08 Aralık 2021

Ortak yaşama trajedisi

Tüm bu aksiliklerin geçmesini, iç sıkıntımızın dağılması beklemek nafile ama araya sahici bir mola almak için, başımızı çıkarıp daha önce çalışmadığımız bir yerden başlamalı

İki yıla yaklaşan süredir pandemi ile yaşıyor ama pandemi ile yaşamayı öğrenirsek, pandemiye teslim olacakmış ya da artık yavaş da olsa unuttuğumuz "eski normal"e ihanet edecekmişiz gibi direniyoruz.

Oflaya puflaya "Ne zaman bitecek? " diye hayıflanarak beklemekten başka bir şey yapamıyoruz.

Uzadıkça, bizim istediğimiz üzere bir sabah bir kabustan silkinircesine uyanmak gibi masalsı bir bitiş olamayacağını duyumsadıkça, huysuzluğumuz ve bazılarımızın durgunluğu, umutsuzluğu bazılarımızın ise saldırganlığı artıyor.

Umutsuzluk ve kızgınlığımızın nedeni virüsün doğal ve sinir bozucu "var oluş ısrarı" değil de birbirimizle olan yaşamsal bağlantımızı keşfetmeye başlamamızdan diye düşünüyorum.

Tam Güney Afrika'nın bizimle aynı yer kürede olduğunu unutacakken bir varyant çıkıyor, Peru, Kolombiya, Nepal hayatımıza sızıyor.

Aslında, pandeminin gidişatı elimizde. Elimizdeydi ama bu toplu ve koordine bir cevaba bağlıydı.

Ortak yaşam trajedisi, 1968 yılında yazılmış, Hardin'in klasik bir makalesinin başlığından esinlenerek kullandığım bir tanım (Hardin G. The Tragedy of the commons. Science. 1968; 162: 3)

Hardin bir ekolog ve paylaşılan ortak kaynakların bazıları tarafından aşırı kullanım ve sömürülmesinin yol açacağı yıkımı anlatıyor

Daha sonra bu "Tragedy of Commons" yani "Müştereklerin Trajedisi" bir kavram olarak pek çok farklı alanda; birey ya da topluluk olarak yalnızca kendini düşünerek davranan ve karar alan, diğer birey ya da topluluklar kendisi gibi davrandığı için gördüğü hasarın, toplu bir ortak yıkıma dönüşmesini anlatmak için metaforik olarak kullanılıyor.

Yeni bir varyant dikkat çektiğinde, ki dikkat çeken varyant olmak için virüste yapısal bazı kritik değişimler, endişe verici varyant olmak için ise olan bu kritik değişimlerin salgın dinamiklerine önemli etkisi olması gerekli, Yunan alfabesinden sırası gelen bir harf ile tanımlanılıyor.

Bu yeni harf, varyantın kendisini doğuran ve asıl heyecan vermesi gereken koşullardan çok daha fazla ama geçici bir panik yaratıyor.

Normal, bu tam olarak histeri ile öfori arasında bir yerde bulunuyor ama ulaşmak çok kolay değil.

Henüz Delta dalgasının anaforundan çıkamamışken, Omikron'un şişedeki mesajı şu olmalı: Ben ya da bir başkası ama virüs henüz zirveyi görmedi.

Virüsün ortalıkta dolaşmasının önüne geçilemezse ki, dünya nüfusunun yüzde 60'ı, ülke nüfusunun yüzde 50 ‘si aşısızken, virüs kalabalıklarda, uçaklarda, çalışma alanlarında, okullarda dolaşmaktadır. Virüs mutasyon yapar, bulaştıkça da bazı mutasyonlar varyantları yapar.

Bir yıl önce bulunan aşıdan önce tek yapılabilen şey, virüsü etkisiz kılmak için, virüs ile hiç karşılaşmamak idi.

Bunun yolu ise fiziksel mesafe ve maske idi. Çünkü aşı ve tedavi yoktu ve bazı hastalar ancak uzun süreli hastane yatışları ve bakımıyla iyileşebiliyordu.

Daha önceki İspanyol Gribi, Kızamık, Çiçek gibi, aşıları oldukça geç bulunan enfeksiyon hastalıklarından da doğal yoldan kazanılan bir bağışıklık ile salgınların bertaraf edilmesinin mümkün olmadığını biliyorduk.

Kısıtlamaların salgındaki tek amacı, bir aşı bulunana kadar hastane kapasitelerindeki taşma ve doğrudan ya da dolaylı ölümleri azaltmaktı.

Kısıtlamalar, hem bireysel hem de ortak yaşamlarımızı allak bullak ediyordu ama gerçek çare olmadığını bilsek de ölüme mani olmak için tek çareydi.

Aşının bulunması ve çalışması ise yüz elli yıllık bir deneyimin zirvesi olan bir mucizeydi.

Ama aşılar tam olarak "ortak yaşama trajedisi" nedeniyle toplumlar ya da dünya için etkili olabilme aralıklarını kaçırdı.

Şimdi güçlendirici dozlar ile, henüz çözemediğimiz Delta, düşündüğümüz kadar endişe vericiyse çoktan yayılmış olan Omikron ve gelişmiş ya da gelişme olasılığı olan farklı varyantları yakalamak peşindeyiz.

Ama gerçekte ihtiyacımız olan ve çözümsel olan şey kapsamlı genel bir aşılama ve ondan epeyce uzaktayız.

Ortak yaşama trajedisi demişken aklıma benim gittiğim okuldaki ilkokul sınıf düzenimiz geliyor. Kalabalık sınıflarda düzen ve intizamı sağlamak için sık başvurulan iki yöntem vardı. Biri "sıra dayağı" ikincisi "sınıf başkanı".

Sınıftaki en uyumsuz olanın cezasını hepimiz çeker ve avuçlarımızı tırnaklarımız cetvele denk gelecek şekilde hazırlardık. Cetvel tırnaklara değdiğinde çıkan ses, sırası gelenin canını yakarken, sırasını bekleyeni irkiltir, uyumsuz olana hep birlikte diş bilerdik.

Sınıf başkanı ise sınıfın en çalışkan ve mümkünse iri ve güçlü figürü olurdu.

Uyumsuz olan, sınıf başkanı tarafından üslubu ile yola getirilmeye çalışılırdı.

Öğretmenin tek istediği, düzenli ve sessiz bir sınıftı ve öğretme aşkı diye kutsamak isterdim ama daha çok sancılı baş ağrılarını önlemek isteği bu sessizliğin nasıl sağlandığını hiç umursamazdı.

Ortak yaşama trajedisi konusunda en önemli ipuçlarının o sıra dayakları ve başkanlık sisteminde gizlendiğini düşünüyorum.

Tüm trajediler gibi unutulmak arzusu veriyor.

Tüm bu aksiliklerin geçmesini, iç sıkıntımızın dağılması beklemek nafile ama araya sahici bir mola almak için, başımızı çıkarıp daha önce çalışmadığımız bir yerden başlamalı.

Pek çok özlediğim ve hiç unutmayacağım "eski normalim"e ithaf olunur.

"Bu saatten sonra" diye bir zaman dilimi var
Sonuna neyi koyarsan koy
Olmamışlığı anlatır

İlhan Berk 

Yazarın Diğer Yazıları

Hayat dersi

Hekimlik, hikâyeyi kaybetmeden hikâyeye katıştırılırsa insana yaşamı derinden kavratır. Ama hikâyeyi kaybetmek için önce bulmak gerekir. Yaralanmaktan korkan ise kendi hikayesini de hikâyeyi de bulamaz

AIDS için bir kırmızı kurdele

Bir ülkede çocuklar hiçbir şeyden korunulamıyor, istismar, töre cinayeti ayyuka çıkıyor, her gün okul yolunda birkaç çocuk kayboluyorsa o ülkede bir araftan söz edilmeli elbette. Bilimle iştigal ettiğini düşündüğümüz kişilerin bilgileri dahilindeki vahim durumlar basına düşene kadar sessiz kalmalarına da insanın “pess!” diyesi geliyor

İyilik, güzellik ve çirkinlik

Sonbahar renkleri aslında doğadaki döngünün tablosu gibi. İyiliğin ne kadar yaşamsal, yalnızca yaşamsal da değil evrimsel bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum

"
"