04 Eylül 2022

Brezilya'da yaklaşan seçimler, Lula'yı bekleyen sınav ve Amazonların geleceği

Amazonları korumak, çetin bir mücadele gerektiriyor. Bu yönde tavizsiz bir politika izlemek için de "ılımlı" değil daha radikal kararlar alabilen ve verdiği sözleri tutabilen bir sol hükümete ihtiyaç var. Lula'nın iktidara dönmesi yeterli değil, önemli olan nasıl geri döneceği…

Brezilya'da 2 Ekim'de gerçekleşecek genel seçimlere çok az bir zaman kaldı. İbre, eski Devlet Başkanı Luiz Inácio Lula da Silva'dan yana.

212 milyonluk nüfusu ve 150 milyonluk seçmeniyle dünyanın en büyük demokrasilerinden olan Brezilya'da 2 Ekim'de devlet başkanı ile yardımcısının yanı sıra, eyalet valileri ile senato ve temsilciler meclisi üyeleri de seçilecek. Anketlere göre İşçi Partisi (PT) lideri Lula da Silva'nın başkanlık seçiminin ilk turunu yüzde 44 oy ile ilk sırada tamamlaması ve 30 Ekim'de gerçekleşecek ikinci turda seçimi kazanması bekleniyor.

Anketler solcu lider Lula'nın zaferine işaret etse de Brezilya'nın aşırı sağcı devlet başkanı Jair Bolsonaro'nun seçim sonuçlarını tanımayacağı, hatta Donald Trump'ın 6 Ocak 2021'deki kongre baskınına benzer bir girişimde bulunabileceği yönünde ciddi endişeler var. Lula'nın iktidara dönmesi durumunda ordunun yönetime el koyacağına dair söylentiler de hızla yayılıyor. Görünen o ki seçim süreci hiç de kolay geçmeyecek.

Luiz InácioLula da Silva

Brezilya seçimleri neden önemli?

PT'nin yükselişi ve düşüşü, sadece Brezilya değil bölge siyaseti açısından da önemli dönüm noktalarına işaret ediyor. 2002 seçimlerinde 52,8 milyon seçmenin oyuyla (yüzde 61) seçilen Lula, ülkenin en yoksul kesiminden gelen ilk Brezilyalı devlet başkanıydı. Kuzeydoğu eyaletlerinden Pernambuco'nun kırsalında sekiz çocuklu bir ailede yetişmiş, sadece dört yıllık ilkokul eğitimi almış, bir parmağını iş kazasında kaybetmiş ve sendikal mücadelenin içinde yükselerek iktidara gelmişti.

Lula, "pembe dalga" olarak anılan solcu hükümetlerin en popüler lideriydi. Dünyanın en büyük sosyal yardım programı olan Bolsa Família'yı hayata geçirmiş, bir yandan gelirin yeniden dağılımına dayanan sosyal politikalar uygularken bir yandan da enflasyon hedeflemesi ve mali disipline dayalı ortodoks para politikalarıyla sermaye kesimlerini memnun etmişti. Latin Amerika'nın "ılımlı solcu"larındandı.

2011'de iktidara gelen PT adayı Dilma Rousseff ise selefi Lula kadar "ılımlı" olamadı. Küresel ekonomik kriz, 2013'ten itibaren Brezilya gibi emtia talebiyle büyüyen ekonomilerin para birimleri ve ödemeler dengeleri üzerinde olumsuz etkisini göstermeye başlamış ve Lula'nın yeni-kalkınmacı modeli artık sürdürülemez hale gelmişti. Dilma, bu koşullarda Lula'ya kıyasla neoliberalizme daha mesafeli ve ekonomiye daha müdahaleci bir politika izledi ve ülkedeki hâkim sermaye fraksiyonunun tepkisini çekti. Bunun bedelini 2016'da azledilerek ödeyecekti.

Dilma Rousseff'in azledilmesi, genellikle yolsuzluk skandalları ile ilişkilendiriliyor. Oysa doğrudan kendisine yönelik herhangi bir yolsuzluk soruşturması olmadığını önemle vurgulamak gerek. Dilma'nın azledilme gerekçesi, kamu açığını gizleyerek makroekonomik göstergeleri çarpıtmak ve neoliberal modelin uygulanmasını garanti altına alan Mali Sorumluluk Yasası'nı ihlal etmekti.

Dahası, yolsuzluk skandallarına adı karışan asıl siyasetçiler, Dilma'nın azledilme sürecini inşa eden vekil ve senatörlerdi. Buna 1992'de yolsuzluk suçlamasıyla azledilen eski devlet başkanı Collor de Mello ve yolsuzluk soruşturması sonucunda vekilliği düşürülen Temsilciler Meclisi Başkanı Eduardo Cunha da dâhildi. Hatta kimilerine göre, Dilma'nın azledilmesinin esas nedeni, Latin Amerika tarihinin en büyük yolsuzluk soruşturması olan Lava Jato'nun (Oto Yıkama) yürütülmesine izin vermesiydi. Sonuçta, Lava Jato skandalına adı karışan siyasetçilerden biri, PT'nin koalisyon ortağı olan merkez sağ çizgideki Brezilya Demokratik Hareket Partisi'nin (PMDB) lideri Michel Temer, azledilen Dilma Rousseff'in yerine geçti.

Sırada elbette Lula da Silva vardı. Dilma'nın azledilmesinden kısa bir süre sonra, 14 Eylül 2016'da Lava Jato'yu yürüten savcılardan Deltan Dallagnol, Lula'yı yolsuzlukların "başkomutanı" (comandante máximo) ilan etti. Lula'ya yönelik en önemli suçlama, Brezilya'nın petrol şirketi Petrobras'tan ihale karşılığında OAS adlı inşaat şirketinden 3,7 milyon real (1,2 milyon dolar) rüşvet aldığı ve bu parayla Guarujá'da lüks bir apartman dairesi edindiği yönündeydi. Ancak delil olmadığı için daha önce Lula'ya dava açılmamıştı. Savcı Dallagnol, herhangi bir delil sunmaksızın Lula'yı hedef gösterdi ve Lava Jato'nun başsavcısı Sérgio Moro iddianameyi jet hızıyla kabul etti. Moro'nun bu hamlesi karşılıksız kalmayacak, kendisi daha sonra Bolsonaro hükümetinde adalet bakanı olarak görev yapacaktı.

Lula da Silva, 2018 seçimlerinin en güçlü adayıydı. Tam da seçimin öncesinde, 7 Nisan 2018'de tutuklanarak cezaevine gönderildi. Seçimleri ise ülkedeki tüm yolsuzluğun ve ekonomik krizin faturasını PT'ye kesen ve siyasal kutuplaşmadan beslenen aşırı sağcı aday Bolsonaro kazandı. Lula tüm yolsuzlukların merkezine oturtulmuş ve "Bakın, Lula bile yargılanabiliyorsa Brezilya tarihinde ilk defa yolsuzlukların biteceğine dair bir umut var" mesajı verilmişti. Oysa Bolsonaro'nun hem kendisi hem de oğulları hakkında kara para aklama ve dolandırıcılıktan paramiliter çetelerle işbirliğine kadar uzanan öyle derin yolsuzluk iddiaları var ki neredeyse tüm Bolsonaro ailesi başlı başına organize suç örgütü gibi olmakla suçlanıyor.

Lula, 580 gün hapiste kaldıktan sonra 8 Kasım 2019'da tahliye oldu. Lula'yı hapse yollayan ve sonradan adalet bakanı olan Sérgio Moro ise Bolsonaro ile ilgili yolsuzluk iddialarının ardından istifa etti. Hem de PT döneminde yolsuzlukların soruşturulabildiğini, Bolsonaro döneminde ise bunun mümkün olmadığını itiraf ederek… Moro'nun iddiasına göre, Bolsonaro, ailesinin işlediği suçları örtbas etmek için kendisine yakın bir federal polis şefi atamaya çalışmıştı.

Brezilya'da yolsuzluk, herhangi bir siyasi partiyle sınırlı olmayan yapısal bir sorun. Ancak yolsuzluk skandalların ortaya çıkma biçimi ve zamanlaması, yargının ne kadar siyasallaştığını ve soruşturmaların yolsuzlukları çözmekten çok araçsallaştırmaya yaradığını gösteriyor. Bundan dolayı Dilma'nın azledilmesi ve Lula'nın tam da 2018 seçimleri öncesinde 12 yıl hüküm giymesi bir çeşit "yasal darbe" (golpe legal) olarak görülüyor.

Eğer Lula iktidara geri dönerse bu "yasal darbe"ye son vermiş olacak. Böylelikle hem Brezilya'da hem de Latin Amerika genelinde sol yeniden ivme kazanacak. Daha da önemlisi, seçim sonuçları, dünyanın akciğerleri olarak bilinen Amazon ormanlarının geleceğini belirleyecek. 2022 Seçimleri, işte bu yüzden sadece Brezilyalıları değil hepimizi yakından ilgilendiriyor.  

Jair Bolsonaro

Bolsonaro, Amazon ormanlarına ve halklarına karşı: "Topyekûn bir imha krizi"  

1970'lerde, Brezilya'nın askerî rejim döneminde yüzbaşı olarak görev yapan Bolsonaro, demokrasiye geçiş sürecinin ardından milletvekili olmuş, ancak vekilken bile hiç çekinmeden diktatörlükleri desteklemeye, "demokrasilerde sorunların asla çözülmeyeceğini" söylemeye devam etmişti. 2018 seçimlerinde Trump'a özenerek "Brezilya'yı yeniden büyük yapmak"tan söz ederken "yeniden" ile kastettiği, elbette 1964-85 arasındaki diktatörlük yıllarıydı. İktidara geldiğinde o karanlık dönem boyunca ülkeyi saran faşizm ruhunu geri getirdi.

Bolsonaro, uyguladığı otoriter popülist strateji ile demokratik kurumların altını oymakla, solcuları hedef göstererek politik kutuplaşmayı tırmandırmakla, otoritesini güçlendirmek için Mesih inancına dayalı dini söylemler kullanmakla ve yolsuzluğu yaymakla kalmadı, aynı zamanda Amazonlara yönelik kıyım politikalarıyla yağmur ormanları ekosistemini ve yüzyıllardır ormanla uyum içinde yaşayan yerlileri tehdit etti.

2017'deki bir konuşmasında, Bolsonaro, "nerede yerlilere ait bir toprak varsa altında servet var" diyerek Amazon yerlilerini hedef göstermiş ve ırkçı söylemlerle soykırım tehdidinde bulunmuştu: "Ya asimile olurlar ya da yok olur giderler." Amazondaki ormansızlaşma sürecinin en büyük direnişçileri ve Brezilya'nın ilk sakinleri olan yerliler, Bolsonaro'ya göre modernitenin nimetlerinden, bilim ve teknolojiden bihaber yaşayan "mağara adamlarıydı" ve modern çağa adapte olamıyorlarsa yok olup gitmeliydiler.

Bolsonaro, iktidardaki ilk gününde, göreve geldikten sadece birkaç saat sonra, yasal bir düzenlemeyle (870 sayılı geçici kararname ile) yerli topraklarının sınırlarını belirleme yetkisini Adalet Bakanlığına bağlı FUNAI'den (Fundação Nacional do Índio/Ulusal Yerli Kurumu) alarak Tarım Bakanlığı'na devretti. Böylelikle Amazonlardaki yerli arazilerini düzenleme yetkisi, FUNAI uzmanlarından yerlilerle ilgili hiçbir bilgisi ve uzmanlığı olmayan kişilerin eline geçti. Bu hamle, endüstriyel tarım lobisinin (bancada ruralista) Amazonları istila etmesine imkân sağlayan ilk adımdı.

Bunun ardından Bolsonaro, endüstriyel tarım sektörüyle yakın ilişkileri olan bir federal polisi, Marcelo Xavier da Silva'yı FUNAI'nin başına getirdi. Xavier da Silva, tıpkı Bolsonaro gibi yerlileri ekonomik gelişmeye engel olarak görüyor, yerlilere olan nefretini dile getirmekten çekinmiyordu. Kabinesini kendisi gibi eski askerlerle dolduran Bolsonaro, çevreyi korumakla yetkili kurumları da rant peşinde koşan doğa düşmanlarına teslim etti. Buna Amazonlarda illegal madenciliğe alenen izin veren Çevre Bakanı Ricardo Salles dâhildi.

Amazon ormanlarının metalaşma süreci elbette Bolsonaro ile başlamış değil. Ormandan kâr elde etme hırsıyla büyüyen çevre kırımının (ecocide) temelleri, Amazon bölgesinde milyonlarca hektarlık alanın tarım için tahsis edildiği askerî rejim dönemine dayanıyor. 1964'teki askerî darbenin ardından cuntanın ilk işlerinden biri, 4504 sayılı Toprak Yasası (Estatuto da Terra) ile yeni toprakların tarıma açılması için bir sömürü stratejisi sunmak olmuştu. 1970'lerden itibaren sığır yetiştiriciliği ve soya üretimi başta olmak üzere endüstriyel tarım ve hayvancılık faaliyetlerine açılan, özel sermayeye tanınan vergi ayrıcalıklarıyla yol ve baraj gibi büyük altyapı projelerinin ve madenciliğin merkez üssü haline gelen Amazonlar, son otuz yılda geniş çaplı ormansızlaşma ile karşı karşıya kaldı.

"Amazonların dünya için önemini anlıyoruz ama Amazonlar bizimdir" diyen Bolsonaro da ormanı kapitalist bir işletme olarak gören bu sömürgeci zihniyeti sürdürüyor. Öyle ki Bolsonaro yönetimi, askerî rejim döneminde bile çevreye zarar vereceği için eleştirilen büyük bir yol projesini yeniden hayata geçirmek istiyor. BR-163 Otobanı'nı, 1000 kilometre genişleterek Amazon nehriyle Surinam sınırı arasında yer alan, koruma altındaki bir bölgeden geçmesini planlıyor. Britanya'dan daha büyük bir alanı kapsayan ve Amazonların kalbi sayılan bu bölge, dünyanın koruma altındaki en büyük tropikal orman alanı.

Yeni bir rant alanı açmaya yönelik bu proje, dünyanın en büyük karbon yutaklarından biri olan, iklim değişikliğini kontrol altında tutmada hayati işleve sahip bir bölgedeki ekosistemin yok edilmesi ve yerli halkların yaşam alanının işgal edilmesi demek. İklim değişikliği üzerine çalışmalarıyla bilinen feminist düşünür Donna J. Haraway, Bolsonaro hükümetinin, Amazonların uzun vadede yerleşim yerlerine dönüştürülmesine, ormanlık arazinin düzlenmesine ve orman yangınlarına müdahil olarak yerli halklar için topyekûn bir imha krizi ve bir soykırım krizine yol açtığını söylüyor

Brezilya'nın Ulusal Uzay Araştırmaları Enstitüsü'ne (Instituto Nacional de Pesquisas Espaciais/INPE) göre, Amazonlardaki ormansızlaşma oranı, son yıllarda giderek artan orman yangınlarının etkisiyle 2021'de yüzde 22'ye ulaştı. Bu, 2006'dan bu yana en yüksek oran. Uzmanlar, bu oranın yüzde 25'e ulaşması durumunda, Amazonlarda geri dönüşü olmayan bir sürecin başlayacağı uyarısında bulunuyor, ormansızlaşma ve küresel ısınmanın sürekli olarak birbirini tetikleyeceği bir kısır döngüye işaret ediyorlar. Hâlihazırda son bilimsel araştırmalar, Amazon ormanlarının hapsettiğinden daha yüksek oranda karbonu atmosfere saldığını gösteriyor. Bu koşullarda Bolsonaro'nun iktidarda kalması, Amazonların sonu anlamına geliyor.

Lula'nın seçim kampanyası ve Amazonlar

Lula da Silva iktidara dönerse kuşkusuz en büyük sınavlarından birini, Amazonları korumaya çalışarak verecek. PT döneminde Amazonlarda ormansızlaşmayı önleyecek, tahrip edilmiş alanların yeniden kazanılmasını sağlayacak sürdürebilir kalkınma projelerine fon ayrılmıştı. Ancak aynı anda hem burjuvaziyi hem de işçi sınıfını memnun etmeye yönelik yeni-kalkınmacılık anlayışı, PT'nin Amazonlara yönelik politikalarında da ikiliğe yol açtı.

Bu ikilik, bir yandan endüstriyel tarımın güçlenmesi, diğer yandan aile tarımının desteklenmesi anlamına geliyordu. Lula, 2005'te Forbes dergisine verdiği bir mülakatta, "iki sektörün de (endüstriye tarım ve aile tarımı) gelişmesini hedefleyen politikaların arasında bir uyuşmazlık olmadığını, aksine ekonomik gelişme ve toplumsal adaletin mükemmel evliliğinden doğan bir uyum olduğunu" dile getirmişti. Ancak bu evlilik uzun sürmeyecekti.

Lula da Silva, 2002 seçimleri öncesinde, toprağın yeniden dağıtılmasını sağlayacak bir tarım reformu yapma sözü vermiş ve Topraksız Kır işçileri Hareketi'nin (MST) desteğini kazanmıştı. Ancak bu sözünü tutmadı ve önceliğini endüstriyel tarım sektörünün gelişmesinden yana kullandı. Bu da her ne kadar sosyal politikalarla dengelenmeye çalışılsa da toprak mülkiyetindeki yoğunlaşmayı artıran, doğayla ve ekolojik sistemle uyumlu köylü tarımını ve köylülüğü büyük ölçüde tasfiye eden bir girişim.

Lula'nın söz verdiği tarım reformunu hayata geçirmemesinin, Latin Amerika'daki "pembe dalga" hükümetlerinin sınırlılıklarını ortaya koyan en önemli mesele olduğu söylenebilir. Özellikle Brezilya ve Arjantin gibi önemli gıda ihracatçıları olan Latin Amerika ülkelerinde sol hükümetler, kendilerini iktidara taşıyan toplumsal hareketlerin talepleri doğrultusunda sürdürülebilir tarımsal kalkınma politikaları uygulamaktansa doğal kaynak sömürüsünün dayandığı temel sektör olan endüstriyel tarımın gelişmesini sağlayan "ekstraktivist" politikalar uygulamayı tercih ettiler. Bu tercihin esas sebebi, sosyal politikaları esas olarak bu sektörden gelen ihracat gelirleriyle finanse etmeleriydi.

Bolsonaro yönetiminin ultra-neoliberal politikaları Amazonlarda öyle derin bir yıkım süreci başlattı ki bu süreci tersine çevirebilmek için Lula'nın bu defa endüstriyel tarımın çıkarlarıyla ormanların korunması arasında denge kurmaya çalışmaktan çok daha fazlasını yapması gerekiyor. Lula, bu seçimlerde ilk defa, Brezilya Amazonlarında kaçak madenciliği bitirme sözü verdi. Kaçak madencilik, Amazonlardaki ormansızlaşmanın en önemli nedenlerinden biri ve bu sorunla mücadele etmek hiç kolay değil. Lula'nın Amazonlara yönelik bir diğer önemli vaadi Yerli Halkları Bakanlığı kurmak. Bu bakanlık, yerlilerin Amazonlardaki topraklarını ve Bolsonaro döneminde gasp edilen haklarını korumaya çalışacak. Yerliler aynı zamanda FUNAI'nin de yeniden yapılandırılmasını istiyorlar.

Amazonları korumak, çetin bir mücadele gerektiriyor. Bu yönde tavizsiz bir politika izlemek için de "ılımlı" değil daha radikal kararlar alabilen ve verdiği sözleri tutabilen bir sol hükümete ihtiyaç var. Lula'nın iktidara dönmesi yeterli değil, önemli olan nasıl geri döneceği…

Son olarak, Lula'nın işinin ne kadar zor olduğunu daha iyi anlayabilmek için Amazonlardaki çevre mücadelesinin son kurbanları olan İngiliz gazeteci Dom Phillips ve Brezilyalı uzman Bruno Pereira'yı anmak gerek. Phillips, uzun süredir Brezilya'da yaşıyor ve Amazonlarla ilgili haberler yapıyordu. Pereira ise FUNAI'de çalışan bir yerli halklar uzmanıydı, Amazonlardaki en büyük kaçak madenlerden birinin kapatılmasını sağlamış, bundan kısa bir süre sonra da Bolsonaro'nun kuruma yaptığı müdahalenin ardından işten çıkarılmıştı. Bölgede birlikte çalışan ikili, Amazonlardaki yerli toprakların istilasını raporluyor ve kaçak madenciler tarafından tehdit ediliyordu. 5 Haziran 2022'den itibaren kendilerinden bir daha haber alınamadı, on gün sonra da cansız bedenlerine ulaşıldı. İlk bulgular, ateşli silahla öldürüldükleri yönündeydi.

Phillips ve Pereira cinayeti, çevrecilere yönelik ne ilk ne de son saldırı. Hükümetler ne yaparsa yapsın, ormanlara canları pahasına sahip çıkan insanların ve yerli halkların mücadelesi hiç bitmeyecek.  

Amazonlardaki çevre mücadelesinin son kurbanları olan Dom Phillips ve Bruno Pereira için adalet mücadelesi başlatıldı.

Esra Akgemci kimdir?

Esra Akgemci, Lisans eğitimini Hacettepe İktisat (İngilizce), yüksek lisans ve doktora eğitimini Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde tamamladı. ABD, Meksika, Şili ve Brezilya’da lisansüstü araştırmalarda bulundu.

Kâzım Ateş ile birlikte Dünyanın Ters Köşesi Latin Amerika: Tarih, Toplum, Kültür (İletişim, 2020) adlı kitabı derledi. Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doktor öğretim üyesi. ODTÜ Latin ve Kuzey Amerika Çalışmaları programında yüksek lisans dersleri veriyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Sömürgeciler: Ateş Toprakları'na özgü buz gibi bir western

Her ne kadar "dönem filmi" olsalar da bu filmlerin anlattığı hikâyelerin güncelliğini koruduğu aşikâr. Sömürgecilik dönemi geride kalmış olabilir fakat sömürgeciler hâlâ iş başındalar

Terra Nostra: Tekinsiz bir destan

Terra Nostra, sonsuz ve tuhaf bir düş gibidir. Durmadan dirilen kişiler, farklı zaman ve mekânlarda yeniden ve yeniden ortaya çıkar. Zaman, ilerleyen bir şey değildir; dağılıp parçalanmıştır. Gelecek diye bir şey yoktur, geçmiş sürekli tekrarlanıp durur:

Hareketin kırkıncı, isyanın otuzuncu yıldönümünde Zapatistalar

Zapatistalar için mücadele, bir gün sona erecek bir süreç değil. Marcos'un yazılarında yer alan efsanevi karakter Yaşlı Antonio, "daha ne kadar yürümeye devam edeceğiz?" diye sorar ve "kendi sırtını görebildiğinde" cevabını alır. Çünkü "Mücadele bir çember gibidir. Herhangi bir noktasında başlayabilirsin ama hiç bitmez." Çünkü "Gelecek, başlangıçtadır"