Özgürlüğe öylesine düşkün ve bağlasalar tutamayacakları kadar beyni hür kişiler tanıdım ki... Fotoğraf makinesinin objektifi bile onları zapt edemedi.
İnanıyorum ki herkesin hayatına böyle insanlar girdi, kimileri kaldı kimileri çıktı gitti veya hayatı sonlandı, aramızdan ayrıldılar..
Sanki en çok anımsadığım ve yedi yaşımı etkileyen isim Gökşin Sipahioğlu idi.. Olağanüstü yakışıklı, mavi gözlü, sarışın ve uzun boylu heykel gibi bir adamdı.
Ona bakarken boynunu yukarıya kaldırır, Paris dönüşü getirdiği en büyük boy Toblerone çukulataların altılı olarak kırmızı kurdele ile bağlanmış ve altıgen olmuş halini elinden alırken, çok mutlu olurdum.
O zaman özgürlük nedir hiç aklımda bile yoktu.. Uzun yıllar sonra anladım. Gökşin amca özgür ruhtu aslında..
Bir vardı bir yoktu.. Bu olguya sosyolojik açıdan veya iş açısından nerden bakarsanız bakın, özgür ruhtu işte. Dünyanın her yerinde var olabilen, Sipa Press'i kurmuş bir adam. Bu konuya nerden geldim? Bu hafta Rami Kitaplığı açıldı.. Oradaki iki tasarım mağazasının ürünlerini, yerleşimini, açılışını ben ve ekibimiz yaptı. Doğal olarak her gün oradaydık ve uzun saatler o şahane yapının içinde dolaştık, galeride açılacak sergileri gezdik.. Hazırlıklara baktık..
Ve karşımıza TEM Sanat Galerisi çıktı, Düğün sergisini hazırlıyorlardı ve galerinin sahibi Besi Cecan oradaydı. Yani Gökşin Sipahioğlu'nun kız kardeşi Besi Cecan. Tabii ki sohbetler ve anılar konuşuldu.
Bir kez daha gördüm ki, Besi Cecan 85 yaşını yaşayan, renkli, capcanlı, yaptığı işe özen gösteren, iş ve sanat dünyasından hiç kopmamış bir kadın. Özgür ruh.Tıpkı Betül Mardin gibi, tıpkı Prof. Nurhan Atasoy gibi.. Nurhan hocamın daha 4 yıl önce, Macaristan'a gidip, son kitabı ''Osmanlı'nın Avrupa 'daki Ayak İzleri'' kitabı için arşivlerde çalışması ve fotoğraf çekmesi gibi.. Bu kadınların yaşı yok. Hayattan hiç çekilmediler.. "Yorulduk, bıktık!" demediler ve hiç ara vermediler.
Bu kadınlar özgür ruhlarının ardından koştular.
Koskoca Hindistan'ın bir köşesini yasak etseniz, onlar için dünyanın tadı kaçar..
Hiçbir yerde hiç kimseye, hiçbir koşulda bağlı kalarak yaşayamaz, sınırlarını kendileri çizer, elleri kolları bağlanamaz.
Bu ruhta olan erkekler ve kadınlar, bulamadıkları alanları kendileri yaratırlar. Sıra dışı işler yaparlar ve kurallarla tutulamazlar.Memleketin bir bucağına çivilenip kalamazlar. Coşkun Aral gibi, Savaş Ay gibi ya da satırları ile dünya sınırlarını zorlayan Hilmi Yavuz gibi..
Eğer sınır koymazsak, sandığımızdan çok daha zenginiz. Bizi ordan burdan dilenerek, örnek alarak, yüzümüz batıya ruhumuz doğuya dönük olarak yaşamaya alıştırmışlar. Kendimizden çok, başkalarından yararlanmaya odaklamışlar. Bu bazen diz olmuş, bazen cemaatler, bazen belirli adı her ne ise gruplar. Hayatının bir döneminde bunlara sırtını dönmüş kim varsa, özgürleşmiş ve yoluna devam etmiş. Sınırlar bizi dalga dalga kısıtlamalara oyuncak etmişken, bunun farkına varmadan nasıl üretken olunabilir ?
Bilmek ve bilmemek nedir, öğrenimin amacı ne olmalıdır.. Tok gözlülük, doğruluk, bağımlılık, açgözlülük, özgür yaşamakla keyfine göre yaşamak arasında nasıl bir fark vardır..
Acıdan, ayıplardan, baskılardan, hayata dayatılan engellerden ne zaman korkulmaz ve özgürleşilir..
Gibi peş peşe gelen sorular, Rami Kitaplığı'nın şahane koridorları arasında gezerken, Besi Hanım'ın elindeki Düğün Kitabı'nın sergilenme hazırlığında Devabil Kara ile konuşurken, galeri içindeki bitkilere bakarken, Atatürk Kitaplığı'nı, Yazma Eserler Arşivi'ni, okuma salonlarını ve restorasyon atölyelerini gezerken, duvarda Fahir Aksoy ve Fevzi Karakoç tablolarına bakarken geldi geçti aklımdan..
Özgürlük sınır tanımıyor..