haksızlığa ses çıkarmaz hâle getirebiliyor. Oysa ikisi ayrı meseleler olmalı. Bir insan hırsızsa ve bu kanıtlanmışsa ona hırsız gibi muamele edilmeli. Hırsız diye işlemediğini bildiğimiz bir başka suçla (mesela cinayetle) cezalandırılmasına “zaten hırsızlık yapmıştı” diye ses çıkarmıyorsak o haksız lincin mağduru olmamızın eli kulağında demektir.

- Cemal, yazarlıktan fenomenliğe evrilen bir karakter. Onun dönüşümünde modern toplumun hangi zaaflarını veya değer kayıplarını eleştirmek istediniz?

Hakikatin önemsizleşmesi genel bir sorun ama Cemal’in dönüşümünü sakıncalı bulmuyorum. Aksine dönüşmesi gerektiğini düşünüyorum. Bir yazarla bir YouTuber arasında hiçbir fark görmüyorum. İşini iyi yapan, yaptığı işi seven ve onu yaparken mutlu olanın mutlu ettiğine inanıyorum. Oyunun eleştirel bir yönü varsa eğer, Cemal’in kendine yaptığı haksızlığın etrafında dolaştığını söyleyebilirim. Yeni, her zaman eleştirilir, yozlaşmayla ilişkilendirilir. İyi bir gamer çoğu yazardan daha iyi bir anlatıcıdır. Cemal’in sancısı yeniye olan uyumun sancısı, daha fazlası değil.

Cihat Süvarioğlu ve Hare Sürel | Linçler ve Dudaklar oyunundan

- Cemal’in dönüşümü üzerinden bir yazar olarak size de şunu sormak istiyorum; günümüz konjonktüründe içinde bulunduğumuz toplumu eleştiren veya politik metinler (edebiyat, sinema, tiyatro vs.) yazıldığında sansür ve otosansüre dair neler söylersiniz?

Yaşamak başlı başına politik bir meseledir. Ürettiğimiz şeyler de. Politika bizden azadeymiş de, profesyonellere ya da siyasetçilere bırakılması gereken bir şeymiş gibi davranılıyor. Tesadüf değil bu. Kendi hikâyelerimin daha çok felsefi sorulardan ortaya çıkan şeyler olduğunu düşünüyorum. Yaptığımız ve anlattığımız her şeyin ana teması politik unsurlara dayanıyormuş gibi okuma yapılıyor. Öyle bir gündemimiz var ki, her şey sağ-sol, sansür-otosansür gibi meselelerle kendiliğinden eşleşiyor. Oyunda da bununla ilgili bölüm var. Sanki herkes ve her şey haklı olmak için çaba gösteriyormuş gibi. Kimsenin huzura ihtiyacı yokmuş gibi. Bunu yorucu buluyorum ve kişisel olana odaklanmaya çalışıyorum. O yeterince politik. Sansür ve otosansür değişerek, çeşitli şekillerde var olacak. Her gün ve yeniden onu aşmanın yolları bulunacak. Eşyanın tabiatı bu. Asıl sorun, bu hikâye para etmez, bunu kimse anlamaz, seyirci izlemez diyerek yapılan otosansür. Her gün bununla savaşıyorum. Benim işim bununla savaşıp hikâyeye bakışımı korumak ama git gide zorlaşıyor.


Yazarın Diğer Yazıları

Şubat ayında kaçırılmaması gereken bütçe dostu tiyatro oyunları

Sizin için her ay; bütçe dostu, izleyenler tarafından yüksek puan almış, İstanbul'da sahnelenen 4 oyunu derleyeceğim. Hadi gelin 2025 yılının Şubat ayında listemize neler girmiş hep beraber bakalım

Tiyatrocu Elif Ongan Tekçe: Yan yananın bile ayrı yazıldığı buralardan başka gidecek yer yok

“İklim krizi ve çevre problemi şu anda bence dünyanın en büyük felaketi… Şu anda ülkenin %70’i kuraklık yaşıyor. 2050 yılında şiddetli kuraklık öngörülüyor. Gidecek başka yerimiz yok. Burada içerden bir değişime kulak vermek gerek. Bu bağlamda bence en büyük felaketlerden biri de her şeye geç kalma düşüncesi”

Baletler neden paytak yürür ve neden pointe çıkmaz; İstanbul Devlet Opera ve Balesi baş dansçıları anlatıyor

“Bazen çok fazla oluyor, alkışı kesmek istiyorum. Şöyle kesiyorum; alkış devam ederken ben başlıyorum. Şef ile olan iletişimle müziği bir şekilde başlatıyorum. Çünkü konu daha yeni başladı, oradaki akış devam etmeli”

"
"