04 Ağustos 2024

Bağışlamaktan ibaret

Bağışlamamak, bağışlanamamaktan daha ağır bir külfet gibi gelir bana

Canım anneme…

"Bilgilerle, verilerle; hastalıklar, ölümler, trajedilerle dolu beynimin girdaplarından başım dönünce kaçtığım annemin iradesine ve onun her şeye rağmen şarkılar mırıldanan, çiçeklerle konuşan o şenlikli ruhuna..."

Su kenarı olmayan, ağırbaşlı şehrimdeki yazın tek tesellisi, hâlâ karasal iklim koşullarınca sağlanan akşam serinliğine sığınabilmek.

Bir de adacıklar gibi serpiştirilmiş, umulandan da fazlasını bulabileceğiniz sanat, sinema ve konser etkinliklerinin yürütüldüğü o vahalar.

Cermodern, Kült Kavaklıdere, Büyülü Fener, Erimtan Müzesi, Imany, Gipsy Kings gibi efsaneleri ağırlayan açık hava sahneleri, hakikaten şehre yeniden vakar veriyor.

İçim, çok iç açıcı değil bu aralar.

Dışarıyı iyi tutarak içimle yer değiştirmesini sağlamaya çalışıyorum.

Gün doğumunu kutsayıp, akşam vakti günle birlikte batacağım doğaya kavuşana dek şehirdeki bu sığınaklarla idare ediyorum.

Pandemik zamanları şimdiye kavuşturan son zamanlardaki en sakin, dingin günlerim; çünkü canım kıpırtısız kalmak istiyor, ruhum hareketsizlikte sükûn buluyor.

Bu dinginlikte düşüncelerimin akışını da izlemem mümkün oluyor.

Şu aralar "bağışlamak" üzerine epeyce kafa yoruyorum.

En çok içerlediğimiz ve en çok bağışlayamadığımız hayatın kendisi çünkü.

Benliğimiz ölümle, hüzünle sarsıldığında da bağışlayamadıklarımız ve bağışlanmadıklarımız yüreğimizi çınlatıyor.

Hep izini sürdüğüm bir yazar, Irvin Yalom, bir psikiyatrist o... "Günübirlik Hayatlar" adlı kitabı okurken, daha bu başlık ile çarpılıp, öyküyle çarpışıyorum.

Kozmik bir çarpışma bu.

Günlerin birbirini tekrarlamasını hayra yorduğumuz günübirlik hayatlarımızdan dokunaklı öyküler var.

Yaşadıklarından çıkaramadığı o hikâyeyi duyumsatan öyküler insana dokunur ya öyle öyküler.

"Geçmişi Kabullenmek İçin Ümidini Yitirmelisin" işte bu öyküye eşlik ederken gözlerimden süzülenler de sözcük olup benliğimi ıslatıyor.

Çünkü benim bir türlü kapatamadığım geçmeyen bir geçmişe dolanmışlığım var.

Jung'a göre zaten herkes geçmişine dolanır ama kimisi dolanıklığını kimisi de neye dolandığını fark etmez.

Artık, annemin çıkıp gittiği o kapı, geçmişimle de aramda bir kapı daha kapattı. 

Günlerinin ritmini uzun uykularla yakalamaya çalışan babamın ise artık "günübirlik" bir yaşamı da yok.

Bağışlamamak. Ölümü, yaşamın farklı bu evresindeki çaresizliği bilen, bunların herhangi bir günün, herhangi anında ya da uzadığı için şanslı saydığımız ömrümüzün ölüme yakın evresinde, kapının eşiğinde beklediğini fark etmeyenin kibri.

Kibir yedi ölümcül günahtan biri.

Cermodern'deki "7 Zamansız Günah" sergisi harikaydı.

Hieronymus Bosch'un "Dünyevi Zevkler Bahçesi" adlı eseri, yapay zekâ ile binlerce dijital görüntüyle parçalarına ayrılarak detaylandırılmış.

İnsan doğasındaki arzuları günah, yasak diye sınıflandıran dinler; inançlardan, günümüzdeki insanının hazla, yasakla olan karmakarmaşık ilişkisine akan zamanı izliyor insan.

Bize kendimizi bağışlamamayı öğreten bir akış bu.

Doğamıza karşı koymazsak, sürdürülemeyecek, güvenli olamayacak; sevmeyi, sevilmeyi, aşkı nefreti tadamayacağımız bir trajedimiz var.

Sırf bu neden dahi "bağışlamayacak bir şey yok" dedirtmeye yetiyor.

Sonra bir başka öyküde "Üç Gözyaşı", yıllardır görmediği ama çok özlediği bir arkadaşını ölümüyle sarsılmışken onun bağışlanamaz bir ihanetini fark eden kadının öyküsünü anlatıyor.

Kadın psikoterapi sırasında ölen arkadaşı için tam üç kez gözyaşı döküyor.

Ben bağışlamadıklarım için kaç gözyaşı döktüm diye düşündüm hemen.

Bağışlamamak, bağışlanamamaktan daha ağır bir külfet gibi gelir bana.

Irvin Yalom, bu üç gözyaşından birinin kadının kendi ölümü, diğerlerinin özlemini duyduğu yasak hazlar ve değiştiremeyeceği geçmiş için olduğunu düşünüyor.

Ve kadına sorduğu bir sorudaki çok çarpıcı bir sözcük ile kildi açıyor.

"İbaretçi yaklaşım."

"Her şeyi yalnızca o bağışlayamadığınızı düşündüğünüz an'dan ibaret zannederseniz" diye sürdürüyor.

Sizi kızdıran ya da bize kızanların "o an" dan ibaret zannettikleri, o ana indirgediklerimiz, işte bunların nedeni hep kibirimiz.

Dünyanın yalnızca bizim için döndüğünü varsayıyoruz.

Ninem çok kızdığını anlatabilmek için "cenazeme de gelmesin "derdi.

"N'olacak ki nine, sen ölmüş olunca gelmeyeni de fark etmezsin ki" diye kıkırdayasım gelirdi.

Sonra anladım ki bu bir tür vasiyet, bağışlamamak mirası.

Ben ninemden kalan o mirasın izini iyi sürenlerdenim ne yazık ki.

Düşündüm ki, bağışlanamaz olan çoktan yok'lara karışmıştır artık, göz hizamıza bile gelemez.

Ama hâlâ aklımı kurcaladıklarına göre henüz gönlümün geçmediklerinden niye yoksunum ya da kendimi de alıp niye onların göz hizasından çok uzaklara gitmiş olabilirim.

Belki de yalnızca yokluğumuğuzla dikkatini çekmek, kısa bir ara vermek istiyorduk ama o küslük zaman geçtikçe içimizde yer etti.

Zaman bir kara delik gibi kızgınlıkları, öfkeleri yutarken yaşanmışlıkların yerinde de kocaman bir hiçlik bırakır.

Cevaplar da yeni sorular açarak sökün ediyor o anda

En bağışlanamaz olan, umut verip her şeyi boşa çıkaranlardır.

Ve yalan söyleyerek hakikati elinizden alanlar, size kendinizi eksik, aptal hissettirenler bağışlanamaz.

Bir de nefret ve öfkeye dönüşmezse yaşamla bağdaşamayacak kadar büyük sevgileri boşa çıkaranlar bağışlanamaz.

Aslında insan, duyguların en yakıcısı olduğunu düşündüğüm pişmanlığa kalmışsa en çok kendini bağışlamaz.

"Affetmek hep bir duygu gibi düşünülür. Aslında duyguların sona ermesi demektir," diyor Iris Murdoch.

Bağışlanmayacak olanı yapmış olanları bağışlamak için bir neden de bu olabilir.

Yaşanmışları hiç etmediğin, hiç değilse beni kızdırdığın, senden nefret etmeme yol açacak kadar sevdirdiğin için bağışlıyorum.

"Günler geçer ve çalışır şafağın değirmeni,
Kim bilebilir ki kimi, neyi eskittiğini.
Ben ne kadar önemserdim kendimi, hay Allah!
Sen ne kadar kumraldın aynalarda, hay Allah!
Temmuz tam bu işe göredir bana kalırsa
Gel bağışlayalım birbirimizi."

Turgut Uyar

Esin Şenol kimdir?

Esin Şenol, lise eğitimini TED Ankara Koleji'nde tamamladıktan sonra, tıp eğitimini Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde 1987 yılında tamamlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı'nda Araştırma Görevlisi olarak uzmanlık eğitimine başlamıştır. 

Aynı anabilim dalında 1992 yılında ihtisasını tamamladıktan sonra uzman olarak göreve başlamış, 1995 yılında yardımcı doçent, 1996 yılında doçent, 2003 yılında da profesör unvanlarını almış ve 2009-2013 yılları arasında anabilim dalı başkanlığı yapmıştır. 

1999 yılında Tufts University, New England Medical Center, Boston/MA'da "Kemik İliği Transplantasyon Ünitesi"nde Research Fellow (Araştırma Asistanı) olarak çalışmıştır. Halen kanser hastalarının infeksiyon izleminde konsultan olarak görev yapmakta ve bu konuda araştırmalarını sürdürmektedir.

Prof. Dr. Esin Şenol, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Ve Klinik Mikrobiyoloji Anablim Dalı Öğretim Üyesidir.

Ayrıca bağışıklama ve özellikle erişkin aşılması ile ilgili çalışmalar yürütmekte olup,

Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı bünyesinde Türkiye'deki ilk "Erişkin Aşı Merkezi" kurmuştur. 

2013 yılında KLİMİK (Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları) Derneği alt grubu olarak, Erişkin Bağışıklama Çalışma Grubu (EBÇG) kurmuş ve halen başkanlığını yürütmektedir. 

Ayrıca; Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Komite (2005-2007), Gazi Üniversitesi Akademik Değerlendirme ve Akreditasyon Ofisi (GÜADEK) –Kurucusudur (2005-2007).

Gazi Üniversitesi - Avrupa Üniversiteler Birliği ve Bolonya Süreci Kurucusu (2005-2007) ve 

Febril Nötropeni Derneği Genel Sekreterliği (2005-2011) yürütmüş olduğu diğer görevlerdir.

TTB_Pandemi Çalışma Grubu üyesidir.

ATO Onur Kurulu Üyesi olarak çalışmıştır (2020-2022).

ATO-Yönetim Kurulu Üyesi (2006-2008) olarak çalışmıştır.

Halen T24 ve Birgün Gazetesinde köşe yazıları yazmaktadır.

Yabancı dili İngilizce olup evli, 1 çocuk annesidir.

Dünya Kitle İletişim Vakfı tarafından gerçekleştirilen 31. Ankara Uluslararası Film Festivali (3-11 Eylül 2020) ve 32. Ankara Film Festivalı (4-12 Kasım 2021) Düzenleme Kurulunda yer almıştır.

33. Ankara Film Festivalı (3-11 Kasım 2022) Düzenleme Kurulundadır.

İlgi alanları, sinema, yelken ve edebiyattır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

İyilik, güzellik ve çirkinlik

Sonbahar renkleri aslında doğadaki döngünün tablosu gibi. İyiliğin ne kadar yaşamsal, yalnızca yaşamsal da değil evrimsel bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum

Ağaçların gözyaşları

Artık uğruna çabalamaktan vazgeçmeye durduğum sevinçli zamanları düşlemeye dahi mecalim yokken sevinç, geçmiş zamanın küllerinden boy veriyor

Fotoğraf...

Yerleşik olmanın içkin hüznü, sevinçle karşıladıklarını hüzünle uğurlamaktır

"
"