07 Eylül 2024

Baby Reindeer ve Fleabag'i dünyaya tanıtan Fringe Festival İstanbul’da!

“Ana akım festivallere muhalif değiliz, elbette bazı konularda farklılaşıyoruz, zaten olması gereken de bu”

1947 yılında Uluslararası Edinburgh Festivali'ne davet edilmeyen sekiz tiyatro topluluğunun şehrin çeperinde kendi başlarına yaptıkları gösterilerle başlayan ve günümüzde 58 farklı ülkeye yayılan Fringe Festival, artık şehirlerin merkezlerinde çok uluslu bir festivale dönüştü.

77 yıldır neredeyse her sene, Ağustos ayında Edinburgh'da düzenlenen festival, tiyatro, komedi, dans, fiziksel tiyatro, sirk, kabare, çocuk gösterileri, müzikaller, opera gibi birçok sahne sanatını dünyanın çeşitli yerlerinden gelen izleyicilerle buluşturuyor.

Dünyanın Mr. Bean olarak tanığı Rowan Atkinson ile 2014 yılında hayatını kaybeden ABD'li komedyen Robin Williams'ın ilk performanlarını sergilediği Edinburgh Fringe Festival; güncelliğini hâlâ koruyan Phoebe Waller-Bridge'in Fleabag'ine, Baby Reindeer'dan tanıdığımız Richard Gadd'ın Cheese & Crack Whores ve Breaking Gadd gibi otobiyografik oyunlarına da ev sahipliği yapmıştı.

Dünyadaki en önemli biletli etkinlikler arasına giren Fringe Festival, Galatasaray Üniversitesi Tiyatro Topluluğu'nda tanışan bir ekibin öncülüğünde 2019 yılında İstanbul'da ilk kez yapıldı. Bu yıl altıncısı düzenlenen Istanbul Fringe Festival'in Eş Kurucusu ve Kültür Politikaları Direktörü Zeynep Uğur, festivale dair merak edilenleri T24'e anlattı.

Zeynep Uğur

“Siyasal söylemlerde tiyatro, opera gibi disiplinler ‘buralı’ olmayan, ithal edilmiş disiplinlermiş gibi hedef gösterilebiliyor”

- Istanbul Fringe Festival’ine geçmeden önce “Fringe Festival” nedir ve tarihinden biraz bahsedebilir misiniz?

“Fringe” kelime olarak çeper, saçak, marj, kenar gibi anlamlara geliyor. 1947’de Uluslararası Edinburgh Festivali’ne davetli olmadıkları halde gelen birkaç ekibin gösterilerini şehrin "fringe”inde kendi kendilerine sergilemeye karar vermesiyle Edinburgh Fringe Festival doğuyor. Bugün dünyanın en büyük ve önemli gösteri sanatları festivallerinden biri niteliğinde. “Fringe” daha sonra bir akıma dönüşüyor ve başka şehirlere yayılıyor. Bugün dünyada şehirlerle özdeşleşen 300 kadar Fringe Festivali var. Bir Dünya Fringe Ağı var ve festivaller birbiriyle iletişim içinde olsalar da bu ağın esnek bir yapısı var. Festivaller her şehirde farklı ölçek, sanatsal içerik ve vizyonla gerçekleştiriliyor. Yine de bu festivallerin alternatif olana alan açma, şehrin alternatif mekanlarını kullanma, kariyerinin başındaki sanatçıların deneysel işlerin, görünür kılma, ana akımın dışında kalan işlere yer verme gibi noktalarda ortaklaştığını söyleyebiliriz.

İlk festivalden bir kare (Kaynak: World Fringe)

- Türkiye'de sahne sanatlarının başlı başına 'fringe' olduğunu düşünüyor musunuz?

Türkiye’nin toplumsal ve siyasal bağlamında kültür ve sanatın bizatihi kendisi kenara itiliyor. Alanda üreten herkes büyük ekonomik zorluklarla karşı karşıya. Siyasal söylemlerde tiyatro, dans, opera, performans gibi disiplinler “buralı” olmayan, ithal edilmiş disiplinlermiş gibi hedef gösterilebiliyor. Bu nedenle de çok kırılgan, kendi yağıyla kavrulmak zorunda kalan bir alan var. Ben bunu çok sık vurguluyorum, Batı’da Batı’yı anlatmak için kullanılmış kavramları aynen alıp kullanmamız düşünce dünyamızı daraltabiliyor. Türkiye’nin Avrupa ülkeleri ya da Amerika gibi bir ana akım-alternatif alan inşası yok. Herkes aynı kırılgan zeminin üstünde yürüyor ve her an mülksüzleşme ile, mekanını terk etmek zorunda kalmak gibi tehlikelerle karşı karşıya. Bir yandan da tabii ki sektörde farklı farklı aktörler var ve küçük bağımsız sahnelerle özel sektör tarafından desteklenen büyük prodüksiyon tiyatrolarının karşı karşıya olduğu riskler aynı değil. Alanın da homojen olmadığını unutmamak lazım. Bu söylediklerimi işin sanatsal kısmını dışarıda tutarak söylüyorum. Sahne sanatlarında üretimlerin “fringe” olup olmadığı bambaşka bir tartışmanın konusu.

“İstanbul giderek ekonomik ve politik faktörler sebebiyle dünyadan kopmaya başlamıştı”

- Peki, siz hangi motivasyonla festivalin İstanbul’da da yapılmasını istediniz ve kurucu ekip nasıl bir araya geldi?

Biz çekirdek bir ekip olarak Galatasaray Üniversitesi’nde farklı farklı bölümlerde okurken Galatasaray Üniversitesi Tiyatro Topluluğu’nda beraber tiyatro yapıp o arkadaş grubunu devam ettirmiş bir ekibiz. Bizim toplulukta olduğumuz dönemde Fringe ekibinin yanı sıra Nezaket Erden, Ziya Demirel, İlyas Özçakır, Çağdaş Ekin Şişman, Doğa Nalbantoğlu, Ozan Küren gibi bugün tiyatro ve sinemada aktif olarak üreten insanlar vardı. Büyük bir arkadaş grubu olarak devam eden bu toplulukta kültür ve sanatla ilgili bir şeyler yapmak isteyen insanlar olarak birbirimizin üretimlerinden beslendik ve bu konuda iletişimde kalmaya devam ettik.

Festivalin Sanat Direktörü Emre Yıldızlar Brüksel’de Ecole Lassaad’da fiziksel tiyatro eğitimi aldıktan sonra orada kurduğu kumpanyalarla Stockholm ve Atina Fringe festivallerine katılmıştı. Fringe festivallerini bu sırada keşfeden Emre’nin aklına “İstanbul’da niye bir fringe yok, biz yapsak aslında!” fikri düşmüş. Bu fikri ilk olarak Emirhan Altunkaya ve Denizhan Çay’a açıyor, beraber bunun için çalışmaya başlıyorlar. Ben de aynı sıralarda Türkiye’de gösteri sanatları ve sosyal bilimleri birleştiren bir proje yapmayı istiyordum, Emre’yle bunun için konuştuğumda “İstanbul’da Fringe yapıyoruz, sen de bu işin içindesin!” dedi. Hiç ikiletmedim. İletişim için yıllardır pek çok farklı mekanın ve festivalin kurumsal iletişiminde çalışan arkadaşımız Eda Erman da dahil olmalı dedim. Eda da büyük heyecanla karşıladı. O sıralarda yeni tanıştığımız Gizay Akdoğan da projeye katıldı ve özellikle prodüksiyon alanındaki bilgilerini paylaştı. Yavaş yavaş projeyi duyurmaya başlayınca Erasmus yaparken Prag Fringe’de çalışan Zeynep Demir, “Ben Fringe yapacaktım İstanbul’da, siz kimsiniz? Ben de bu işin içinde olmak isterim” diye bir mail attı ve hemen dahil oldu. Böylece bu projeye tutkuyla inanan bir ekip olarak toplandık, giderek de çoğalıp çemberi genişletiyoruz.

Emirhan Altunkaya, Zeynep Demir, Zeynep Uğur, Eda Erman, Emre Yıldızlar, Gizay Akdoğan (soldan sağa)

Emre’nin ilk fikri çok temel bir ihtiyaçtan ortaya çıkıyordu: İstanbul giderek ekonomik ve politik faktörler sebebiyle dünyadan kopmaya başlamıştı. Özellikle performans sanatlarında İstanbul’un çok dinamik bir alternatif sahnesi varken yurt dışında benzer işler yapan sanatçıları İstanbul’da izleme imkânı yoktu. Çok az sayıdaki uluslararası gösteriye de öğrenciler ve genç sanatçılar yüksek bilet fiyatları sebebiyle çok kısıtlı bir şekilde erişebiliyordu. İstanbul’a kariyerinin başındaki sanatçıların yenilikçi işlerinin erişilebilir fiyatlara izlenebileceği, insanların birbiriyle tanışıp kozmopolit bir atmosferi birlikte deneyimleyebileceği bir festival katma motivasyonundan yola çıktık.

Bir yandan da her şeyden önce bir arkadaş grubu olmamız festivalin enerjisine de yansıyor. Tiyatro topluluğunda deneyimlediğimiz gibi, birbirimizle “oyun oynama” ve birlikte bir şeyler üretme halini devam ettirmeye çalışıyoruz belki. Ne mutlu ki bu başka insanlarda da karşılık buluyor.

“Ana akım festivallere muhalif değiliz, elbette bazı konularda farklılaşıyoruz, zaten olması gereken de bu”

- ‘Fringe’in ruhuna uygun olarak İstanbul’daki köklü tiyatro festivallerine muhalif olmak için böyle bir girişimde bulunduğunuzu söylemek doğru olur mu?

Ana akım ve alternatif alanın Türkiye’de Batı’daki gibi gelişmediğinden bahsetmiştik. Biz 2019’da başladığımızda İstanbul’da çok değerli bazı uluslararası bağımsız gösteri sanatları festivalleri olmuştu; ancak maalesef sona ermişlerdi. Uluslararası iş yapan tek festival İKSV’nin İstanbul Tiyatro Festivali’ydi. İstanbul kadar büyük bir şehirde bu imkân bu kadar darken festivali İKSV’nin festivaline karşı konumlandırmanın bizce hiçbir gerekliliği yoktu. Aynı anda yapsak sadece seyircileri zaten az yakalanan bir fırsat olan uluslararası işleri izleme noktasında seçim yapmak zorunda bırakacaktık. O nedenle biz hiçbir zaman bir anti-festival değil alanla ilişkilenen, dayanışan bir festival olmaya gayret ettik. O dönem festivalin geçmiş direktörleri Dikmen Gürün ve Leman Yılmaz’dan da destek gördük, rakip olarak konumlandırılmadık. Dolayısıyla ana akım festivallere muhalif değiliz. Elbette bazı konularda farklılaşıyoruz, zaten olması gereken de bu. Eksik gördüğümüz, farklı düşündüğümüz, eleştirdiğimiz, kendimiz ihtiyacını hissettiğimiz şeyleri kendi festivalimizde yaratmaya çalışıyoruz. Bunlarla ilgili de açık bir iletişim ve fikir alışverişi halindeyiz zaten.

Eski İstanbul Tiyatro Festivali Direktörleri Dikmen Gürün ve Leman Yılmaz (soldan sağa) | Fotoğraflar: İKSV

- Istanbul Fringe Festival olmasaydı hangi oyunları nerelerde görmek kesinlikle mümkün olamazdı dersiniz?

Istanbul Fringe Festival’e gelen hiçbir uluslararası işi İstanbul’da görmek mümkün olmazdı sanırım. Geçmişe baktığımızda ilk aklıma gelenler 2022’de Panos Malactos’un performansı Sadboi, 2023’te The How Theater’dan My Favorite Person, 2023’ün açılış gösterileri Thick & Tight Theatre’dan Thick & Tight ve The Princess & The Showgirl, yine 2023’te DasDas’da Alexandros Stavroupoulos’un o seneye damga vuran gösterisi On Wednesdays We Wear Pink belki özellikle “cesur” bulunabilecekleri için biz olmasak Türkiye’de kolay kolay gösterilmeyecek işlerdi.

Sakıp Sabancı Müzesi, Arter gibi mekanların bağımsız bir performans sanatları festivaline kapılarını açması, Kadıköy Belediyesi Alan Kadıköy, Caddebostan Kültür Merkezi, Barış Manço Kültür Merkezi gibi belediye sahnelerinin genel programlarından farklı, deneysel işler göstermesi sanırım bizden başka çok insanın programladığı bir şey değil. Tuhafier, Eksibir, Bova Sahne gibi mekanlarda performans sanatları işleri programlamak da 90’lı yıllarda yaygın olsa da günümüzde alışılmışın dışında bir pratik oldu. Kamusal alanlarda işler de aynı şekilde. Mehmet Ayvalıtaş Meydanı, Gazhane, Santralistanbul gibi mekanlarda artık pek yapılmayan şekilde halka açık gösteriler gerçekleştirdik. Özellikle 2021’in açılış gösterisi Gazhane açık alanda halka açık olarak gerçekleştirilen yine bir Stavropoulos gösterisi Cinderella’s’ı 1000 kadar insan izledi. Bunları biz yapmasak mümkün olmazdı galiba.

My Favorite Person

“Yurtdışından bir işi Türkiye’ye getirmek tabii çok masraflı; genellikle uçak biletleri ve konaklama ücretleri karşılanmıyor”

- ‘World Fringe Network’ün festivalin düzenlenmesinde maddi-manevi ne gibi katkıları oluyor ve tam olarak misyonu nedir? Bu ekipleri Türkiye’ye getirmek çok masraflı değil mi, bunu nasıl karşılıyorsunuz?

World Fringe Network bir kurumdan ziyade uluslararası bir festival ağı. Maddi herhangi bir misyonu yok. Fringe bir marka olduğu için dünyanın herhangi bir yerinde bir Fringe festival yapmak isteyen birinin buraya kaydolup izin alması gerekiyor. Temel misyonu bütün Fringe festivallerin birbiriyle iletişim kurabileceği, bilgi ve deneyim paylaşabileceği, birbirini güçlendirebileceği bir platform görevi görmek. Düzenli toplantılar ve kongreler gerçekleştiriyor. Bu şekilde tanışan festivaller arasında iş birlikleri doğabiliyor. Bir de Fringe festivallerini takip eden uluslararası bir sanatçı kitlesi var. Birbirimizi duyurmamız sayesinde farklı Fringe’lerden haberdar olup, referans alıp başvuruyorlar. Biz özellikle Amsterdam, Stokholm, Selanik, Milano / Catania, Kıbrıs ve Prag Fringe festivalleriyle yakın iletişim halindeyiz ve iş birlikleri yapıyoruz.

Yurt dışından bir işi Türkiye’ye getirmek tabii çok masraflı; ancak Fringe festivallerine katılan sanatçılar genellikle bu festivallerin katılım koşullarından haberdar. Genellikle uçak biletleri ve konaklama ücretleri karşılanmıyor. Dekor kamyonları çok masraflı olduğu için Fringe festivallerini turlamak isteyen sanatçılar bavula sığıp seyahat edebilecek gösteriler yapmayı tercih ediyor. Bizim şartlarımız da benzer. Özel projelerle konsolosluklar ve Avrupa fonlarından gelen finansmanlarla mümkün mertebe kaynak yaratmaya çalışıyoruz.

- Dünyadaki diğer ‘Fringe Festival’lerle kıyasladığımızda 6’ncı yılınızda neredesiniz?

Ben bu yıl Catania Fringe’de dünyadan pek çok Fringe festival direktörüyle bir araya geldim ve bu karşılaştırmaları uzun uzun konuştuk. Fringe ağı dışında da Avrupa Festivalleri Derneği (EFA), Uluslararası Çağdaş Sahne Sanatları Ağı (IETM) gibi uluslararası ağları da aktif olarak takip ediyoruz ve kendi deneyimimizi sürekli karşılaştırıyoruz. Kente yayılmak, mekân kullanımı, seyirci kapasitesi, görünürlük ve bilinirlik, doluluk oranı ve özellikle katılımcı profilinin yaş ortalamasının gençliği noktalarında oldukça ilerdeyiz ve iyi örnek olarak gösteriliyoruz. Avrupa Fringe’lerinde, özellikle de anadili İngilizce olmayan ülkelerde Fringe festivallerinin en çok zorlandığı konular katılımcı kitlesi oluşturmak ve gençlerle hitap etmek olarak öne çıkıyor. Bizim ilk yılımızdan itibaren festival hitap ettiği genç kitle tarafından çok organik bir şekilde sahiplenildi ve giderek büyümeye de devam ediyor. Bütün bunlarda pek çok ülkeden çok daha ilerde de olsak ekonomik kaynak Türkiye’de bu fonların azlığı nedeniyle en çok zorlandığımız ve diğer ülkelere göre daha geride olduğumuz konu oluyor.

- Biraz da bu yılki festivalin programını anlatır mısınız, bizi neler bekliyor?

Her yıl festivali geliştirmeye çalışıyoruz; bu yıl da bazı yeniliklerimiz var. Yıllardır çok severek çalıştığımız festival mekânımız ENKA Sanat’la bu sene ilk defa bir iş birliği yaptık. 17 Eylül’de ENKA Oditoryumu’nda sahnelenecek, ünlü Japon ressam Katsushika Hokusai’nin hayatından yola çıkan The Life of Hokusai heyecanla beklediğimiz bir gösteri. Istanbul Fringe Festival 2024’ün en geniş kapsamlı etkinliğini ise 15 Eylül’de ilk defa birlikte çalıştığımız Zorlu PSM Turkcell Platinum Sahne’de Tayvan’dan Shinehouse Theater’ın The Whisper of the Waves gösterisi olacak.

European Festivals Associations EFFEA Emerging Artists Fund’la ödüllendirilen Dünya Maskara, Istanbul Fringe Festival, Dance Laboratory Rhodes ve Dance Days Chania iş birliğinde gerçekleştirdiğimiz ortak bir proje. 21 Eylül 16.00’da Arter’de olacak. Festivalin bitişinde 22 Eylül’de de Türk ve Yunan ortak hafızasına bakan bu işi, İstanbul’da benzer bir temaya sahip çok ses getiren Büyük Zarifi Apartmanı oyunun yaratıcıları Anna Maria Aslanoğlu ve İlyas Özçakır’la birlikte Büyük Zarifi Apartmanı’nda, İstos Sahne’de konuşacağız.

The Life of Hokusai

Geçen seneki katılımcıların My Favorite Person gösterisinden hatırlayacağı Tana Sirois’in UnThethered performansıyla 14 Eylül saat 19.00’da DasDas’da olacak. Kendi Obsesif Kompülsif Bozukluk deneyiminden yola çıktığı bu işin ardından Tana’yla gösteri sanatlarında mental sağlığa alan açmak üzerine konuşacağız.

Her sene olduğu gibi yine oldukça yoğun ve katılımcıların gösterilerini izledikleri sanatçılarla atölye çalışması yapabilecekleri bir programımız var. Toujours de ¾ kısa oyunuyla programda yer alan Loraine Dambermont, 20 Eylül’de Aksanat’ta Contemporary Danced Self-defense atölyesini verecek. The Life of Hokusai’nin oyuncusu Katsumi Sakakura, oyunda da kullandığı “geibu” metodunu Geibu - Movement, Rhythm and Spirituality atölyesiyle 18 Eylül’de HOPE Alkazar’da katılımcılarla paylaşacak. R E B O U N D’ın dansçıcı ve koreografı, katılımcıların 2021’de Cinderella’s performansından da hatırlayacağı Marie Manoukian, 20 Eylül’de ÇAK’ta hareket etmeye pratiklerini gerçekleştirmek isteyen herkese açık Inner Globe atölyesini gerçekleştirecek. 14 Eylül’de Dès Vu’de Whisper of the Waves’in yönetmeni Poyuan Chung, Resonance of Body and Voice atölyesi verecek.

Tropikal Kapısı’nın oyuncularından Büşra Albayrak, 14 Eylül’de kendi stüdyosu TanzLab’de Pole Dance 101 atölyesiyle pole dance’e ilgi duyan herkese bir giriş atölyesi verecek. Festival katılımcılarının 2022 ve 2023 dans sololarından tanıdığı Becca Hoback, 13-20 Eylül arası HOPE Alkazar’da Türkiye’den katılımcılarla bir atölye serisi gerçekleştirecek ve bu sürecin sonucunda çıkan yaratıcı çalışma HOPE Alkazar’da bir work-in-progress olarak sergilenecek.

- Programı belirlerken ve temsilleri seçerken dikkat ettiğiniz hususlar neler?

Coğrafi olarak mümkün mertebe farklı ülkelerden işlere yer vermeye çalışıyoruz. Tiyatro, dans ve performans disiplinleri arasına eşitlikçi bir dağılım gözetmeye çalışıyoruz. Dans giderek biraz daha ağırlık kazandı; üst yazı gerekliliği olmadan mekan kullanabilmemiz ve İstanbul’da dansa açılan alanın giderek daralması bunun nedenlerinden.

Festivalin mekanları ise bu sene çeşitleniyor. Uzun zamandır severek çalıştığımız Akbank Sanat, Arter, Barış Manço Kültür Merkezi, BeReZe Gösteri Evi, DasDas, ÇAK Studio, ENKA Oditoryumu, Hope Alkazar, Kadıköy Belediyesi Alan Kadıköy’ün yanında bu yıl BOVA Beyoğlu, CoBAC Workspace, Eksibir, İstos, Öktem Aykut, Sahne Kadir Has, sbcs Studio ve Zorlu PSM Turkcell Platinum Sahnesi eklendi.

The Kitchen Dance _ A House Trance Vocabulary

- Son olarak sizin bu yıl festivalde “şunları sakın kaçırmayın” dediğiniz performanslar var mı?

Açılış gösterisi Yunanistan’dan The Black Matter Productions imzalı The Kitchen Dance _ A House Trance Vocabulary 13 Eylül’de Kadıköy Belediyesi Alan Kadıköy’den sonra 18 Eylül’de ise Eksibir’de bir kez daha seyirciyle buluşacak. Başvuruyu gördüğümüz an vurulduğumuz bir iş.

15 Eylül’de Zorlu PSM Turkcell Platinum Sahne’de gerçekleşecek olan Tayvan’dan Shinehouse Theatre’ın Whisper of the Waves gösterisini heyecanla bekliyoruz. Farklı karakter ve durumlar aracılığıyla insanların kendileriyle, başka insanlarla, hayvanlarla, bitkilerle ve doğayla kurdukları bağları çok şiirsel bir şekilde ele alan bu gösteri, dünyada gösteri sanatlarında giderek yükselen Tayvan’dan çok görkemli ve insani bir örnek.

ENKA Sanat ve Istanbul Fringe Festival işbirliği ile 17 Eylül’de ENKA Oditoryumu’nda sahnelenecek The Life of Hokusai ise nefes kesici bir gösteri. Bu sıra dışı performans, ünlü Japon ressam Katsushika Hokusai’nin hayatındaki iç çatışmaları, dans ve dövüş sanatlarının bir karışımı olan geibu aracılığıyla tasvir ediyor. Performans, sanatçının hayatından zorlu bir dönemini yansıtırken, eserlerinin devasa bir “canlı projeksiyona” yansıtılması ile izleyicilere büyüleyici bir görsel deneyim sunacak.

Her yıl farklı kısa gösterileri birleştirdiğimiz, klasikleşen Fringe Kısalar 21 Eylül’de Arter Sevgi Gönül Oditoryumu’nda bu kez farklı bir gösteri kombinasyonuyla seyirci karşısına çıkacak.

Zeynep Uğur kimdir?

Galatasaray Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler okuduktan sonra Paris Sosyal Bilimler Yüksek Enstitüsü’nde Siyasal Çalışmalar yüksek lisansını tamamlayan Zeynep Uğur, aynı bölümde doktorasına devam ediyor. Doktora tezinde 2000’li yıllardan itibaren Türkiye’de kamusal alanda kültürün dönüşümünü tiyatro üzerinden inceliyor. Kamusal alan, gösteri sanatları, yeni siyallaşma biçimleri ve kültür politikası çalışma alanları arasında.

On yıldır Paris ve İstanbul arasında yaşayan Uğur, Paris’te çeşitli üniversitelerde sosyal bilimler teorisi ve metodoloji dersleri verdi. Paris Nanterre Üniversitesi’nde Kültürel ve Kültürlerarası Aracılık yüksek lisans programında kültür projeleri ve kültürlerarasılık üzerine dersler veriyor. Sosyal bilimlerle gösteri sanatları arasında disiplinlerarası arayışlarını Istanbul Fringe Festival’de sürdürüyor.

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tek kişilik oyunların da bir festivali var; işte bu hafta kaçırmamanız gereken 7 oyun

"Sektörün Ara Sahne gibi birçok yere ihtiyacı var. Yoksa yalnızlaşıyoruz. Yalnızlaştıkça yoksullaşıyoruz, kaybediyoruz. Bir araya gelecek alanları çoğaltmalı, birlikte üretime katılmalıyız. Sadece böyle varolabiliriz"

Nobel Ödüllü yazar Annie Ernaux’yu beklerken, perküsyoncu ile tanıştı; yazdığı oyunla Afife ödülünü kazandı!

“Tiyatro yapmaya devam etmek için tiyatroya duyduğun aşk, yaşayacağın zorluklar ve sıkıntılarla dengelenecek kadar büyük olması lazım. Sanatçı dediğimiz şey hassas bir varlık. Böyle bir mücadele içerisindeyken çok kırılabilir, dökülebilir bu hassas ruh. Bu yüzden bunun altından her zaman belki en iyiler, en yetenekliler değil de daha dayanıklı olanlar ya da buna hazırlıklı olanlar kalkıyor da olabilir. Bu yüzden yetenekli insanların, özel insanların, tiyatro aşkıyla üretmek isteyenlerin ancak birbirimize destek olursak belki hâlâ tiyatro yapmaya devam edebileceklerini umut ediyorum. Böyle bir güven ve birlik ancak bu zorlukları dengeleyebilir herhalde”

Prof. Dr. Merih Tangün: Tiyatro bence de altın çağını yaşıyor ama herkes çok sıkıntıda, hâlâ çok ciddi desteğe ihtiyaç var

"Her şey çok iyi, müthiş oyunculuklar, müthiş oyunlar olmasa da olur. Biz neyi biraz daha dikkatli izleyeceğimizi bilelim. Onun için bence de tiyatro altın çağını yaşıyor. Ama herkes çok sıkıntıda, hâlâ çok ciddi desteğe ihtiyaç var. Tiyatrodan eminim hâlâ para kazanılmıyor. İnsanlar diziler yapmasa, başka şeylere koşturmasa, bu sanata bu kadar destek veremeyecekler"

"
"