Duvarları aşıp köprülerden geçmek için hayatı anlamak ve kavramak gerekiyor.
Ama psikanalistlerin defalarca ortaya koyduğu üzere "var olan tek fobimiz var; o da kendini bilmek fobisi." (Adam Phillips, Kaçırdıklarımız)
Üstelik hem kendimizle hem zamanla aramızdaki duvarlar giderek yükseliyor.
Bugünlerde kendimi pek eğlenceli bulup şefkat duyduğum romantik kahraman Don Kişot'a benzetiyorum.
Kahramanlara şefkat değil de hayranlık duyulur aslında ama o cılız bir atın üzerinde mecalsiz bacaklarıyla durmaksızın yollara düşen, sırtı hiç yerden kalkmayan yorgun kahramanım benim.
Onu trajik bir kahraman yapan ise sonu hüsranlı iyimser çabaları.
Benim her şeye ve herkese rağmen sürdürmeye çalıştığım neşem ve direncim gibi.
Salgın zamanı çok tekrarladığım ve not düştüğüm bir cümlem vardı:
"Salgın çok uzarsa, yeniyi kuramadan eskiyi de yitiririz."
Eski ile yeni arasındaki köprüden geçmeyi reddedince, kavrayamadığımız o felaketin duvarları etrafımıza örüldü.
Salgın zamanı benim etrafıma örülen duvarları bana aştırtan ve beni kendimle buluşturan ise bilim ve sanattı.
Hayatı anlamanın da kavramanın da eşsiz köprüleridir bilim ve sanat.
Köprüleriniz yoksa duvarlarınız yükselir.
Salgın zamanı zorunlu, dinlenme vaat etmeyen, koşuşturmalı bir yalnızlığım vardı.
Dinlenmeyi çok özlüyordum.
Ama özlediğim yalnız bedensel bir dinlenme değil zamanı unutturacak, yaşadıklarımı kavratıp perspektife oturtacak başka tür bir dinlenmeydi.
Bir yandan da o koşuşturmacada zorunlu ama nitelikli, dinginleştiren yalın bir yalnızlık vardı.
Yalnızca hastalar ve çok özlediklerim, duymak, işitmek istediklerimle temas ediyordum.
Az biraz zaman bulduğumda da akademideki sanat, sinema meraklılarıyla daha planlanmış daha nitelikli görüşmeler yapabiliyordum.
O zamanlardan birinde, belki de mekansal bir çağrışım nedeniyle Resul Hoca ile Dostoyevski'nin Beyaz Geceler kitabını konuşuyorduk.
Resul, yazarın beni en çok etkileyen belleğime film kareleri gibi kayıtlanmış bu romanındaki roman kahramanından çok romandaki köprünün belleğine yer ettiğini söylemişti.
Fiziksel, zihinsel, mekansal, somut ve soyut köprüler.
Berlin'in duvarlarla ikiye yarıldığı -kasıtlı olarak "ayrıldığı" demiyorum- casusların takas edildiği "Glienicke Köprüsü" ve Yılmaz Öner'in tüylerim ürpererek okuduğum yazısından alıntılayalım
"Glienicke köprüsünden geçiyorum, bir casus gibi, kendimi kendimle takas ediyorum. Yüreğimde kendimi keşfedecekmişim meğer, saçlarımda aşkın rüzgarını."
Kendimize ördüğümüz duvarlar ile gerçek ben'e giden yitirdiğimiz köprüleri anlatıyor.
"Belki bana hüzün veren de bu. Gerçeğini yitirip bulamadığım ben'imin matemini yaşamak . Oysa ben'imin bulanıklaşan görüntüsü ardında durmadan direnen ve yeşeren, hayatın ben'imi besleyen gücü beni aşık olmaya, aşık yaşamaya yeniden itiyor."
Şimdi insanların kaba, saldırgan yalnızlıklarıyla kalabalıklaştırdıkları hüsranlı bir yalnızlığım var.
Neşemi yerine koymak ve onu direncime katmak büyük bir çaba gerektiriyor.
Sanki olmadık yerlerde, olmadık vakitlerde, telaşla koşuştururken aniden durdurulmuş insanlarla başlayan distopik filmlere ışınlanmışlar gibi olup biteni anlamaktan çoktan vazgeçmiş karelerde dondurulmuşlar.
Ürpererek aslında neyi kavrayamadığımı, beni neyin bu denli yalnızlaştırdığını henüz fark ediyorum.
Yanında kendisinden yaşça büyük iki adamla odama girip şikayetlerini mırıltıyla anlatan soluk benizli üst düzey eğitimli genç adama "Kimin neyi kimden almış olabileceğinin ne önemi var. Ayrıca ben detektif değil hekimim. Gerçi hekimlik de detektiflik sayılır" deyip yanındaki iki kişiden odadan çıkmalarını istiyorum.
Adamlar endişeli suratlarıyla homurdanarak "kendisi istedi gelmemizi" diye çıkıyorlar.
Soru yağmuru sürüyor
"Yazdığınız reçeteyi karım görürse anlar mı?"
Mahvolmuş bir gençlik ve yaralı bir cinsellik ile uzun bir ömür bekliyor onu.
"Tek bir şüpheli ilişki, o günden beri uyuyamıyorum" diye tekrarlayıp duruyor.
Hekimlik içgüdüm, dürüstlüğe ve sadakate bağlılığımı bastırıyor, kendimi hastamın tarafını tutup üzüntüsünü teselli etmek isterken ve "lanet olsun sadakat de dürüstlük de böyle bir şey olmamalı" diye düşünürken yakalıyorum
Hayat ile aramızda köprüler değil duvarlar var.
Bizi hikâyesiz, aşksız, cinselliksiz bırakan zaman değil; memleketin üzerimize ördüğü duvarlar sıklaştıkça ağırlaşan basınçlı havasızlık.
Şairin dediği gibi "şiirsiz dile dökülemeyecek kadar ağır yaşananlar". (Gülten Akın)
Esin Şenol kimdir?
Esin Şenol, lise eğitimini TED Ankara Koleji'nde tamamladıktan sonra, tıp eğitimini Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde 1987 yılında tamamlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı'nda Araştırma Görevlisi olarak uzmanlık eğitimine başlamıştır.
Aynı anabilim dalında 1992 yılında ihtisasını tamamladıktan sonra uzman olarak göreve başlamış, 1995 yılında yardımcı doçent, 1996 yılında doçent, 2003 yılında da profesör unvanlarını almış ve 2009-2013 yılları arasında anabilim dalı başkanlığı yapmıştır.
1999 yılında Tufts University, New England Medical Center, Boston/MA'da "Kemik İliği Transplantasyon Ünitesi"nde Research Fellow (Araştırma Asistanı) olarak çalışmıştır. Halen kanser hastalarının infeksiyon izleminde konsultan olarak görev yapmakta ve bu konuda araştırmalarını sürdürmektedir.
Prof. Dr. Esin Şenol, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Ve Klinik Mikrobiyoloji Anablim Dalı Öğretim Üyesidir.
Ayrıca bağışıklama ve özellikle erişkin aşılması ile ilgili çalışmalar yürütmekte olup,
Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı bünyesinde Türkiye'deki ilk "Erişkin Aşı Merkezi" kurmuştur.
2013 yılında KLİMİK (Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları) Derneği alt grubu olarak, Erişkin Bağışıklama Çalışma Grubu (EBÇG) kurmuş ve halen başkanlığını yürütmektedir.
Ayrıca; Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Komite (2005-2007), Gazi Üniversitesi Akademik Değerlendirme ve Akreditasyon Ofisi (GÜADEK) –Kurucusudur (2005-2007).
Gazi Üniversitesi - Avrupa Üniversiteler Birliği ve Bolonya Süreci Kurucusu (2005-2007) ve
Febril Nötropeni Derneği Genel Sekreterliği (2005-2011) yürütmüş olduğu diğer görevlerdir.
TTB_Pandemi Çalışma Grubu üyesidir.
ATO Onur Kurulu Üyesi olarak çalışmıştır (2020-2022).
ATO-Yönetim Kurulu Üyesi (2006-2008) olarak çalışmıştır.
Halen T24 ve Birgün Gazetesinde köşe yazıları yazmaktadır.
Yabancı dili İngilizce olup evli, 1 çocuk annesidir.
Dünya Kitle İletişim Vakfı tarafından gerçekleştirilen 31. Ankara Uluslararası Film Festivali (3-11 Eylül 2020) ve 32. Ankara Film Festivalı (4-12 Kasım 2021) Düzenleme Kurulunda yer almıştır.
33. Ankara Film Festivalı (3-11 Kasım 2022) Düzenleme Kurulundadır.
İlgi alanları, sinema, yelken ve edebiyattır.
|