07 Ocak 2024
Ya basta! Artık yeter!
Bundan tam otuz yıl önce, 1 Ocak 1994'te, Meksika'nın güneyinde, yoksul Chiapas bölgesindeki Lacandon Ormanları'ndan yükselen bu çığlık, bütün dünyada yankılandı.
1990'ların başları, tam da "tarihin sonu"nun ilan edildiği yıllara denk düşüyordu. Tarihin sonu, ideolojilerin sonu demekti. Buna göre, Berlin Duvarı'yla birlikte ideolojiler de tarihe karışmış, komünizm yenilmiş, alternatiften yoksun, hızla küreselleşen bir kapitalist dünya belirmişti.
"Artık yeter!" sloganı, Chiapas'ın ormanlarında ve dağlarında, 1970'lerin sonlarından beri yavaş yavaş kaynayan bir süreci gün ışığına çıkarmakla kalmadı. Bu isyan, liberal demokrasinin nihai zaferinin kutlandığı ve eleştirel söylemin zayıfladığı bir dönemde yepyeni bir ufuk açtı.
Meksika Devrimi'nin önderlerinden Emiliano Zapata'nın adını ve mücadelesini devralan Zapatistalar, Sovyetler Birliği'nin yıkılışının ardından dünya genelinde sol düşünceye kesin bir umutsuzluk hâkimken, başka bir dünya düşlemekten vazgeçmeyenler için umut ışığı oldular.
Umut, dışarıda bir yerlerde keşfedilmeyi bekleyen, kendiliğinden yeşeren bir şey değildi. Asla gelmeyecek bir şeyleri beklemek de değildi. Umut, her gün yeniden ve yeniden inşa edilmeli, cesaretle ve inatla büyütülmeliydi. Kendi ifadeleriyle "devrimi mümkün kılan bir devrim" için mücadele eden Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu (EZLN), kurulduğu 1983'ten bu yana, kırk yıldır başka bir dünyaya dair umut uyandırmaya devam ediyor. Yine kendi ifadeleriyle "içine birçok dünyanın sığdığı bir dünya" kurmaya çalışarak…
1990'ların ortalarında radikal bir dekolonizasyon sürecinin başlangıcına işaret eden ve küresel adalet hareketini tetikleyen EZLN, kendisini "beş yüzyıllık bir mücadelenin ürünü" olarak tanımlıyor. Zira Chiapas'taki yerli halkların (pueblos originarios) sosyo-ekonomik sorunlarının kaynağında en temelinde sömürgecilik var. 1520'lerde Hernán Cortés liderliğinde bölgeye gelen İspanyolların yerlilerin topraklarına ve kaynaklarına el koymasının üstünden çok uzun zaman geçti. Ancak sömürgecilik dönemi bitse de yerlilere yönelik mülksüzleştirme ve asimilasyon politikaları günümüze kadar devam etti.
12 Ekim 1992'de, Kristof Kolomb'un bu topraklara ayak basışının beş yüzüncü yıl dönümünde, Chiapas'ın San Cristóbal de las Casas kentinde yerli halkın Diego de Mazariegos heykelini yıkması, bu açıdan manidardı. Mazariegos, Chiapas'ı işgal eden İspanyol sömürgecilerden (conquistador) biriydi ve onun yıkılan heykeli, bölge halkının kendi tarihini yeniden yazmaya yönelik iradesine işaret ediyordu.
Bu irade, Meksika'nın ABD ve Kanada ile imzaladığı Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması'nın (NAFTA) yürürlüğe girdiği 1 Ocak 1994'te gerçekleşen ilk Zapatista isyanı ile kendini bir kez daha gösterdi. İsyan için bu tarihin seçilme nedeni, EZLN'nin serbest piyasa ve serbest ticaret yanlısı neoliberal politikaları sömürgecilik politikalarının uzantısı olarak görmesiydi. NAFTA, Zapatistalar için bir "idam fermanıydı". EZLN'nin sözcüsü Komutan Yardımcısı (Subcomandante) Marcos'un ifadesiyle "Meksika'nın kendini birinci dünya ülkesi olarak tanımlaması, ancak bazı toplumsal kesimlerin dışlanmasıyla mümkün olabilirdi ve bu kesimler arasında tabii ki yerliler de vardı".
Ayaklanma, 1994'ün ilk saatlerinde başlayarak EZLN'nin kısa zamanda Chiapas'ın büyük bölümünü kontrol altına alması ve altı belediyeyi ele geçirmesiyle hız kazandı. 12 gün süren çatışmaların ardından Carlos Salinas hükümeti, sivil toplumun ve hem ülkenin hem de dünyanın dört bir yanındaki eylemlerin baskısıyla tek taraflı ateşkes ilan etti ve müzakere çağrısında bulundu.
20 Şubat-2 Mart 1994 tarihlerinde hükümetle EZLN arasında gerçekleşen müzakere sürecinde anlaşmaya varılamadı. Zapatistalar, bunun ardından ulusal ve uluslararası sivil topluma çağrıda bulunarak yeni bir siyaset tarzının ve siyasal mücadelenin mümkün olabileceği özgür ve demokratik bir alan açmak için destek istediler. EZLN ayrıca bu süreçte sivil toplumla buluşma alanları olarak "aguascalientes" adı verilen yerel kültür merkezlerini inşa etmeye başladı.
Ateşkesin ardından müzakere sürecinde ve otonomi inşasında sivil toplumla diyaloğa önemli bir yer verildi. Kurtuluş Teolojisi hareketinden temsilciler, Meksika yerlilerini temsil eden Ulusal Yerli Kongresi (CNI) ve siyasi partiler, STK'lar, sanatçılar ve akademisyenlerden oluşan Ulusal Demokratik Kongre (CND) bu süreçte öne çıkan sivil toplum aktörleriydi.
Dört turdan oluşan barış görüşmelerinin yerli haklarıyla ilgili ilk turu sonucunda 16 Şubat 1996'da EZLN ile Ernesto Zedillo hükümeti arasında San Andrés Anlaşması imzalandı. Anlaşmanın en önemli özelliği, Meksika'nın çoğulcu etnik yapısını tanıması ve yerli halkların otonomi talebi için anayasal ve kurumsal bir çerçeve sağlamasıydı. Ancak bu kazanım sadece kâğıt üzerinde kaldı ve San Andrés görüşmelerinin demokrasi ve adalet üzerine olan ikinci turu da tamamlanamadı.
Hükümetle müzakerelerin sürdüğü 1996'da Zapatistalara yönelik paramiliter aktiviteler artmaya başlayınca, EZLN, müzakereleri askıya aldı ve görüşmelerin tekrar başlaması için hükümetin San Andrés Anlaşması'nın yükümlülüklerine uymasını ve yerli topluluklara yönelik militer ve paramiliter baskılara son vermesini şart koştu.
Ancak Zedillo hükümeti San Andrés Antlaşması'na dayanan anayasal reformları kongrede onaylamayı sürekli askıya aldı ve yerlilere yönelik saldırılar devam etti. 22 Aralık 1997'de Chiapas'a bağlı Los Altos'taki Chenalho ilçesinde bulunan Acteal topluluğunda çoğu kadın ve çocuklardan oluşan 45 Tzotzil yerlisi katledildi.
Devlet, 1997'den 2000'e kadar Zapatistalara karşı "düşük yoğunluklu savaş" yürüttü. EZLN, bu süreçte kendi topraklarına sığındı ve kendisini günlük yaşamı kolektif olarak yeniden üretmeye adadı.
2000'e gelindiğinde Meksika siyasetinde yeni bir sayfa açılmış ve 71 yıllık Kurumsal Devrimci Parti (PRI) iktidarı son bulmuştu. Ne var ki, Chiapas'taki askeri varlığa son vereceğine ve San Andrés Anlaşması'nı uygulayacağına söz veren, "Chiapas Sorunu"nu 15 dakikada çözeceğini iddia eden Ulusal Hareket Partisi (PAN) lideri Vicente Fox'un seçim zaferi, Zapatistalar açısından hiçbir şeyi değiştirmedi.
Oysa PRI'nın iktidardan düşüşü, kısa bir süreliğine de olsa bir "umut dönemi" başlamıştı. Zapatistalar, San Andrés Anlaşması'nın yasalaşması için üç bin kişilik bir kafileyle 24 Şubat 2001'de yola çıkarak Meksiko'ya kadar 37 gün boyunca 6 bin kilometre (Toprağın Rengi Yürüyüşü) yol kat ettiler. Komutan Esther, 28 Şubat 2001'de (yerlilerin giremeyeceği söylenen) kongrede tarihi bir konuşma yaptı.
Umutları dağıtan, 28 Nisan 2001'de, PRI, PAN ve PRD'nin (López Obrador'un Demokratik Devrim Partisi), San Andrés Anlaşması'nı hiçe sayarak yerlilere özerklik hakkı tanımayan bir "Yerli Hakları Yasası"nı kongrede onaylaması oldu.
Zapatistalar bundan sonraki süreçte San Andrés Anlaşması'nı de facto ve tek taraflı olarak kendi güçleriyle uygulamaya başladılar. 2003'te özerk yapılanmalarını güçlendirmek için aguascalienteslerin yerine sivil toplumla buluşmak için "caracol" adını verdikleri yeni birimler kurdular. İspanyolcada "salyangoz" anlamına gelen caracol, Maya kültüründe kalbe, akla ve bilgiye açılan yolu ifade ediyor.
Mayalar, salyangoz kabuklarını meclislerde toplanmadan önce halka çağrıda bulunmak için kullanıyorlardı. Bugünse salyangoz, Zapatista direnişinin en önemli simgesi. Tıpkı salyangozun yolculuğunda olduğu gibi, Maya yerlisi Zapatistalar şöyle söylüyor: "yavaş yürüyoruz çünkü yolumuz uzun."
Zapatista ayaklanması, en temelinde "kelimelerin devrimini" başlatmıştı. Meksikalı yazar Gabriel Zaid'e göre bu, ilk postmodern isyandı: EZLN'nin en temel silahı, bildiriler, görüntüler, jestler, sloganlar ve söylemlerdi. Gücünü, esas olarak kendini temsil etme yeteneğinden alıyordu. Benzer şekilde Nobel ödüllü yazar Octavio Paz'a göre, Marcos'un zaferi, bir "dil zaferi" idi ve kendisine yaver olarak seçtiği, pipo içen bir bok böceği olan Lacandonlu Don Durito karakteri, "unutulmaz bir icat"tı.
Zapatistalar, en başından beri insanları dinleyerek farklı bir siyaset anlayışı ortaya koydular. John Holloway'in "dinleme siyaseti" adını verdiği bu siyaset anlayışı, esasında Maya geleneğine dayanıyor ve "dinlemeyi öğrenerek başka bir şekilde konuşmayı" esas alıyordu.
Komutan Yardımcısı Marcos, "dinleme siyasetini", EZLN'nin daha ilk kuruluş aşamasında öğrenmişti. Lacandon Ormanları'na gelerek yerli halkı eğitmeyi ve örgütlemeyi planlayan Marksist-Leninist gerillalar, yerlilerin zamana, tarihe ve gerçekliğe ilişkin kavramlarının kendilerininkinden tamamen farklı olduğunu anlamış ve devrimin nasıl yapılacağına dair bildikleri her şeyi unutarak yerlileri dinlemek ve anlamakla işe başlamışlardı.
EZLN'nin aşağıdan yukarıya doğru işleyen bir özyönetim mekanizması üzerine kurulu örgütlenme modeli de Maya geleneğine dayanıyor. Mayaların "itaat ederek emretmek" (mandar obedeciendo) anlayışına göre, yönetenler, emir verenler değil çalışanlar olmalı. Maya yerlilerinin konuştuğu Tojolabal dilinde "yönetmek", "çalışmak" anlamına geliyor ve bu kültürde önderlik etmek, itaat etmeyi gerektiriyor.
EZLN'nin söylemlerinin güçlü etkisini güncel Meksika siyasetinde de görmek mümkün. Devlet başkanı López Obrador, Zapatismo'nun temel ilkelerinden biri olan "itaat ederek emretmeyi" bir slogan olarak kullanıyor. Bu sene haziran ayında gerçekleşecek devlet başkanlığı seçimlerinin en güçlü adayı olan Claudia Sheinbaum ise 1996'da Komutan Ramona'nın başkent Meksiko'nun ünlü meydanı Zócalo'da yerli toplulukların tanınması için çağrıda bulunduğu tarihi konuşmasındaki ifadeyi kullanıyor: "Bizsiz bir Meksika, bir daha asla!" (Nunca más un México sin nosotras!)
Yerli halkların otonomi talebi, en iyi şekilde Gramsci'nin ortaya koyduğu hegemonya ve karşı-hegemonik mücadele anlayışı çerçevesinde anlaşılabilir. Buna göre hegemonya, hâkim sınıflar tarafından siyasal partiler, medya, dini kurumlar ve eğitim kurumları gibi araçlarla sürekli olarak inşa edilir ve hâkim sınıfın ideolojisi toplumun tüm kesimlerine yayılır.
Bu çerçevede sivil toplum hem hegemonyanın hem de karşı-hegemonik mücadelenin esas alanıdır. Otonomi arayışı, siyasal iktidarı ele geçirmektense devlet aygıtından özerk bir alan yaratarak alternatif bir siyaset yapma ve örgütlenme hedefine dayanır. Bu özerk alan, hâkim sınıfın ideolojisinin sirayet edemeyeceği ve başka bir dünyaya ilişkin tahayyüllerin karşılık bulacağı alandır. Bu alanı korumak ve genişletmek, hiç bitmeyecek, sürekli bir mücadele gerektirir.
Bu anlayışı, Zapatistaların 28 Haziran 2005'te yayımladıkları Lacandon Ormanlarından Altıncı Deklarasyon'da da görmek mümkün. Neo-Zapatismo olarak da tanımlanan bu yeni evreden itibaren EZLN, "neoliberal yıkıma karşı, aşağıdan ve aşağıdakiler için geniş tabanlı, seçime dayalı olmayan bir alternatif inşa etmek" için bağımsız taban örgütleri ve sivil toplumla kurduğu ağları bir araya getirmeye çalışıyor.
Meksika hükümetinin daha önce imzalamış olduğu San Andrés Anlaşması'na ihanet etmesinin ardından, EZLN için mesele, artık devletin yerli halkların haklarını güvence altına alması için mücadele etme, devlette reform yapma ya da iktidarı ele geçirme meselesi değildi. Buradaki fikir, özyönetim mekanizmalarıyla başka bir gerçeklik inşa etmek ve anti-kapitalist ilkelere dayalı somut yapılar oluşturmaktı. Caracol'ların etrafında örgütlenen, halkın yönetime katılımını ve kaynakların adil ve eşit dağılımını sağlamakla görevli olan 38 özerk belediye (MAREZ) bu yapıların temelini oluşturuyor.
Guatemalalı antropolog Gladys Tzul Tzul'un bahsettiği "devlet arzusu", Zapatistaların ufkundan çok uzak. Meksika solunun önemli bir kısmı, siyasal iktidarı ele geçirmeyi hedeflemeyen mücadeleleri anlamakta zorlanıyor. Bu yüzden EZLN ve Meksika solu (özellikle de şu an iktidarda olan Obradorismo) arasında her zaman gerilimli bir ilişki oldu.
Bununla birlikte EZLN'nin López Obrador hükümetinin mega projesi olan Tren Maya'yı reddetmesi, yerli halklarla sol hükümetlerin kalkınmacılık anlayışı arasındaki temel farkı ortaya koyuyor. Yucatán Yarımadası'nın bölgesel planlamasını güçlendirmesi ve turizm endüstrisini geliştirmesi beklenen Tren Maya projesi, yerlilerin yaşam alanlarını ve ekosistemi tehdit ediyor.
Zapatistalar, direnişlerini otuz yıldır paramiliter çetelerin tehdidi altında, zor koşullarda sürdürüyorlar. Bu direnişte gündelik hayatı yöneten kadınların önemli payı var. Hareketin içinde kadınlar ilk başta azınlıktaydı, ancak zamanla toplantılara katılarak deneyimlerini tartışmaya ve EZLN'nin hem stratejisine hem de felsefi vizyonuna katkıda bulunmaya başladılar. Askeri komutada önemli görevlerde bulundular ve birçok farklı alanda çalıştılar. Ana María ve Maribel, EZLN'nin ilk kadın komutanlarıydı. Onları, Ramona, Susana, Miriam, Esmeralda ve niceleri izledi.
Daha da önemlisi, akademisyen Rosaluz Pérez Espinosa'nın belirttiği gibi, "kadınlar sayesinde topluluk, farklı bir yaşamın yeniden yaratılabileceği bir sığınak, bir aidiyet ve bir direniş alanı olmaya devam etti". Uzun vadede, Zapatista siyasi projesini anlamlandıran tam da buydu. Kadınların talep ve tutkuları, Zapatista özerkliği projesinin temelini oluşturdu.
12 Ekim 2016'da Ulusal Yerli Kongresi'nin (CNI) yirminci yıldönümünde EZLN tarafından tasarlanan Yerli Yönetim Konseyi'nin (Concejo Indígena de Gobierno/CIG) doğuşu, Zapatista mücadelesinde yeni bir aşamanın başlangıcı oldu.
Yeni örgüt, yerli bir kadın olan sözcüsünü devlet başkanı adayı olarak önerecekti. Bu stratejinin partilerin seçim hedefleriyle hiçbir ilgisi yoktu. Esas mesele, yerli halkların sorunlarını ve taleplerini ve kapitalizmin giderek şiddetlendirdiği ekolojik krizi, ülkenin siyasi gündemine yerleştirebilmek için bu alandan yararlanmaktı.
CIG'ın sözcüsü seçilen María de Jesús Patricio Martínez, ya da herkesin onu andığı adıyla Marichuy, 2018 seçimlerinde aday olabilmek için yeterli imzayı toplayamadı, ancak yapmak istediği şeyi başardı. Onun adaylığı, Meksika'nın kadınları ve yerli halklarıyla birlikte, yaşamı savunmak ve kapitalizme karşı mücadele etmek için güçlü bir toplumsal adalet çağrısı oluşturdu.
Seçim kampanyası boyunca ülkeyi gezen Marichuy, insanlardan oy istemiyor, onları dinliyordu: Cinayetler, kayıplar, yerinden edilmeler… Hepsini gündemine aldı ve kampanyasını ekstraktivizm, ataerki ve kapitalizm karşıtlığı üzerine kurdu. Akademisyen Márgara Millán'ın dediği gibi, "Çoğu kişinin EZLN'nin seçim siyasetine girişi olarak hayal ettiği bu kampanya, daha da fazla özerklik tohumları ekti."
Meksika'nın ilk yerli başkan adayı olan Marichuy, 2024 başkanlık seçimlerinde bir kez daha aday olarak gösterilecek mi, henüz belli değil. Ancak EZLN'nin kırkıncı, Zapatista ayaklanmasının otuzuncu yıldönümünde Zapatismo'nun yeni bir aşamanın daha eşiğinde olduğu anlaşılıyor.
2014'te (kimilerine göre sadece görüntüde olsa da) Zapatista hareketinin ön saflarından çekilen Komutan Yardımcısı Marcos (şimdiki adıyla İsyancı Yüzbaşı Marcos), halefi olarak Komutan Yardımcısı Moisés'i atamıştı. Moisés, geçtiğimiz aylarda yaptığı açıklamada, EZLN'nin özerk belediyelerini feshettiğini açıkladı. Bu kararın nedenlerinin yakın zamanda açıklanması bekleniyor. Fakat anlaşılan o ki Zapatista özerkliği, daha parçalı bir yeniden yapılanma süreci içine girmiş durumda.
Diğer yandan, Eylül 2021'den bu yana Chiapas'ın Guatemala sınırındaki bölgesinde paramiliter çetelerin, çeşitli uyuşturucu kartellerinin ve göçmen kaçakçılarının yaydığı şiddetin giderek artması, EZLN'yi bölgenin kontrolü için yeniden yapılanmaya yöneltmiş de olabilir.
Bütün bu koşullar içerisinde Zapatistalar, 2024 yılına otuzuncu yıldönümlerini coşkuyla kutlayarak girdiler.
Zapatistalar için mücadele, bir gün sona erecek bir süreç değil. Marcos'un yazılarında yer alan efsanevi karakter Yaşlı Antonio, "daha ne kadar yürümeye devam edeceğiz?" diye sorar ve "kendi sırtını görebildiğinde" cevabını alır.
Çünkü "Mücadele bir çember gibidir. Herhangi bir noktasında başlayabilirsin ama hiç bitmez."
Çünkü "Gelecek, başlangıçtadır".
Esra Akgemci kimdir? Esra Akgemci, Lisans eğitimini Hacettepe İktisat (İngilizce), yüksek lisans ve doktora eğitimini Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde tamamladı. ABD, Meksika, Şili ve Brezilya'da lisansüstü araştırmalarda bulundu. Kâzım Ateş ile birlikte Dünyanın Ters Köşesi Latin Amerika: Tarih, Toplum, Kültür (İletişim, 2020) adlı kitabı derledi. Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde doktor öğretim üyesi. ODTÜ Latin ve Kuzey Amerika Çalışmaları programında yüksek lisans dersleri veriyor. |
“İktidar yapılarını ve bunlara karşı direnişi” bu kadar ustalıkla anlatan bir yazar nasıl bu kadar radikal bir sağ kutba savrulabilir? Bir sanat eserini, onu yaratan sanatçıdan bağımsız olarak düşünebilir miyiz?
Dedé, hayatını kız kardeşlerinin hikâyelerini anlatmaya adadı. Çünkü kadın katillerinden hesap sormak kadar öldürülen kadınların anılarını yaşatmak ve onların sadece birer rakamdan ibaret olmasına izin vermemek de mücadelenin bir parçasıydı
Pedro Paramo, bir çürüme hikâyesi. Yaşayanların da tıpkı ölüler gibi çürüdüğü, ölülerden pek de farklarının kalmadığı bir toplumun hikâyesi bu. Toprak ağaları ve hayaletler birbirinden çok da uzak değiller
© Tüm hakları saklıdır.