14 Nisan 2024

Sömürgeciler: Ateş Toprakları'na özgü buz gibi bir western

Her ne kadar "dönem filmi" olsalar da bu filmlerin anlattığı hikâyelerin güncelliğini koruduğu aşikâr. Sömürgecilik dönemi geride kalmış olabilir fakat sömürgeciler hâlâ iş başındalar

Son dönem Latin Amerika sinemasında, yerli halkların katliamını westerne özgü unsurlara ve tekniklere dayanarak anlatan ve bu coğrafyanın sömürgecilik geçmişini büyüleyici bir sinematografi eşliğinde beyazperdeye aktaran yapımlar öne çıkmaya başladı.

MUBI Türkiye'de geçtiğimiz günlerde gösterime giren Sömürgeciler (Los Colonos) de bu filmlerden biri.

Geçen sene Cannes'da "Belirli Bir Bakış" bölümünde FIPRESCI ödülünü kazanan ve bu yıl Oscar yarışında Şili'yi temsil eden Sömürgeciler, Şilili yönetmen Felipe Gálvez'in ilk uzun metrajlı filmi. 

Film, dünyanın en güneyine, Patagonya'nın güney ucundaki Ateş Toprakları'na (Tierra del Fuego) götürüyor bizi. Bu topraklarda 19. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın başlarına kadar süren Selk'nam Soykırımı'nın belirli bir kesitine tanıklık ediyoruz. 

Yıl, 1901. "Beyaz Altın Kralı" lakaplı toprak ağası José Menéndez, koyunlarını Atlantik'e götürecek bir yol bulması için İngiliz bir askeri görevlendiriyor. Buradaki asıl görev, araziyi yerlilerden "temizlemek". Zira toprak ağasına göre, yerliler "vahşi hayvanlar gibi" onun koyunlarını yiyorlar.

İngiliz asker Maclennan, yanına keskin bir nişancı olan melez Segundo'yu da alıyor. Bu ekibe toprak ağasının Meksika'dan özel olarak getirttiği, "yerlilerin kokusunu kilometrelerce öteden alabilen" Amerikalı paralı asker Bill de ekleniyor. Böylelikle birbirine hiç güvenmeyen üç adamın Ateş Toprakları'ndaki şiddet dolu yolculuğu başlamış oluyor.

Bu yol hikâyesini, iki beyaz adamın saçtığı vahşeti durdurmak istese de buna cesaret edemeyen Segundo'nun gözünden izliyoruz. 

Tanrısal zenginliklerin peşinde

Kristof Kolomb'un Yeni Dünya'ya ayak bastığı 12 Ekim 1492 tarihinden itibaren bu topraklardaki her şey çok uzaktaki krallara ait oldu: denizler, ormanlar, dağlar, taşlar, madenler, toprak, gökyüzü, gökyüzündeki kuşlar, hayvanlar, insanlar ve onların dilleri, hikâyeleri, kültürleri, medeniyetleri… Sömürgeciler doymak bilmez bir iştahla ne varsa hepsine yavaş yavaş el koydular.  

İspanyol ve Portekizlilerin bir çığ halinde altınla gümüşe hücumu ve yeni sömürgelerinden köle emeğiyle kopardıkları değerli madenler, Avrupa'nın ekonomik gelişimini mümkün kılan temel unsur oldu.

Yeni Dünya, yüzyıllar boyunca servet arayan Avrupalıları kendine çekmeye devam etti. Hepsi bir mucizenin peşindeydi. Tüm limanlardan gemilere doluşarak okyanusları aşıyor, Altın Şehir El Dorado'yu ve Tanrı'nın onlar için ayırdığı hazineleri arıyorlardı. Yollarına çıkan yerli halkları katlederek, dağları haritadan silerek, nehirleri kurutarak, katliam ve yıkımlarla durmak bilmeden ilerlediler.

Kesik kulaklar ve resmi tarih

Güney Amerika'nın en güneyindeki takımadalardan oluşan Ateş Toprakları'nda sömürgecilik, bölgenin geri kalanına kıyasla çok geç bir tarihte başladı.

1520'de Macellan, Atlantik'ten Pasifik'e giderken bu bölgeden geçmiş, gemiler geçerken yerlilerin tepelerde yaktıkları ateşten dolayı, kutup ikliminin hüküm sürdüğü bu soğuk coğrafyayı "Ateş Toprakları" olarak tanımlamıştı. Kaşifler ve misyonerler bu toprakları ziyaret etmeye devam etseler de sert iklim koşulları ve çorak topraklar sömürgeciler için fazla bir şey vaat etmiyordu.

Latin Amerika genelinde sömürgecilik 19. yüzyılın başlarında büyük ölçüde sona erdi. 1816'da Arjantin, 1818'de Şili resmen bağımsızlığını ilan etti. İki ülkenin 1881'de aralarındaki sınır sorununu çözmesi ve Patagonya'yı paylaşması, bölgenin sömürülmesine ve yerlilerin katledilmesine zemin hazırladı.

Arjantin ve Şili hükümetleri, bu topraklarda büyükbaş hayvan yetiştirmek için özel mülkiyete dayalı geniş araziler (estancia) tesis ederek sömürgecilik mekanizmalarını sürdürdüler. Toprak ağalarının uçsuz bucaksız arazilerinde yerlilere yönelik şiddet eylemleri giderek artmaya başladı.

Selk'nam halkı, bu bölgenin kuzeydoğu kesiminde yaşayan yerli topluluklarından biriydi. 1880'lerde yaklaşık 4 bin olan nüfusları, yirmi yıl süren soykırımın ardından 1990'lerde birkaç yüze düştü.

Sömürgeciler filminde de gördüğümüz gibi bölgedeki çobanlar ya da askeri görevliler, öldürdükleri her Selk'nam yerlisine karşılık olarak işverenlerinden belirli bir prim alıyordu. Katlettikleri yerlilerin kulaklarını kesip belge olarak sunmaları karşılığında…

Yine Şili yapımı olan Beyaz Üstüne Beyaz (Blanco en Blanco) filmi, Selk'nam Soykırımı'nın vahşetini gözler önüne seren bir diğer western.

Beyaz Üstüne Beyaz (Blanco en Blanco)

2019'da Şilili yönetmen Théo Court'a Venedik'te En İyi Yönetmen ödülü kazandıran Beyaz Üstüne Beyaz, 20. yüzyılın başlarında, toprak ağası Mr. Porter'ın düğününün fotoğraflarını çekmek için işe alınan Pedro'nun Ateş Toprakları'na gelmesiyle başlıyor.

Pedro, çocuk gelinin portresini çekiyor ancak patronu olan damadı bir türlü göremiyor. Mr. Porter ortalarda yok ama aslında her yerde. Pedro, fotoğraflarını çekeceği düğünü beklerken Mr. Porter'ı memnun etmek için başka işler yapıyor, onun için bir çift kulak getirmek gibi…

Pedro'dan beklenen aslında düğünün değil "güvenlik işlerini yerine getiren işçilerin" yani katliamın fotoğraflarını çekmesi. Bu işin önemi kendisine şöyle açıklanıyor: "Kayıt oluşturmak istiyoruz, çünkü burada tarih yazıyoruz. Bir vatan inşa ediyoruz."

Pedro karakteri, aslında gerçek bir kişiye, altın bulmak için 1885'te Ateş Toprakları'na gelen ve Selk'nam Soykırımı'nın baş sorumlularından birine dönüşen Julius Porter adında bir mühendise dayanıyor. Porter, Arjantin hükümetini ve yatırımcıları ikna ederek burada bir altın madeni şirketi açılmasını sağlamış ve keşif gruplarına öncülük ederek yerlilere yönelik kapsamlı bir soykırım politikası geliştirmiş.

Yönetmen Court, Porter'ın çektiği katliam fotoğraflarını gördükten sonra bu filmi yapmaya karar vermiş. Şu an Ushuaia'daki Dünyanın Sonu Müzesi'nde bulunan ve Porter'ın 1887'de Arjantin Devlet Başkanı Miguel Angel Juárez'e hediye ettiği fotoğraf albümü, "modern" toplumun inşasında dökülen kanları "gururla" sergiliyor.

Beyaz Üstüne Beyaz filmi ise bundan daha fazlasını yapıyor ve bizi fotoğrafı çekenin gözünden bakmaya zorluyor.[1] Filmin başında çocuk gelinin portresi çekilirken duyduğumuz rahatsızlığı filmin sonunda soykırımcıların portresi çekilirken de hissediyoruz. İstismarın, sömürünün ve şiddetin estetik hale getirilmeye ve meşrulaştırmaya çalışılmasını film boyunca diken üstünde seyrediyoruz.

Soykırım ve sömürü, Sömürgeciler filminde de modern devlet inşasının temel unsurları olarak öne çıkıyor. Filmin "Kızıl Domuz" adlı son bölümünde, hükümet temsilcisi Bay Vicuña'nın, toprak ağası José Menéndez'i ziyareti, Şili'nin resmi tarihinin nasıl yazıldığını gözler önüne seriyor. 

Son bölümde, İngiliz asker Maclennan'ın "Kızıl Domuz" lakabını aldığını ve yaptığı toplu katliamlarla adından söz ettirdiğini öğreniriz. Maclennan, Bill ve Segundo'nun yolculuğunun üzerinden yedi yıl geçmiştir. Şili'nin bağımsızlığının 100. yılını kutlamak için hazırlanan hükümet, bu topraklarda işlenen suçlarla hesaplaştığını göstermek ve olumlu bir imaj çizmek istemektedir.

Toprak ağası Menéndez de kesilen her yerli kulağı için bir pound, her rahim içinse iki pound ödemekle itham edilmektedir. Ancak Menéndez, hükümete meydan okur:

"Bir sürü barbarı öldürdük, gerekirse gene öldürürüz. O ölü yerliler sayesinde dünyanın bu ücra köşesindesiniz."

Hükümetin buna bir itirazı olmadığını kısa sürede anlarız. Asıl amaç, yerliler ve yerleşimcilerle birlikte yeni bir ülke inşa etmektir, bunun için yerlilerle anlaşmak ve "barışı" sağlamak şarttır. Hükümet, bu topraklarda işlenen suçları bildirerek kendi payına düşeni yapmış ve "adaleti" sağlamış olacaktır.

Topraklarının yönetiminin onda kalmaya devam etmesi için Menéndez de hükümetle iş birliği yapmak zorundadır. Böylelikle bütün katliamlar, artık hayatta olmayan İngiliz asker Maclennan'ın işlediği münferit suçlarmış gibi gösterilir ve hükümetle toprak ağalarının sistematik olarak uyguladıkları soykırım politikası hasır altı edilir. Bunun için Segundo'nun tanıklığı şarttır.

Filmin ilk bölümünde soykırıma yakından tanıklık etmek zorunda kalan Segundo, bu sefer de Maclennan'ın yaptıklarını anlatmaya mecbur bırakılır. Segundo ve karısı, ifade verirken hükümet görevlileri onları videoya çekmek ister. Evlerinde "modern" kıyafetleriyle çaylarını içerken, ülkelerinin geçmişiyle barışık bir halde, huzur içinde… Segundo'nun karısı Rosa direnince Bay Vicuña çıkışır:

"Bu ülkenin bir parçası olması olmak istiyor musun? Çayını iç!"

Resmi tarihe karşı gaucho-western

Son dönemde Şili ve Arjantin'i kanlı tarihleriyle yüzleştiren gaucho (Patagonyalı kovboy) hikâyelerinin westerne yeni bir soluk getirdiğini söyleyebiliriz.

Arjantinli yönetmenler Javier Zevallos ve Francisco D'Eufemia'nın 2016'da çektikleri Patagonya'dan Kaçış (Fuga de la Patagonia) filmi, yine gerçek bir hikâyeden yola çıkıyor.

Patagonya'dan Kaçış (Fuga de la Patagonia) 

1870 ve 1880'lerde Patagonya'da yaptığı bilimsel gezilerle bölgenin bitki örtüsü ve faunasını inceleyen Arjantinli doğa bilimci, botanikçi, coğrafyacı ve kâşif Francisco Pascasio Moreno'nun yerli bir kabile tarafından yakalanılışının ve hükümete hizmet ettiği gerekçesiyle ölüme mahkûm edilişinin ardından kaçış yolculuğunu izliyoruz.

Bölgede Perito Moreno, yani Uzman Moreno olarak bilinen Francisco, katliamcılardan biri değil. Ancak onun bilimsel faaliyetleri, "gelişme" adı altında bölgenin yerleşimcilere açılması, kaynaklarının sömürülmesi ve yerlilerin katledilmesi için zemin hazırlıyor.

Perito Moreno, gerçek hayatta olduğu gibi filmde de yerli bir lider tarafından kurtarılıyor. Filmde yerli lider kendisine iyi bir insan olduğunu ancak bu topraklarda iyi bir şeye hizmet etmediğini söylüyor ve ondan bir daha dönmemesini istiyor. Gerçek hayatta ise Perito Moreno bu topraklara defalarca geri dönecek, üstelik 1912'de kendisine eşlik eden eski ABD Başkanı Theodore Roosevelt ile birlikte.

Son olarak, Arjantinli yönetmen Lisandro Alonso'nun 2014 yapımı Hayal Ülkesi (Jauja) filmi ile 2021 yapımı İtalyan filmi Kral Yengeç Masalı'nı (Re Granchio) da burada anmak gerek. İki filmde de hayali diyarların ve gizli hazinelerin peşindeki "beyaz adamın" yol açtığı vahşeti izliyoruz.

Hayal Ülkesi, 1880'lerde Arjantin'in Patagonya olduğunu tahmin ettiğimiz, isimsiz bir bölgesinde geçiyor. Danimarkalı Yüzbaşı Dinesen, bir askerle kaçan on beş yaşındaki kızının peşine düşse de bu yolculuk, aslında herkesin aradığı refah ve bolluk diyarı Jauja'yı arayış hikâyesine dönüşüyor. Viggo Mortensen'in canlandırdığı karakter, yerlilerin katledildiği acımasız bir coğrafyada, kimsenin ulaşamadığı bir diyarın peşinde düşle gerçek arası bir yolculukta kendini kaybediyor.  

1880'lerin sonlarında Ateş Toprakları'na sürülmüş bir İtalyan'ın hikâyesini anlatan Kral Yengeç Masalı'nda ise trajik bir hazine avı izliyoruz. Ölmek üzere olan bir rahiple karşılaşan Luciano, ondan Kral Yengeç'in masalını öğrenir. Buna göre, kovadaki yengeci takip ederse yengeç onu hazinenin gömülü olduğu göle götürecek ve hazineyi bulan kişi kral olacaktır. El Dorado efsanesindeki gibi altın sularla kaplı bir gölü çağrıştıran bu masal, ölen rahibin yerine geçerek yollara düşen Luciano'yu kendi sonuna götürür.

Her ne kadar "dönem filmi" olsalar da bu filmlerin anlattığı hikâyelerin güncelliğini koruduğu aşikâr. Sömürgecilik dönemi geride kalmış olabilir fakat sömürgeciler hâlâ iş başındalar.


[1] Benzer şekilde Tanrının Unuttuğu Yer (Godland) filminde de 19. yüzyılda İzlanda'ya giden Danimarkalı rahibin çektiği fotoğraflar, seyircinin karakterle daha doğrudan bağlantı kurmasını ve sömürgecinin bakış açısından gördüklerini sorgulamasını sağlıyordu.

Esra Akgemci kimdir?

Esra Akgemci, Lisans eğitimini Hacettepe İktisat (İngilizce), yüksek lisans ve doktora eğitimini Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde tamamladı. ABD, Meksika, Şili ve Brezilya'da lisansüstü araştırmalarda bulundu.

Kâzım Ateş ile birlikte Dünyanın Ters Köşesi Latin Amerika: Tarih, Toplum, Kültür (İletişim, 2020) adlı kitabı derledi. Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde doktor öğretim üyesi. ODTÜ Latin ve Kuzey Amerika Çalışmaları programında yüksek lisans dersleri veriyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Yasaklı bitkiden “süper gıda”ya: Amarantın direniş yolculuğu

Günümüz Meksika’sında amarant hem açlıkla hem de obeziteyle mücadelede öne çıkıyor. Hem “dünyayı besleyebilecek bir bitki” hem de sağlıklı diyetlerin vazgeçilmezi…

Terra Nostra: Tekinsiz bir destan

Terra Nostra, sonsuz ve tuhaf bir düş gibidir. Durmadan dirilen kişiler, farklı zaman ve mekânlarda yeniden ve yeniden ortaya çıkar. Zaman, ilerleyen bir şey değildir; dağılıp parçalanmıştır. Gelecek diye bir şey yoktur, geçmiş sürekli tekrarlanıp durur:

Hareketin kırkıncı, isyanın otuzuncu yıldönümünde Zapatistalar

Zapatistalar için mücadele, bir gün sona erecek bir süreç değil. Marcos'un yazılarında yer alan efsanevi karakter Yaşlı Antonio, "daha ne kadar yürümeye devam edeceğiz?" diye sorar ve "kendi sırtını görebildiğinde" cevabını alır. Çünkü "Mücadele bir çember gibidir. Herhangi bir noktasında başlayabilirsin ama hiç bitmez." Çünkü "Gelecek, başlangıçtadır"