15 Ocak 2023

Yirmi ikinci manzume, yedinci gök: Satürn Gök'ü; Sekizinci gök: Sabit Yıldızlar gök'ü 

Bilmiyor musun gökte ne olduğunu? Ve yine bilmiyor musun ki, gök baştan başa kutsallıktır, orada yapılan her şey iyi bir gayretin semeresidir

Aziz Benedetto, Dante'ye diğer ruhları gösterir ve tanıtır. Daha sonra da tarikatının soysuzlaşmasından acı acı yakınır.

Sözlerini bitirince azizle birlikte diğer ruhlar da mistik merdivenlerden yukarıya çıkarlar, Dante de peşlerinden gider ve böylece, göz açıp kapayıncaya kadar kendisini sekizinci Cennet katında bulur. Burası Sabit Yıldızlar Gök'üdür. Buradan, aşağıda kalan yedi gezegene ve uzakta, uzayda, bir nokta halinde görünen, kötülükler ülkesi dünyaya kuşbakışı bakar.

Bilmiyor musun gökte ne olduğunu? Ve yine bilmiyor musun ki, gök baştan başa kutsallıktır, orada yapılan her şey iyi bir gayretin semeresidir. 

Binlerce yıl öncesi ile bugün yaşadıklarımız arasında benzerlik bulunca paylaşmadan edemiyor insan. 

Tarikat soysuzlaşması. Hem çok önemli, hem de ağır. Soysuzlaşmak demek, yaşam biliminden uzaklaşmak, törel ve toplumsal olarak bozulmak, soyunun yüksek değerlerini ve niteliklerini yitirmek. Yaşama biçiminde ve görevlerinde gerilemek, bozularak yozlaşmak. 

Yani günümüze uyarladığımızda toplumsal açıdan geldiğimiz nokta. Kendimizi de soyutlamadan, hepimizde olan belki de kendimize bile itiraf edemediğimiz bozulmalar. İş hayatında rekabetin geçerli kurallarını aşarak başkasının ekmeğine kadar uzanan eller gibi. Karşımızdakini yok sayarak, kendi varoluşumuz etrafında dönmemiz gibi.

Gökleri kirletip, umutları yok etmemiz ve yarın soluyacak hava kalmadığında, ekecek bir alanımız kalmadığında ne yapacağımız bilememek gibi. 

Mistisizmini yitirmiş işler gibi. Yani ruhunu kaybetmiş işlere dönmek gibi.

Sadece bulunduğu yer ve zamanla ilişkili olup onun dışındaki dünyaya göz kırparak yaşamak gibi.

Sadece ihtiyaçlara dönük hayatlar kurup, varoluş ve sorumluluk gibi duyguları hiçe saymak gibi.

Asya'dan Avrupa'ya, Kuzey Amerika'dan Orta Doğu ve Avustralya'ya kadar uzanan dünyanın her ülkesinde yaşanabilen, kanıksanmış ve artık önlenemez bir boş vermişliğe kadar giden bir süreçteyiz gibi.

Her gün, her an, hepimize dokunan mimari kirlilik, sokaklarda özensizce döşenen kaldırımlar ve betona gömülmüş ağaçlar. Köpeklerin betonu toprak gibi hissetmek isteyip asfaltı tırmalaması, kışın ortasında hala sıcak olması, inançları yüzünden katledilen kadınlar ve çocuklar. Yargılayabilmek için yaşı büyütülen çocuklar. Uzak doğuda satılan, uyuşturucu kitleleri elinde yok olup giden, büyümeden yok olan ve organ satışı için üç paraya satılan insanlık.

Yok olan denizlerimiz, kuruyan göllerimiz. Siyahlara çektirilen acılar ve acımasızlık örnekleri.

Hangi din ve inançtan söz etsek tökezler. Kendimizi kandırmayalım. O daha iyi, bu daha kötü olamaz. Daha dün Spielberg'ün Fabelmanlar'ında, bu yüzyılda daha şurada 50 yıl önce Yahudilerin aşağılanmasına örnek filmi izleyince, acımasızlığı yeniden ve yeniden görmedik mi?

"İsa'dan özür dile çabuk!" diyebilen çağdaş akıl görmedik mi? Varlığı bile gerçek olup olmadığı tartışmalı olan Isa'dan, bir Yahudi çocuğa özür diletmek.

Filmin en vurucu noktası ise ortak. Travmalarını sanata aktar, yarat ve çılgın bir hayat kur. Özgür ruhlu annenin kendisinden ne kadar vazgeçmeye çalışsa da sonunda yine kendine dönerek saygı ve sevgi ile kadınlığını yaşamaya kararlı olması vurgusu.

Bugün İran'da, Afganistan'da yaşananlara sessiziz. Onlar için ne yapabiliriz? Yeniden fotoğraf sergileri, Yeniden Naz Köktürk kamerayı eline alsa. Yeniden Yeryüzü Doktorları ile bir araya gelse. Onu desteklesek.

Sosyal medyadan iki yazı ve acımasız görsel paylaşmak yetmez. Hele bu filimden sonra hiç yetmez. Gökyüzünü ve toprağı ve insanlığı yok ediyoruz.

Gök kutsal evet.

Cennet temiz bir kalp ve temiz masmavi bir gökyüzüdür evet.

Yüzü gülen çocuklar ve mutlu kadınlar ülkesi olmak, inanç gerektirmez. Vicdan ve empati yeterlidir.

Esmer Erdem kimdir?

Esmer Erdem, sanat tarihçi bir anne ile ressam bir babanın kızı olarak Ankara'da doğdu.

Sanatsal projeler ve sanatsal üretim alanında yoğunlaştı.

Hayatında iz bırakan en önemli dönemi, “Urart Okulu” denilebilecek sistem ve Mehmet Kabaş'a borçlu olduğunu vurgular.

Müze replikaları ve özel tasarım ürünlerle markaların üretiminde çalıştı, uzun süre DÖSİMM (Kültür Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü) için heykel, takı ve sanatsal obje üretti; dünya turizm fuarlarında 300 parçalık Eski Hitit'den günümüze kadar gelen Anadolu Uygarlıkları Replika Koleksiyonu'nu sergiledi.

Armaggan mağazalarının kuruluş, markalaşma ve konsept sürecinin belirlenmesinde yer aldı, "luxury handcraft" akımının Türkiye'de başlatılmasının öncülerinden oldu. Tüm atölye ve tasarım-üretim ekibinin oluşumu, Hereke tezgâhlarında Osmanlı kumaşları dokumasına kadar giden kültürel süreci kurdu. Gaziantep Tasarım Mağazası ile ‘kutnu kumaş'ın kullanım alanlarını genişleterek dünyaya tanıtılmasında rol üstlendi.

Edirne Tasarım, Zeugma Müzesi koleksiyonu, Cumhurbaşkanlığı özel hediyeleri, Ankara CSO tasarım mağazası, Atatürk Kültür Merkezi tasarım mağazası ile birçok kurum ve kuruluşta statü hediyeleri üretimi gibi iş ve sanat projelerinde yer aldı.

Esmer Erdem Sanat Tasarım Üretim Şirketini kurdu, çalışmalarına İstanbul ve Bodrum'da sürdürüyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Semboller ve renkler

Has yaratıcılık budur bence.. Renkler ve sembollerle oynayanların ilkesi ile yaşanacaklar.. Bir anlamda duyguları, duyarlılıkları, hazları, umutları öznel biçimde kurgulamak.. 

'Günlük!' diye başlayan yazılar..

Anılar gelir, aslında kendi kalakalmışlığına ağlarsın; varken hiç düşünmediğin olayları, birlikte geçirilen zamanları anımsarsın..

Özgürlük üzerine..

Acıdan, ayıplardan, baskılardan, hayata dayatılan engellerden ne zaman korkulmaz ve özgürleşilir?