Pandeminin neredeyse yıl dönümü, şimdiye kadar dünyanın yaklaşık üçte biri karantinada kaldı, bir milyardan fazla çocuk okulsuz ve milyarlarca kişi işsiz kaldı.
Hiçbir şey olmazken ne çok şey oldu.
Bu çok şey arasında, ummakta olduklarımız bir türlü olamadı.
Maskeleri attıracak, pandemiyi bitirecek bir aşı bekliyoruz, yutunca iyileştirecek ucuz bir hap, kendiliğinden bizden vazgeçecek iyi huylu bir virüs umuyor ve ummaktan başka da bir şey yapamıyoruz aslında.
Artık sabık ABD başkanı, Covid - 19 oldu ve tamı tamına "umduklarımız" olarak özetlediğim tüm mesajları verdi. Bir antikor kokteyli, bazı vitaminlerden kokteyl, işe yarayacağı düşünülen başka ne varsa aldı ve güçlendim mesajları ile maskesiz olarak sahalara döndü.
Pandeminin en ilginç "süper yayıcı" olaylarından birine de tanıklık ettik bu esnada.
ABD'li ünlü uzman Fauci, virüsün, başkan da dahil, beyaz saraydaki maskesiz bir grup insan arasında süper hızla yayıldığına dikkat çekti.
Ayrıca Trump’ın yaptığı seçim mitingleri ile on binlerce kişinin hastalanmasına ve dolayısıyla ölmesine yol açtığı açıklandı. O ise, gerçekleri, gerçekleri açıklayanları ve bilimi sevmediğini açıkça dile getirip, doğrudan karşı tavır aldı ve seçimi kazanırsa ilk olarak, SARS, Ebola ve HIV gibi salgınları yöneten ünlü bilim insanı Anthony Fauci’yi kovacağı sözünü verdi.
ABD gibi tıp bilimine liderlik eden bir ülkenin bu kadar rotadan çıkması ve salgının fitilini ateşlemesi, tüm dünyada salgının olumsuz gidişinde çok etkili oldu.
Tüm dünyadaki olguların ve ölümlerin neredeyse dörtte biri ABD’den.
Salgının yaygınlığını tanımlamak için uzaydan bakıldığında yerkürenin taçlı çıkıntılı virüs ile kaplandığını görebileceğiz diye anlattığımız bu gösteriye, ABD her gün havai fişek ile katılıyor diyebiliriz.
Salgına, bu denli bilim karşıtı bir başkan ile yakalanmış olmak, yalnızca ABD değil dünyanın şanssızlığı oldu. Şubat ayında virüsün sayısız kez ülkeye girdiği gerçeğini saklayarak yalnızca kendi halkını değil tüm dünyayı tehlikeye attı.
Şu açık bir gerçek ki, bu salgını durdurabilmenin bir yolu ve zamanı var idiyse de bunu kaçırdık.
Bizde ise salgın tüm gizemini sürdürüyor. Bizim salgınımız gizemli ve boynu bükük. Bir salgın var ama hayatı felç etmiyor. Kendini belli etmiyor, ele vermiyor.
Her sabah güne "salgın yokmuş gibi yapalım" diye başlıyoruz adeta.
Her akşam bize, maske, mesafe diye başlayıp "elinizde" diye biten mesajlar verilmese, hastanelerimiz ve sağlıkçılarımız yeterli diye teskin edilmesek, bir şey oluyor ama ne oluyor anlamayacağız.
Salgın sahasında hayatını idame ettiren benim gibi sağlıkçılar ve çalışmak zorunda kalan kesim ise salgından değil olup bitenlerin saçmalığından ve umursanmamaktan bitkin düştük.
Öfkelenmeye, tam güce ihtiyacımız varken öfkenin dizginlerin boşalıp kırılgan bedenlerimizi hastalığa vermesinden korkuyoruz adeta.
Aslında, salgın ile baş edebilmiş iki elin parmağı kadar az sayıda ama aralarında Hong Kong, Güney Kore gibi nüfusu kalabalık olan ülkeler de var.
Virüs hâlâ çok bulaşıcı ve tüm dünyada hastalık çok yaygın ve bu gerçeklik bizi bekleyen kış mevsiminin güç olacağını gösteriyor.
Salgının birinci dalgasını yatıştırmış ülkelerde yeniden artış ve salgın ile baş edebilmek için tekrar kapanmalar, bizim de içinde olduğumuz bazı coğrafyalarda ise tamamen serbest dolaşımda bırakılmış bir virüs ile baş başa ve zorunlu olarak içerilere kapanacağımız bir kış var.
Peki, dayanaksız olarak gökyüzünden umduklarımız ve dayanaklı olarak bilimden beklediklerimiz gerçekleşmez ise salgının hızını hiç kesmediği ve önlem de alınmayarak gizli ya da açık olarak güdülen "sürü bağışıklığı" macerasının sonu nasıl olur?
Öncelikle şunu belirtmekte yarar var, bugüne kadar salgına yol açabilme kapasitesinde olan hiçbir hastalık, yerküreyi kendiliğinden ve sürü bağışıklığı ile terk etmemiştir.
Eğer hiçbir şey yapmadan beklenilirse, dünyadaki ileri yaş, başka hastalıkları olanlar gibi korunması gerekenlerin yüzde 30'unu, 4 - 6 milyar insanın ise en az yüzde 1'i kadarını kaybederiz.
Belki de biz kendi kendini yok etmeye programlı bir tür olabiliriz.
Daha önceki salgınlarda nasıl milyonlarca insan hatta bazı salgınlarda kıta nüfusunun yarısı öldüyse, şimdi de hiçbir şey olmazken çok şey olur.
Ancak bu yüzyılda salgını yaşamla bağdaştırmak için bilimden beklediklerimizin bazı dayanakları var.
AIDS gibi, Ebola gibi çok çetrefilli ve güç salgınlar ile nasıl baş edebildiğimiz, yakın tarihin belleğinde.
Bu yakın salgınlarda, önlemlerin ve yöntemlerin tümü birden uygulanıldı.
Bir aşımız olması konusunda da tünelin ucunda bir ışık görünmüş gibi.
Yeni bir teknoloji ile geliştirilmiş bir aşının erken ve henüz ayrıntıları açıklanmamış sonuçları umduğumuz aşının yolda olduğunu müjdeledi.
Ama aşının bir bitiş değil bir başlangıç olacağını söylemeliyim.
Bugün itibarıyla tüm gelişmeler tam istenildiği gibi olsa ve biz birkaç ay sonra eczanelerden bu aşıyı alabilecek olsak bile herkesin beklediği gibi aşı ile pandemiden kısa vadede çıkış mümkün değil.
Milyarlarca kişinin aşılanması, kitle aşılaması sırasında yaşanılabilecek olağan problemlerin dışında en önemlisi aşının etkililiği "bağışıklık süresi" ve "gücü"nün ne olacağı ile yakından ilişkili.
Eğer aşı ya da doğal enfeksiyona verdiğimiz bağışıklık cevap süresi aylar ile ifade edilecekse, bu salgının hâlâ ve her yıl daha küçük dalgalar halinde sürmesi anlamına gelecekken, daha uzun yani yıllar ile ifade edilen bir bağışıklık söz konusu ise, mevsimsel grip gibi bazen "pik"ler yapan bir hastalık olarak hayatımızda hep kalacak.
Koronavirüs hiçbir yere gitmeye niyetli gibi görünmüyor.
Ama hemen ve mutlak bir kontrol sağlanamasa da, daha kontrol edilebilir bir hastalık olacağı anlaşılıyor.
Şimdi, önümüzdeki mevsimde suların hep yüksek kalacağını bilerek, maske ve mesafenin merhametine sığınarak "varoluş "ısrarını sürdürmeli, çabalamanın gücünde kalmalıyız.
"Hayat hangi sorunun yanıtı için duraksar? Biz yanıtlar ile özgürleşmez olanız.
Eyleyerek var olmaktan başka ne çaremiz var?"
(Çetin Balanuye, Naturans)