Her sabah, uykuda bilincime çimdik atan, uyanık zihnime gelişigüzel üşüşen düşünceleri yerli yerine oturtup yaşamla uyumlanmak için, yürüyorum.
Zaten “ömür vakti” denilen bu sürede artık değişmeyecek olan gün doğumuyla uyanmak alışkanlığım da bu gündelik akışı kolaylaştırıyor.
Evvelce de çok fazla koşuşturmayla geçen hastane ve akademi işlerinden vakit bulamayacağım görece kişisel işlerim olan makale yazmak, çalışma planlamak için, erken sabahlarda hastaneye giderdim.
Sabahın ilk saatleri benim için hep çok özel, verimli ve keyiflidir.
Şimdi, kış mevsiminden ödünç sabah ve akşam serinlikleri iyiden iyiye ürperten Ankara sonbaharında zamanın iyice uysallaştığını, koluma girerek yürüyüşlerime eşlik ettiğini duyumsuyorum.
Ana karanın deniz özlemiyle yanıp tutuşan insanı olsam da işler ve hayat izin verene dek, şehirdeki rutinimden keyif almak programındayım.
Her gün aynı parka neredeyse aynı saatlerde inince aynı insanlara rast gelme olasılığı da artıyor.
Beyaz bırakılmış saçlarını gevşekçe toplamış bir kadın, elinde torbalar ve ucunda kıskaç benzeri bir eklenti olan bir sopayla yürüyor.
Sopasıyla, kendilerini sere serpe yola atmış sümüklü böcekleri toplayıp, ezilmeyecekleri yerlere bırakıyor.
Elindeki torbalarda, kuşlar ve kediler için yem, mama ve su şişeleri var.
Parkın ortasındaki alanda da o saatlerde topluca yoga yapanlar var.
Sonbahar renkleri aslında doğadaki döngünün tablosu gibi.
İyiliğin ne kadar yaşamsal, yalnızca yaşamsal da değil evrimsel bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum.
Hegel’e göre; “yaşam, döngülerin döngüsü.”
Bu teori biyolojiye uyarlandığında, bireylerin seçilim sonucu olmaktan çok döngülerin sonucu ve çıktısı olduğuna dair görüşler ile temellendirilince, Darwin’in “doğal seçilim” teorisi de tartışılıyor.
“Yaşam döngüleri evrimin olmazsa olmazıdır, evrim ise temelde döngülerin evrimidir.” (Buss, L, W, 1987, The evolution of individuality. Princeton, NJ:Princeton University Press)
Tüm döngülerin olmazsa olmazı da” iyilik” diye düşünüyorum.
Hafta içi bir akşamüzeri telaşla hastaneden çıkıp başka işler yetişmek üzereyken telefonum çalıyor.
Arayan babam ama telefonda genç bir kız sesi var.
“Korkmayın babanız düştü ama iyi görünüyor” diye bulundukları yeri tarif ediyor.
Telefona babamı istiyorum
“Korkma galiba bir şey yok “diye beni teskin etmeye çalışıyor.
Ben tüm kötü haberlerin doğrudan muhatabı ama teskin edilen telaşlı sağaltıcısıyım aynı zamanda.
Trafiğin yoğun olduğu o saatte, bulunduğu yere ulaşmaya çalışırken, ofisteki sekreterim arıyor.
“Hocam eczaneden aradılar, telefonumuzu internetten bulmuşlar, babanızın eline pansuman yapılmış, iki genç eve götürmüş “diyor.
Yüreğimdeki sıkışmışlıkla kalakaldığım trafik sıkışıklığının ortasında nasıl da derin bir iç çekişli minnet duyuyorum.
Bir sabah, yürüyüşlerimin en daim eşlikçisi “podcastler” den birinden besteciler ve hayatlarını dinliyorum.
“Wagner’in hayatı oldukça ilginçmiş” diye geçiriyorum içimden.
Ama onu ilginç kılan ne müzikte devrim yaptığı kabul edilen besteciliği ne de Nazizm ile örtüşen görüşleri değildi zannımca.
Müthiş bir aşkın öznesi olmuş Wagner.
Dönemin diğer ünlü bestecisi Lizst’in kızı Cosima ona çok âşık olmuş, her ikisi de evlilermiş ve uzunca bir süre yasak ilişki yaşamışlar.
Sonra evlendiklerinde Cosima tam 14 yıl boyunca onunla yaşantıları hakkında günlükler tutmuş.
Wagner’i müziğinin ötesinde ilginç ve gerçek kılan bu aşk bence.
Bu hikâyeyi dinlerken, sunucunun irkiltici yorumuyla bilincim o çok tanıdık kültürel bombardımana uğruyor.
“Cosima’nın kocası biliyormuş ama zayıf bir kişilik olduğu için ses çıkarmıyormuş” diyor.
Cosima’nın kocası Wagner’in bestelerini en iyi yorumlayan orkestra şefiymiş aynı zamanda.
“Belki de çok güçlü olduğundandır” diyen iç sesim yankılanıp tekrar yerli yerine dönüyor.
Bilemeyeceğimiz kadar bireysel, bir o kadar kişisel ve karmaşık şeyleri nasıl da böyle uçucu cümlelerle ‘hiç’leştirebiliyoruz, bilmiyorum.
Hemen aklıma, henüz irkiltici huzursuzluğunu atamadığım bir başka etiketleme ve toplu saldırı örneği geliyor.
Bu yıl güzellik yarışmasına katılan genç bir hekim “çirkin ve torpilli” diye katmerli bir biçimde etiketlenip toplu saldırıya maruz bırakılıyor.
Annesi de meme kanseri nedeniyle yaşamını yitirmiş bir hekim olan bu genç kadın hem güzel hem akıllı ve sağduyulu görünüyor.
Uğultulu kalabalıklar, sofistike güzellik ölçütlerine uymadığı için “Çirkinsin hem de çok çirkin” diye çirkince bağırıyor.
Daha derin analizler yapmak isteyenler “seksist güzellik yarışmasında boy göstermesini” seksist biçimde eleştiriyor.
Güzellik için ilk tanımın Darwin tarafından ortaya konulduğu düşünülür.
Seçilim şansını artıran ve ilerlemeyi kışkırtan hazları uyandıran ezcümle evrimi akışkanlaştıran özellikler gibi bir tanım.
Ama döngülerin hüküm sürdüğü doğa ile rekabet ettiğimiz görüşündeki paradigma değişimi bize döngülerdeki tek imzanın “simbiyoz” yani “ortak bir yaşam” olduğunu söylüyor.
Akşam uykuya geçmeden önce bilincime çimdik atacak fuzuli düşüncelere sınır koyabilmek umuduyla, beş-on sayfa başucu kitaplarımdan okuyorum.
Ursula K Le Guin yorumuyla, Lao Tzu, "Tao Te Ching" kitabından...
“Dünya yüzünde/güzelliğin güzel olduğunu bilen herkes/çirkinliği yaratır,
İyiliğin iyi olduğunu/bilen herkes/kötülüğü yaratır,
Çünkü olmak ve olmamak/birlikte doğar”
Tıpkı o öğretinin ölçütlerindeki gibi, suçlamadan, savaşmadan, merhamet, itidal ve tevazu ile söylemenin ve birlikte olmanın bir yolu olmalı.
Esin Şenol kimdir?
Esin Şenol, lise eğitimini TED Ankara Koleji'nde tamamladıktan sonra, tıp eğitimini Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde 1987 yılında tamamlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı'nda Araştırma Görevlisi olarak uzmanlık eğitimine başlamıştır.
Aynı anabilim dalında 1992 yılında ihtisasını tamamladıktan sonra uzman olarak göreve başlamış, 1995 yılında yardımcı doçent, 1996 yılında doçent, 2003 yılında da profesör unvanlarını almış ve 2009-2013 yılları arasında anabilim dalı başkanlığı yapmıştır.
1999 yılında Tufts University, New England Medical Center, Boston/MA'da "Kemik İliği Transplantasyon Ünitesi"nde Research Fellow (Araştırma Asistanı) olarak çalışmıştır. Halen kanser hastalarının infeksiyon izleminde konsultan olarak görev yapmakta ve bu konuda araştırmalarını sürdürmektedir.
Prof. Dr. Esin Şenol, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Ve Klinik Mikrobiyoloji Anablim Dalı Öğretim Üyesidir.
Ayrıca bağışıklama ve özellikle erişkin aşılması ile ilgili çalışmalar yürütmekte olup,
Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı bünyesinde Türkiye'deki ilk "Erişkin Aşı Merkezi" kurmuştur.
2013 yılında KLİMİK (Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları) Derneği alt grubu olarak, Erişkin Bağışıklama Çalışma Grubu (EBÇG) kurmuş ve halen başkanlığını yürütmektedir.
Ayrıca; Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Komite (2005-2007), Gazi Üniversitesi Akademik Değerlendirme ve Akreditasyon Ofisi (GÜADEK) –Kurucusudur (2005-2007).
Gazi Üniversitesi - Avrupa Üniversiteler Birliği ve Bolonya Süreci Kurucusu (2005-2007) ve
Febril Nötropeni Derneği Genel Sekreterliği (2005-2011) yürütmüş olduğu diğer görevlerdir.
TTB_Pandemi Çalışma Grubu üyesidir.
ATO Onur Kurulu Üyesi olarak çalışmıştır (2020-2022).
ATO-Yönetim Kurulu Üyesi (2006-2008) olarak çalışmıştır.
Halen T24 ve Birgün Gazetesinde köşe yazıları yazmaktadır.
Yabancı dili İngilizce olup evli, 1 çocuk annesidir.
Dünya Kitle İletişim Vakfı tarafından gerçekleştirilen 31. Ankara Uluslararası Film Festivali (3-11 Eylül 2020) ve 32. Ankara Film Festivalı (4-12 Kasım 2021) Düzenleme Kurulunda yer almıştır.
33. Ankara Film Festivalı (3-11 Kasım 2022) Düzenleme Kurulundadır.
İlgi alanları, sinema, yelken ve edebiyattır.
|